‘Bi tık’ Türk Dil Kurumu sözlüğüne girdi
Türkçe edebiyatın en önemli kalemlerinden Feyza Hepçilingirler, Girit'ten Ayvalık'a gelen bir aile üzerinden, bir imzayla hayatları değişen yüz binlerce insanın kaderini anlatıyor. 10Haber Kırmızı Kedi tarafından yayımlanan mübadele romanı ‘Zesto Psomi’den tadımlık sunuyor.
Feyza Hepçilingirler, öykü, roman, çocuk ve genç kitapları, deneme, inceleme, eleştirileriyle Türkçenin en önemli edebiyatçılarından biri. Hepçilingirler özellikle Türkçeye sunduğu katkılarla biliniyor. Yazarlık hayatı boyunca dilin doğru ve iyi kullanılması için çalışan Hepçilingirler, bu misyonunu Türkçenin yanlış ve kötü kullanımını eleştirdiği ‘Türkçe Off’ kitabıyla taçlandırdı.
2014’te TÜYAP İzmir Kitap Fuarı Onur Yazarı olan Hepçilingirler, aralarında Sait Faik Hikâye Armağanı, Yunus Nadi Öykü Ödülü ve Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nün de bulunduğu pek çok ödüle değer görüldü.
Öyküleri Fransızca, Almanca, İngilizce, Sırp-Hırvatça ve Slovenceye çevrilen Hepçilingirler, bu kez Girit’ten Ayvalık’a gelen bir aile üzerinden, bir imzayla hayatları değişen yüz binlerce insanın kaderini anlatıyor. Kırmızı Kedi tarafından yayımlanan ‘Zesto Psomi’ (Sıcak Ekmek) romanı hafızalardan hiç silinmeyen bir mübadele öyküsü.
10Haber, kaderi bir gecede değişen yüz binlerce insanın hikayesini anlatan ‘Zesto Psomi’den iştah açıcı bir tadımlık sunuyor.
Kızarmış Hamur Kokusu
Denizden gelen rüzgârın çarptıkça bıraktığı tuzdan lekelenmiş camların arkasında gürültüyle yağan bir yağmur ve uğultulu bir fırtına vardı. Fırtınayla sağa sola savrulan yağmur, küçük gemici kahvesindeki tütünlü, adaçaylı, anasonlu nefeslerin buharıyla terlemiş camlarında yol yol izler bırakır- ken kapı açılmadıkça soğuğunu ve gürültüsünü duyurmuyor- du içeriye. Kapının her açılışında denizin uzattığı bir kırbaç, kahvenin ortasında bütün haşmetiyle şaklıyor, içerinin esrikleştirici kokusuyla uykuya geçmek üzere olanların kimini yalnızca irkiltiyor, kimini yerinden sıçratıyordu. Daldıkları uzak denizlere ilişkin buğulu hayallerden silkinerek uyananlar, hâlâ Pire limanındaki bu unutulmuş kahvede olduklarını fark ettiklerinde yeniden o uzak hayallere dalmak için acele ediyorlardı. Yüzlerine yedikleri şamarla canlandıklarından, yeniden hayale dalmaları ancak içeri girenin yerleşip oturması ve kapının hiç açılmamış gibi olmasıyla mümkün olabiliyordu. Az sonra nefesler yeniden burada günün ağarmasını ya da akşamın çökmesini bekleyen pek çok çarkçı, kamarot, tayfa, yağcı gibi gemiciye, denizciye, balıkçıya hizmet vermiş bu dökük, pis kahveyi ısıtmaya başlıyor, dışarıdaki fırtına unutulur gibi oluyordu.
Şafak sökmek üzereydi ama fırtına ve yağmurun dineceği yoktu. İki yılı aşkın bir zamandır memleketinden uzaklarda olan Hasan, Girit’e dönmek için böyle bir havayı seçmişti işte. “Seçme” sayılmazdı pek. Bir gece önce kafalar iyice dumanlandığında bir vatan hasreti çöreklenmişti bağrına. Son zamanlarda duyduğu kötü haberler yüzünden orada bıraktıklarını merak ediyordu. Kimseye haber vermeden kaçar gibi ayrıldığı için dönmeye pek yüzü yoktu. Bu yüzden erteleyip duruyordu gidişini ama dün gece ne olduysa birden kararını verdi. Girit’e giden ilk gemiye binecekti. Hemen ertesi gün bir gemi olduğu- nu öğrenince de kararı kesinleşiverdi. Girit’e gidip gitmeme ko- nusunda birkaç ay değil, bir gün, hatta yarım saat önce bile kararsızken birden coşmuş, mümkün olsa hemen o an Resmo’da, evinde olmak istemişti. Onda bu kadar özlem uyandıran şeyin ne olduğunu anlayamamış, zaten bunu anlamaya da çalışmamıştı. Duyduğu her kötü haberle depreşen özleminin sonunda dayanılmaz olduğunu sanmıştı. Oysa onu hemen karar vermeye zorlayan, sadece bir kokuydu.