Seçim sonrası neredeyse herkeste oluşan ümitsizlikten ve hayata küsme halinden kurtulmak mümkün mü? Bunun için neler yapabiliriz? Acaba mega makro şeyler yerine mikro şeylere odaklanmak daha mı doğru?
Şu sıralar kendi çevremde kiminle buluşsam, sohbet sonrası elimde kalan duygu, Zeki Demirkubuz’un meşhur tweetinde aktardığı duygu oluyor. “Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum” dediği tweetten söz ediyorum elbette.
Nitekim, yazıda alıntılamak için arattığımda, son genel seçimlerin ardından, bir kesimin adeta koro halinde bu söze atıfta bulunduğunu gördüm. Kaydır kaydır bitmedi, o derece yani.
Bu yüzden, artık buna “Demirkubuz Sendromu” desek, alıntıyı uzun uzun tekrarlamadan anlaşırız gibi geliyor.
Gördüğüm kadarıyla seçim sonrası bu sendromu yaşayanların çoğu yani belki de Türkiye’nin yarısı, “artık siyasi gündemi takip etmek istemiyorum, siyaset konuşmak istemiyorum” dileklerini de peş peşe sıralıyorlar.
Muhalefet liderlerine olan tepki bile seyrelmeye ve “ne haliniz varsa görün” bıkkınlığına yerini bıraktı.
Televizyonlardaki “konuşan kafaları”, ben zaten oldum olası hiç izlemezdim ama etrafımdaki en azılı izleyicilerinin bile “amaaan cak cak konuşuyorlar başka bir şey yok” bıkkınlığıyla bir alternatif aradıklarını gözlemliyorum.
Ülkede şu an fena halde eski tip bir Flash Tv (haber kanalı olan yeni hali değil, 24 saat halay çekilen eski hali) açığı var gibi geliyor bana. Biri bu boşluğu görüp harekete geçerse, umutlu politik bireyler olarak girdiğimiz 2023’ten damat halayıyla çıkarız yani. (Televizyon kanalı kurma hazırlığında olduğu söylenen Ersan Şen bunu bir düşünsün derim.)
Peki bu “Demirkubuz Sendromu”ndan çıkış yok mu?
Bence buradan çıkmak için “homeostasis” yani “iç denge” üzerine yeniden düşünmek gerek.
Neydi Homeostasis, hatırlayalım: Sağlıklı bir sistem önce bir düzen içindeyse ve bu düzen bozulduysa yeniden eski haline dönmesi yani dengeyi bulmasıydı.
İnsanın hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için de bu iç dengeye ihtiyacı vardı.
Diyelim ki, Türkiye’nin bir dengesi vardı, 21 yıllık bir iktidar geldi ve bu denge bozuldu, sonra birileri yeniden eski günlere yani dengeye dönmeyi vaat etti ama olmadı. O nedenle şu an ruh halimiz feci halde dengesiz. Böyle düşünüldüğü müddetçe mutsuz olunacağı açık. Çünkü bu durum, muhalefeti de hataya zorluyor. Belki de herkesi mutlu edecek denge bu değil.
Brad Stulberg, Master of Change (Harper One, Eylül 2023) kitabında, 1980’lerin sonunda nörobilimci ve tıp profesörü Peter Sterling ve biyolog Joseph Eyer isimli bilim insanlarının ortaya attığı “allostasis” kavramından söz etmiş.
Kitap ABD’de bile daha geçen hafta çıktığı için henüz Türkiye’de edinip okumadım elbette ama Big Think sitesinde yer alan tadımlık bir parça beni “allostasis” kavramı üzerine düşündürmeye yetti.
Allostasis, Yunanca değişken anlamına gelen ‘allo’ ve ayakta durmak anlamına ‘stasis’ kelimelerinin birleşimiyle üretilen bir kelime. Dolayısıyla Allostasis de “değişim yoluyla istikrar” olarak tanımlanabilir.
Homeostasis; ‘düzen, düzensizlik, düzen’ şeklinde işlerken, Allostasis; ‘düzen, düzensizlik, yeniden düzen’ şeklinde işliyor.
Homeostasis’teki nihai amaç ‘düzen’ ile Allostasis’teki ‘yeniden düzen’ arasındaki fark önemli. Çünkü bunca yıldan sonra büyük bir değişimden korkanları ikna edebilmenin yolu da “allostasis”i yani “değişim yoluyla istikrarı” anlayabilmek ve anlatabilmekten geçiyor bana kalırsa.
Bu, sadece siyaset için değil, aktif siyasetin içinde olmayan bireylerin iç dünyası için de geçerli.
Türkiye, 21 yıldır aynı iktidar partisi tarafından yönetildiği için makro siyasete çok fazla kilitlendik. Bu nedenle son seçimde, ekonomik krizin de etkisiyle “değişim umudu” daha baskın bir tutum oldu. Haliyle seçim sonrası oluşan hayal kırıklığı ve depresyon da büyük oldu.
Brad Stulberg, depresyon sonrası iyileşmenin yoğun psişik acı yaşamadan önceki halimize dönmek olmadığını, aksine duygusal sıkıntılara karşı daha büyük bir tolerans kazanmak ve acı çeken diğer insanlara karşı, artan bir şefkatle ilerlemek olduğunu söylüyor.
Oysa homeostasisten söz ediyor olsaydık sadece depresyondan önceki halimizi hedefleyecektik.
İşte seçim sonrası artan Demirkubuz sendromundan çıkmak için de kilit kavram bu. Eski dengemize dönmenin değil yeni bir dengenin arayışı içinde olmak.
Yani Enis Batur’un Sarnıç’ında (Nisan Yayınları, 1985) yer alan meşhur “Döndüm ki, döndüğüm yerde değilim” dizesindeki gibi bir durum. Peki bu nasıl olacak?
Bence bu değişimin yolu, önce kendi ‘düzenimizi,’ ‘yeniden düzen’ diye değiştirmekten geçiyor. Örneğin; değişimin tek yolunun makro siyasetteki büyük değişim olacağı takıntısından çıkmak gerekiyor.
Bazen değişim, mahallede yanmayan bir sokak lambasını yakmak için mücadele etmekten başlar. Bazen değişim, herkesin “şu iktidar gitsin de bakarız” diye düşündüğü ve teferruat gördüğü şeylere kafayı takıp onları değiştirmekle başlar.
İnsanları makro siyasetin büyük bir kesinlikle böldüğü kamplar yerine; daha küçük, önemsiz gibi görünen mikro ortak faydalarda birleştirmek değişim için bir kıvılcım olabilir.
Örneğin; yanmayan sokak lambası, o mahallede kime oy verdiği fark etmeksizin herkesin sorunu. Bir mahalleye giden otobüs seferlerinin azlığından yakınmak yerine, bunu değiştirmek için mücadele eden ve sonunda değiştiren kararlı bir ya da bir grup vatandaş aslında sonuç odaklı politika yapmış olmuyor mu?
Sosyal medyadaki bireylerin veri hakları konusunda toplumu bilinçlendirip mücadele etmeye kafaya takmış birisine, sırf makro siyasi gelişmelerde slogan atıp durmadığı için siyasetle ilgilenmiyor diyebilir miyiz?
Bu nedenlerle, hayatta küçük, önemsiz gibi görünen şeylere kafayı takarak değişim yaratan insanlara saygım giderek artıyor.
“Şimdi sırası değil, ooo ona gelene kadar, iktidar değişsin de bakarız” gibi dudak bükmeyle karşılanan teferruatlara odaklanmaktan söz ediyorum. Bunlara odaklanıp apolitik olalım filan da demiyorum kesinlikle ama küçük değişimleri, büyük değişimlerin sonrasına erteleyen hiyerarşik bakış üzerine yeniden düşünmeyi kastediyorum.
Belki büyük değişimlerin yolu, “şimdi sırası değil” denen küçük şeyleri değiştire değiştire ortak fayda ve ortak ruh yaratmaktan geçiyordur. Belki “değişim yoluyla istikrar” böyle sağlanabilir.
Hazır vakit varken bir de bunu denesek mi? Güzel laf etmiş, insanın yüreğine dokunuyor o ayrı ama kim bilir, belki de Zeki Demirkubuz o kadar haklı değildir?