Almanya'da eski bir NATO sığınağında kurulan DarkWeb'in en önemli merkezlerinden biri nasıl çökertildi? Bu DarkWeb'in kurucusu Hz. Xennt ünvanlı kişinin amacı ne? Hapisten çıkınca ne yapmak istiyor? Bugünlerde belgeseli de yapılan olağanüstü bir öykü
26 Eylül 2019…
Saat 18.00…
Traben-Trarbach’ın binalarının ışıkları üzüm bağları arasından dolanarak şehire giren nehrin üzerine vurmaya başlamış…
İki katlı tipik Alman binasının kapısının üzerinde “Stadt Müble” yazıyor…
1680 yılında inşa edilmiş bir bina burası…
Bugün kasabanın en eski restoranı olarak hizmet veriyor…
Restoranın küçük bir salonundaki uzun masanın etrafında 11 kişi oturuyor…
Masanın başında oturan saçları uzun, uzaydan gelmiş tarikat şeyhine benzeyen kişi konuşuyor:
“Birimiz eksik…”
12 kişinin davet edildiği yemekte masaya biraz sonra servis başlıyor…
Yirmi Birinci Yüzyıl “Karanlıklar Dininin” peygamberi Hz. Xennt’in 11 havarisi ile yiyeceği yemek bir eksikle başlamıştır…
Bu, biraz zorlasanız adını “Cennet” olarak okuyabileceğiniz, Hz.Xennt’in son yemeği olacaktır…
7 Mart 1998…
İrlanda’nın başkenti Dublin’de yayınlanan Irish Times gazetesinin o günkü manşetinde şu haber vardır:
“Dublin’li adam bilgisayar parçası hırsızlığı suçuyla tutuklandı…”
Adamın adı George Michael’dır…
İrlanda ve İngiltere o tarihten sonra bu adamın adını sık sık duyacaktır.
Ama bu defa artık iki başka ismi vardır…
Biri “Mr. Green…”
Yani “Bay Yeşil…”
Öteki ise “Penguen…”
Kamuoyu onu “Bay Yeşil” adıyla daha çok işitecektir.
Çünkü Bay Yeşil o küçük bilgisayar parçası hırsızlığı ile başladığı suç kariyerini sonraki 20 yıl içinde çok daha büyütecek ve sonunda İrlanda tarihinin en büyük suç örgütü lideri olacaktır.
Yani İrlanda Mafyasının “Capo di Tuti’si…”
İrlanda medyası ona şu ismi takmıştır:
“The Last Godfather…”
Son Baba…
2017 yılı Dublin…
Sunday World Gazetesinin “Suç örgütleri” muhabiri Nicola Tallant’a bir email mesajı ulaşır.
Kimden ve nereden yolladığını bulamadığı mesajda şu yazılıdır:
“Mr. Green Traben-Trarbach’da…”
Tallant 20 yıldır kimsenin bulamadığı Mr. Green’in peşine düşen gazetecilerden biridir.
Ancak ihbarda belirtilen yerin adını hiç duymamıştır.
Haritaya bakar, Almanya’nın Rheinland bölgesinde küçük bir kasabadır.
Nüfusu 5 binin üzerindedir. Ama Evanjelik Hristiyanlığın da güçlü bir merkezidir. Şehrin en tanınmış yerlerinden biri din müzesidir.
Nicola Tallant önce bu ihbara fazla önem vermez.
Bu kadar büyük bir mafya elebaşısının Almanya’nın küçük bir kasabasında 20 yıl boyunca görünmez olarak yaşaması mümkün gelmemiştir ona.
Ama ihbarda ilginç bir ipucu vardır.
Bir araba plakası…
Bu bilgi gazetecilik yanını harekete geçirir, yanına fotoğrafçı alıp kasabaya gider.
Kasabaya çok sisli bir günde girer.
Bir köprünün üzerinde durup geçen arabaların plakalarına bakmaya başlar.
“Bu kadar küçük bir kasabada mutlaka önümden geçecektir” diye düşünür.
Ancak bu plakada bir araba geçmez.
Üçüncü günde umudu azalmaya başladığı sırada kasabanın merkezine gider ve orada dolaşmaya başlar.
Bir süre sonra o plakayı görür.
Bir sokağın kenarında park edilmiştir.
Ve çok beklemeden uzaktan gördüğü adamı tanır…
Yıllardır peşinde koştuğu Mr. Green’dir bu…
Elinde bir paketle sokağın ilerisine doğru yürümektedir.
Yanındaki fotoğrafçı deklanşöre basar…
Takip etmeye başlarlar.
Mr. Green sokağın biraz ilerisinde garip görünümlü bir adamla buluşur.
Ve bir süre birlikte yürürler…
Deklanşör bol bol çalışır…
İki gün sonra Sunday World Gazetesinin manşeti şu başlıkla çıkacaktır:
“Son Godfather…20 yıllık bir avdan sonra onu yakaladık…”
Aynı gün ABD’de Quantico’daki FBI Merkezi…
Dublin’le Washington DC arasında 5 saat fark vardır ve öğleden sonra erken bir saatte Sunday World’un birinci sayfası uyuşturucu ile mücadele bölümünden bir ajanın ekranına düşmüştür.
Yanındaki ekranda ise büyükçe bir yazı görünmektedir:
“Wall Street Market…”
FBI Ajanı parmağını gazetedeki fotoğrafta Mr. Green’in yanında uzaydan gelmiş gibi duran garip adamın üzerine koyarak sorar:
“Bu herif de kim…”
Uyuşturucu baronu Mr. Green’i tanımaktadır, ama yanındaki uzaydan gelmiş gibi duran adamı merak etmiştir.
“O herif”in kim olduğunu o gün öğrenecektir…
Dublin’le Berlin arasında sadece 1 saat fark vardır, Almanya başkentindeki istihbarat birimi yandaki ikinci adamın kim olduğunu anında öğrenmiştir.
Çünkü bu 2013’den beri izleme ağında bulunan biridir..
“Xennt….”
Tam adıyla Herman Johann Xennt…
Xennt tarihi binalara meraklı bir çocuktu. Özellikle de Nazi döneminde yapılmış “Bunkerler” (Korunaklı sığınaklar) çok ilgisini çekiyordu.
Oysa belirgin bir klostrofobisi vardı ama bu duygusuna mani olamıyordu.
Gizemli bir hava vermek için Xennt adını almıştı ve kendisine sadece böyle hitap edilmesini istiyordu.
Aradığını 1995’te bulmuştu.
Kuzey Denizi kıyısında Goes kasabasında NATO tarafından Soğuk Savaş döneminde inşa edilmiş bir bunkerdi bu…
Bir arkadaşı ile birlikte bu terk edilmiş sığınağı ve etrafındaki araziyi almıştı.
İnternet’in yükseliş yıllarıydı ve yavaş yavaş aklında bir fikir gelişmeye başlamıştı.
“Kurşun geçirmez bir internet bunkeri…”
Yani interneti dışardan gelecek saldırılara karşı koruyacak bir sığınak…
Ancak 2000’li yıllar başladığında bu masum fikir yavaş yavaş dini bir inanca dönüşmeye başlayacaktı.
Tanrı tarafından ona “Masum internet kullanıcılarını dışardan gelecek saldırılara karşı koruma misyonu…” verilmişti sanki.
İşte tam o sıralarda tam aradığı insanla karşılaşacaktı…
Sven Olaf Kamphuis…
Bir de şifrelenmiş kod adı vardı:”CB3ROB…”
Bir internet dâhisiydi…
Daha 1996’dan itibaren, “Hackerlık” ne, onun sanatını öğrenmişti.
Kıramayacağı şifre yoktu…
Kendisini bir “Özgürlük aktivisti” olarak görüyordu.
2000 ile ile 2010 arasında bu kendine has özgürlük anlayışı onu Wikileaks aktivistlerinin safına çekecekti.
Wikileaks belgelerinin sızmasının arkasında onun internet dehası da vardı.
Aynı yıllarda “Pirate Bay” (Korsanlar Koyu) hareketinin içinde de olacaktı.
Bunun sonunda Barcelona’da tutuklanmış ve 246 gün hapis yatmıştı.
Hudili, kapşonlu yeni “Hacker” neslinin prototipiydi adeta….
Ve bu yol onu sonunda Hz. Xennt’le buluşturacaktı.
Böylece internet tarihinin en karanlık sayfası, “Darkweb” dönemi açılacaktı.
Yani internetin en kararlık ve en tehlikeli, en kontrolsüz mahallesi iskana açılıyordu.
2012 yılında kurdukları şirketin adı, Sven’in yazdığı bir programdan esinlenen “CyberBunker” olmuştu.
Artık NATO’nun eski sığınağının yerin 5 kat altına inen bölümlerinde dünyanın en gizli ve tehlikeyi laboratuvarı kuruluyordu.
Burası internetin “Sonsuz özgürlük korunağıydı…”
Kurdukları şey bir “internet servis sağlayıcısıydı…”
Buradan hizmet alan internet kullanıcılarına kimse dokunamıyordu…
Çünkü burası, onların deyimi ile kurşun geçirmez bir bunkerdi…Yani kurdukları hizmet sağlayıcı servere ne devlet, ne polis, ne istihbarat, ne ordu, ne hacker çeteleri müdahale edebilir, sızabilirdi.
Yeraltındaki tapınak 2013 yılında bütün dünyanın internet sistemini yavaşlatacak, hatta çökertecek güce erişmiştir.
Bu sağlayıcı üzerinden internet kullananlar istedikleri her şeyi, her mahremiyetlerini hiç korkmadan yapabilirdi. Ve kimse de onlara dokunamazdı.
Devletin polisi bu bunkere giremezdi.
İki şartları vardı…
Çocuk pornosu ve terör…
Onlara bu bunkerde yer yoktu.
Ancak kendilerini özgürlük tapınağı şövalyesi ilan eden bu şirketin ilk müşterileri hiç de bekledikleri insanlar olmayacaktı.
Bu siber sığınağın ne olduğunu ilk keşfeden kişilerden biri ise oradan uzakta, kendisi de yeraltında yaşayan biriydi…
Mr. Green…
Mr. Green veya gerçek adıyla George Michael uyuşturucu trafiğinde köşeye sıkışmıştı…
Pablo Escobar 2 Aralık 1993’te öldürülmüştü.
Avrupa’nın bütün limanları artık sıkı denetimdeydi.
Arnavutluk ve Türkiye kapısı henüz keşfedilmemişti…
İşte böyle bir anda CyberBunker onun kafasına dahiyane fikri soktu…
Uyuşturucuyu internet üzerinden satmak.
Ve sokaktaki lümpen “dealer”(satıcı) yerine çok daha emin, pratik ve sağlam, paranızı kesinlikle tahsil edebileceğiniz yeni bir dağıtıcı profili çizmişti kafasında…
Dev dağıtım ağı ile “Amazon”…
Böylece uyuşturucu sektörünün en büyük babaları bir anda yeraltındaki bu kurşun geçirmez internet sığınağının müşterisi olmuştu.
Darkweb yani karanlık internet doğmuştu…
Opioidler, kokain, fentanil ve bütün uyuşturucular artık evlere buradan e-ticaret yoluyla paketler içinde gidiyordu.
2017 yılına gelindiğinde Darkweb’de 6500 tedarikçi olmuştu.
Yılda 1.1 milyon kullanıcıya uyuşturucu buradan gidiyordu…
Bunu kullanan karanlık çetelerden biri de “The Wall Street Market” adlı platformdu…
Yani aynı yıl Quantico’daki FBI ajanının önündeki açık ekranda yazan isim…
Yani DarkWeb’in en ünlü karaborsa dijital işlem platformu…
İrlandalı kadın gazetecinin Sunday World gazetesinde manşetinin patladığı gün internetin karanlık aleminde durum böyleydi…
Nicola Talland İrlanda’nın en büyük mafya şefini bulduğunu zannediyordu.
Ama bilmeden dünyanın en karanlık yeraltı teşkilatını ortaya çıkarmıştı…
O manşetin çıkmasından kısa süre sonra, 20 Aralık 2018 günü Traben-Trarbach kasabasındaki siber sığınağın kapısına bir kadın gelir.
Adı Julia’dır…
Temizlikçi olarak çalışmak üzere başvuru yapmak istediğini söyler.
Referans olarak da orada çalışan Harry adlı erkek arkadaşının ismini verir.
Erkek arkadaşı Harry iki ay önce bahçıvan olarak girmiştir.
O sırada bunkerde çalışan insan sayısı 11’dir…
Bunker yeraltında olduğu için bu klostropik ortamda çalışacak eleman bulmakta zorlanmaktadırlar.
Ayrıca ücret neredeyse yok denecek kadar azdır. Çünkü çalışanların çoğu “Özgürlük ideali ile” çalışan gönüllü genç insanlardır.
Bu ideal şirketin logosuna da yansımıştır.
Şirket logosunun altında “Republic of CyberBunker” yazmaktadır.
Yani “Sibersığınak Cumhuriyeti…”
Burayı bağımsız devlet ilan etmiş, pasaportunu bile basmışlardı.
Ve burada hiçbir devletin parası geçmiyordu.
Ancak çalışmaya gelen herkes onlarla aynı ideali paylaşmıyordu…
Bunkere bahçıvan olarak giren kişi aslında Alman istihbarat örgütü ajanıdır.
Bir süre sonra ikinci bir elemanı temizlik işçisi olarak sokmuştur.
Sven bu kişilerden şüphelenir ama ideallerinin yüceliğine o kadar inanmışlardır ki, fazla önemsemezler…
İdealizmin verdiği bu özgüven onlara pahalıya patlayacaktır.
İçeri sızan iki istihbarat ajanı Darkweb’in kalesini yıkmak için düğmeye basmıştır.
Alman polisi orada çalışanları içeri girerek gözaltına almak istemez…
Çünkü baskını öğrendikleri an dijital verileri yok edecekleri endişesi taşırlar.
O nedenle çalışan 11 kişiyi dışarı çekip orada gözaltına almayı ve aynı anda bunkere girmeyi planlarlar.
Bu görevi bahçıvan Harry yapacaktır.
Bahçıvan dedesinin öldüğünü, kendisine ondan bir şeyler kaldığını söyler. Burada çalışmaktan ötürü çok mutludur…
O nedenle minnet duygusu göstermek için bütün çalışanları kasabada yemeğe davet eder.
Bütün personele davet iletilir.
Siberbunkerin 11 çalışanı kasabanın 1680 yılından kalma en eski binalarından birindeki restoranın kapısında buluştuğunda saat 18’dir…
Restoranın kapısında “Stadt Müble” yazmaktadır.
Masaya otururlar, tam yemeğe başlayacakları sırada Hz. Xennt’in sesi duyulur:
“Birimiz eksik…”
Olay ikinci yemek servisi başladığı an patlar…
Alman Özel Harekat Biriminin elemanları bir anda içeri dalar.
Hiçbirini kaldırmadan ellerini sandalyelere bağlar ve kafalarına kukuleta geçirirler…
Aynı anda bir başka harekat birimi bunkere girmektedir.
İdeallerine inanmış bunkerciler bütün odaların kapısını açık bırakmıştır…
İçerdeki bütün bilgisayarlara elkonur.
DarkWeb’in tapınağı çökmüş, o akşam karanlık aleminin 2 PetaByte verisi polisin eline geçmiştir.
Kurşun geçirmez internet delik deşik olmuştur.…
Bir anlamda devletler Wikileaks’in intikamı da almıştır…
Dante’nin dijital cehenneminin kapısı açıldı, ama sorun çözüldü mü…
Şimdi geriye büyük bir tartışma kaldı…
Hz.Xennt kimdir?
İnternetin en masum tarafının peygamberi mi…
Yoksa cehennemin en korkunç zebanisi mi…
Xennt 5 yıl 9 ay hapse mahkum oldu.
Almanya’da bir hapishanede kendi sessizliğine çekildi.
İlk ve son defa Netflix’te bu olayı anlatan belgeseli yapanlara konuştu.
Şirketin kurucusu Xennt, Netflix belgeseline yaptığı açıklamanın ilk bölümünü bir yazılı bir metinden okudu ve şunları söyledi:
“Biz herhangi bir suçun müsebbibi değiliz. Alman yargısı, basın veya başka hiçbir şey beni korkutamaz ve durduramaz. Çünkü ben temel hakların, iletişim uğruna iş ve özel hayatından mahrum bırakılanların yanındayım. Mahremiyet temel haktır. Herkesin mahremiyete hakkı vardır. İletişim teknolojileri ilerledikçe üçüncü şahısların bizi dinleyip gözetlemesi de kolaylaşıyor. Şuna emin olun. Benim gibi insanların internetin geleceğinde epey etkisi olacak. Sorun insanlığın buna hazır olup olmaması. Gelecek için çok planım var. Buradan çıkacağım ve kaldığım yerden devam edeceğim. Çünkü yapmak istediğimi yapmak isteyen ve yapabilecek başka kimse yok. ”
Xennt konuşmasını şöyle bitiriyor:
“Beni durduramazsınız… Hedeflerime ulaşacağım. Her şey hazır. Sadece eve gitmek kaldı. Daha iyi bir dünya yaratma idealimi eninde sonunda hayata geçireceğim. Kimse beni durduramaz.”
Xennt kendini bu hareketin peygamberi, yapmak istediğini de Tanrı tarafından kendine indirilmiş emir olarak görüyor…
Ya Onuncu Havari….
CB3ROB….
Onuncu havarinin bir adı da “Veliahd prens”ti…
Yani Sven….
26 Eylül akşamı yenilen o son yemekte Hz.Xennt’in “Birimiz eksik” dediği kişi oydu…
Onuncu havari o akşam yemeğe gelmemişti…
Sven hala tutuklanmadı…
Tutuklanmadığı için ceza da almadı…
Ortalıkta hiç görünmüyor…
Söylenenlere göre başında yüzünü örten kukuleta ve hudili sweatshirtüyle evsiz bir vagabond gibi o yeraltından bu yeraltına dolaşıyor.
Bu olaylardan sonra o da ilk ve son defa Netflix belgeseline konuştu…
Onuncu Havari hala “Özgürlükçü aktivist” olduğunu söylüyor.
Hatta çocuk pornosu ve terör içeriklerinin yasaklanmasına bile karşı.
Netflix belgeselini yapanlar soruyor:
“Nasıl oluyor da sen tutuklanmadın? Kendini hukuktan üstün mü görüyorsun?”
Cevabı bence karanlık internet tarihine geçecek bir cümle:
“Çünkü sizin hukukunuzun içinde değilim…Ben hukuk dışıyım…”
Ve cümlesini şöyle tamamlıyor:
“Sadece sizin hukukunuzla kesişen birkaç şeyim var. Mesela adam öldürmüyoruz…”
DarkWeb hikayesi elbette burada bitmiyor…
Bu şahane belgesel yapay zeka çağında artık önümüzdeki soruyu şimdiden önümüze koyuyor:
Xennt gerçekten bir internet peygamberi midir? Kapkaranlık bir yeni dinin vahiycisi midir?
Yoksa internetin en karanlık aleminin “El Chapo’su mu…”
Ya Sven…
O Hz.Xennt’e ihanet eden Yahuda mıdır?
Yoksa ihanet ederek onu özgürleştiren ve onun Mesih olarak hapisten çıkıp dönmesini bekleyen gerçek havari mi…
Yapay zeka ile daha da karanlık hale gelecek bir alem insanlığın bu sorularına bulacağı cevabı bekliyor….
İnternet tarihinin bu en ilginç olayı, bu yıl bir Netflix belgeseli haline geldi ve “CyberBunker” adıyla 8 Kasım’dan itibaren gösterime sokuldu.
Bu hikayeyi o belgeselden aldığım bazı bilgiler ve bu konuda yayınlanmış bir çok gazete, dergi ve internet haberinden yararlanarak yazdım.
Ancak senaryonun kurgusu bana ait.
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?
20 Aralık 2024 - 6 Aralık akşamı Fahrettin Altun’un adamları CNN rejisini neden aradı?
19 Aralık 2024 - Bir Türk YouTuber’ın en derin mağara rekoru: Tam 185 milyon