Sabaha karşı uyanıp tekrar uyuyamadığınızda önünüzde iki seçenek belirir: Ya kalkıp hayata başlayacaksınız ya da kızgınlık ve kaygıyla yatakta kıvranacaksınız. Böyle durumlarda bakın ne yapıyorum?
Sabaha karşı 4’te uyandım, uyku tutmadı. Meditasyon yaptım ve tekrar uyumayı denedim, olmadı. Kitap okudum ve tekrar uyumayı denedim olmadı. 6 gibi artık uyuyamayacağıma karar verip kalkıp güne başladım. Dışarıya çıkıp etrafı izledim. Sabahın erken saatlerinin, güzelliği ve sakinliği sardı içimi. İçimdeki bu tatlı huzuru meditasyon sayesinde içime işlemiş olan ‘olanı olduğu gibi kabul etme’ kavramına bağlıyorum. Gelin beraber bu bağlantıyı inceleyelim.
Olanı olduğu gibi kabul etmenin karşıtı olarak ingilizce ‘resistance’ (direnmek) sözcüğü kullanılıyor. Direnmek bana başka güzellikleri de çağrıştırdığı için ‘zorlamak’ kavramı daha doğru geliyor. Yazının geri kalanında ‘zorlamayı’, ‘olanı olduğu gibi kabul etme’nin karşıtı olarak kullanacağım.
Uyuyamamış olma halimi kabul etmeseydim, böyle olmamalıydı diye zorlasaydım neler olabilirdi. Sabahın tatlı huzurunu içime çekmek yerine, kendime kızarak geçirebilirdim vaktimi. Mesela yediklerime, içtiklerime dikkat etmedim diyerek başlayabilirdim. Ortama kızarak geçirebilirdim, mesela bu ne biçim hava diyerek başlayabilirdim. Uykumu alamadığım için günün ne kadar kötü geçeceğini düşünüp başıma gelebilecekleri abartabilirdim. Sabahın tatlı huzurunu içime çekme hakkını kendimde görmeyip tam tersi kendime ceza vermeye çalışabilirdim.
Meditasyon yaparken kabul etmek ve zorlamak kavramları kendini nasıl gösterir? Diyelim nefesime odaklanıyorum ve kendimi başka düşünceler içinde yakaladım. Kabul etmek, kendime şunu diyerek oluyor: “Düşüncelere dalmışım. Tekrar nefese döneyim”. Zorlamaya örnek olabilecek iç konuşmalar da şöyle olabilir: “Düşünceler içinde kaybolmamalısın”, “Nefesine odaklanmayı bile beceremiyorsun”, “Ne kadar saçma düşünceler içindeyim”, “Düşünme” v.b. Nereden mi biliyorum, çokça yapıyordum, şimdilerde daha az yapıyorum.
Meditasyon sırasında, olanı olduğu gibi kabul etmek kendini bazen şöyle gösteriyor: Nefese odaklanıyorum. Bir bakmışım düşüncelere dalmışım. Hadi döneyim diyorum, bir bakmışım tekrar aynı düşüncelerdeyim. Böyle birkaç tekrar olunca nefese odaklanmayı bırakıp, düşünceleri izlemeye başlıyorum. Yani düşüncelerin o anda güçlü bir akış içinde olduğunu kabul etmiş ve meditasyonu ona göre esnek bir şekilde değiştirmiş oluyorum.
Meditasyon üzerine derin sohbetler yaptığım bir arkadaşım, batık maliyet yanılgısının (sunk cost fallacy) bu kavramlara güzel bir örnek olduğunu söylemişti. Bir şeyden zarar ediyor olsak da o şeye daha önce çokça yatırım yapmışsak, o şeye yatırım yapmaya devam ediyoruz. Bunun finansta, iş dünyasında, günlük hayatta çokça örneği mevcut. Olanı olduğu gibi kabul etmek bizim bu tuzağa düşmemizi de engelliyor.
Herhangi bir kişiyle bir ilişki içerisindeyken, o kişinin belirli özelliklerine karşı direnç gösterebiliriz. Başka türlü olması için zorlayabiliriz. Bu direnç, ilişkiyi sürekli bir çatışma haline getirebilir. Ancak kabul etmek, kişinin tüm özelliklerini, olumlu ve olumsuz yanlarıyla kabul etmek anlamına gelir. Karşıdaki kişiyi olduğu gibi kabul etmeye başladığımızda, bize iyi gelecek açılımları daha özgür düşünebiliriz.
Sonuçta, olanı olduğu gibi kabul etmek, birçok durumda kendimizin ve sevdiklerimizin huzurunu ve refahını artırmamızı sağlıyor. Kendi içinde zorlu olan durumları görmek ve kabul etmek, bu durumları değiştirmek için atacağımız adımların da başlangıcı olabilir. Meditasyon, olanı olduğu gibi kabul etmeyi bir alışkanlığa dönüştürmemizi sağlıyor.
Şimdi sabah kahvemi içerken, uykusuz geçen bir gecenin günü bana neler getirecek diye merakla bekliyorum.