İşim gereği film setlerinde çokça bulundum. Çekim daima bir yönetmen asistanının “sessizlik” diye bağırmasıyla başlar.
Birinin talep ettiği durumun tam aksine avazı çıktığı kadar bağırması bana her zaman komik gelmiştir.
Ancak etkilidir. Çünkü set civarındaki gürültü kesilir; oyuncuların sesleri duyulur hale gelir ve çekim başlar.
Sette gürültünün en çok arttığı anlar ise bekleyiş anlarıdır. Oyuncular, yönetmenler, asistanlar vs. bazen saatlerce setin kurulmasını bekler çünkü.
Bu arada konuşmalar, bağırmalar, çekiç ve matkap sesleri birbirine karışır.
“Sessizlik ve motor” sesinden sonra ise herkes tek bir şeye, çekime odaklıdır. Yemekli bir ortamda ayağa kalkıp konuşma yapmak isteyen kişinin kaşığı çatala vurup sesinin tek başına duyulacağı sükûneti talep etmesi de buna benzer.
Bunlar hayata dar bir açıdan baktığımızda fark ettiğimiz gürültüler.
Ancak biraz daha geniş plana çıkınca bunu çoğu kez unutuyoruz. Nasıl bir gürültünün içinde yaşadığımızın çok da farkında değiliz.
Gürültü sadece sessizliği beklerken anlamlı, ama bizim bu bekleyişlerimiz sessizlikle sonlanmıyor. Asıl sorun da burada başlıyor.
Geçen hafta Natalya Antelava’nın (Stanford Üniversitesi merkezli John S. Knight Gazetecilik Bursu yararlanıcılarının ortak blogu için) yazdığı bir makale tam da bu yüzden dikkatimi çekti.
Yazının başlığı iddialıydı: Gürültü yeni sansürdür.
Antelava özetle dezenformasyonu “sahte haber” şeklinde çerçeveleyerek korkunç bir hata yaptık, diyordu. Bu hatanın gazetecileri dezenformasyonun gerçek nedenleri yerine tepkisel ve savunmacı bir pozisyona sürüklediğini de ekliyordu.
Yazılarımı devamlı takip edenler bilir. Ben de sık sık platformların bünyelerinde paylaşılan yanlış bilgiyi düzenleme konusunda sorumluluk alması fikrini savunuyorum. Savunmaya da devam edeceğim.
Bunda ne yanlışlık var diyeceksiniz? Bir yanlışlık yok ama Antelava’nın yaklaşımı bence en az onun kadar önemli başka bir perspektif sunuyor.
Asıl sorun gürültü diyor.
Hakikati maskeleyenin dezenformasyondan çok gürültü olduğu gerçeğini ıskalıyoruz.
Böylece dezenformasyonla mücadele platformlara ve diğer oyunculara bir şeyler yapıyormuş gibi görünme fırsatı veriyor.
Hep birlikte dezenformasyonla mücadele ediyoruz, ama gürültü konusu hiç o şiddette tartışılmıyor.
Dezenformasyonun çokluğu bir tarafa, günümüzün ileti sağanağında gerçekten değerli ve yeterli olanı öne çıkarmak çok güç. Çünkü gazetecilik bu alandaki küratörlük rolünü yitirdi.
Basılı gazeteleri hatırlayın. Sınırları vardır. Eğer tekrara düşmeyecekseniz belli bir noktada bitirirsiniz. Basılı olduğu için bir gün önceki haberlerin kürasyonudur bu.
Gazeteciliğin özellikle sosyal medya sonrası yaptığı en büyük hata da burada. Sosyal medya akışına iki açıdan bağımlı hale gelindi. Birincisi içeriğini linklerle dağıtmak için bağımlılık. İkincisi sosyal medyanın durmayan akışına haber veya içerik yetiştirme telaşı.
Böylece haber siteleri şişti, şişti, şişti; hiç dezenformasyon yapmayanlar bile gürültünün kaynağı oldu.
Bu da asıl önemli işleri olan kürasyonu unutmalarını sağladı.
Aslında gazeteciliğin asıl krizi buydu. Yaklaşık altı aydır yazarlarından olduğum ve bu yazıyı da okuduğunuz 10Haber’in en sevdiğim tarafı da bu. Ana sayfa sabah erken saatlerde belirleniyor ve gün içinde çok az değişikliğe uğruyor. Bu da bana bir kürasyonla karşı karşıya olduğum hissi veriyor.
Son zamanlarda sağ üst köşede bir ‘son dakika’ sütunu belirdi, ama onu da insanların gözüne sokmuyor. Evet, sürekli yeni haber ekleyip sosyal platformlardan ve Google’dan trafik çekmemek bir gelir kaybı. Çünkü daha az reklam gösterirsiniz haliyle, ama uzun vadede bu bir yatırım da olabilir. Zaten e-posta yoluyla günlük bülten yollayan yeni nesil haber kuruluşlarının rekabet enstrümanı da bu.
Bugün üretken yapay zekâ ile yepyeni bir sıçramanın içindeyiz. Bir yandan dezenformasyon ve yanlış bilgi sorununu muazzam boyuta eriştireceğinden söz ediyoruz. Diğer yandan insan-makine iş birliğiyle bir yaratıcılık patlaması yaratacağı açık.
Yapay zekâ ile birlikte doğru da olsa vasat içeriğin rekor oranda arttığını ve artacağını da biliyoruz.
Siz de fark etmişsinizdir. Tüm bunlar aslında asıl sorun olan, ama fark etmeyi inatla reddettiğimiz gürültünün yeni kaynakları.
Peki gürültünün en uç noktası nedir? Hiçbir ses duyulmaması.
Öyle olduğu zaman yapay zekâ ile üretilen içeriğin ne anlamı kalacak ki?
Geçen hafta nasıl olduysa, aslında çok önceden ve belli aralıklarla hazırladığım aylık dergi yazılarının, verdiğim röportajların, kaydettiğim podcastlerin, çekilen videoların hepsini aynı iki gün içinde duyurmak veya paylaşmak durumunda kaldım.
Tek tek paylaşırken fark etmemiştim, ama biraz uzaklaşıp bakınca dehşete düştüm ve hatta bir paylaşımın üstüne “kendimden sıkıldım yeminle” diye bir üst başlık attım.
Paylaştığım işlerin hepsi farklıydı, ben de farklı zamanlarda hazırlamıştım zaten. Hepsinde kendimce anlamlı ve önemli bulduğum başka bir konudan bahsetmiştim, ama hepsinin üst üste yığılması sevimsiz bir manzara yaratıyor ve bir gürültü meydana getiriyordu.
Dolayısıyla bu işleri nasıl farklı zamanlarda yaptıysam, paylaşımlarını da farklı zamanlarda ve belli aralıklarla yapma konusunda ders alarak çıktığım bu tufandan.
İşte yeni medya alanında bence bundan sonraki en büyük yenilik de bu gürültüye çözüm olan yenilik olacak.
Bunu bir ya da birkaç haber sitesinin ya da kullanıcılarının el yordamıyla yapması çok zor. O gürültüye bir şekilde maruz kalacağız.
Ancak en azından haber sitelerinin ve gazeteciliğin de ötesinde içerik oluşturucuların bunu kendilerine bir sorması gerekiyor.
Yeni medya, adı üzerinde çağın gerekliliklerine göre yeni olana deniyor. Gazeteler, televizyon kanalları, hatta radyo bile bir zamanlar yeni medyaydı.
Sabah akşam yapay zekânın mucizelerinden ve hayatımızda değiştireceklerinden söz ederken yeni medyayı ve asıl hayatı değiştirecek büyük yeniliğin bu gürültüden hepimizi ama özellikle gençleri kurtaracak bir teknoloji ya da fikir olacağını düşünüyorum.
Üretken yapay zekâ uygulamalarında en çok kullandığım özelliklerden biri özetleme ya da sadeleştirme işi örneğin. Bakarsınız, bir devrimci yapay zekâ uygulaması gelir -ki şimdi bile var- tüm günlük haber akışımızı tam da ihtiyaçlarımız ölçüsünde mucizevi şekilde sadeleştirir ve o yeni medyanın yeni biçimi olur.
“Aaa, biz buna eskiden gazete diyorduk, nasıl göremedik gözümüzün önündeki basit fikri” deriz o zaman. Olamaz mı, olabilir?
Sosyal medya gürültüsü içinde kendine ait söz ve dizeleri zaman zaman İbn-i Arabi, Mevlâna gibi düşünürlere kaptıran kadim dostum Tuna Kiremitçi’nin de dediği gibi:
Mutluluk mu arıyorsun? Sessizliği arttır.