Duygu Soylu’dan ‘A Tribute To Onno Tunç’ konseri
O, Türkiye'de yerli müzisyenler kadar çok konser veren biri. Şanlıurfa'dan İstanbul'a, İzmir'den Gaziantep'e ülkenin dört bir yanında performans sergileyen Evgeny Grinko 25 Aralık'ta İstanbul'daki Zorlu PSM'de konser verecek.
Spotify verilerine göre dünya genelinde en çok dinlendiği beş kentinde de Türkiye'de yer aldığı Rus piyanist ile konseri öncesi bir araya geldik. Türkiye'de bu denli ilgi görmesi ve İstanbul'da yürümekten zevk aldığı semtleri konuştuk.
Türkiye onu, ağzında izmariti ha düştü, düşecek sigarasıyla piyanosu başında seslendirdiği şarkısıyla tanıdı. Klibi Rusya’nın kışı sert coğrafyasında çekilen ‘Valse’ şarkısını yayınlarken Evgeny Grinko, elbette ülkesinde karşılık bulmak istiyordu. Ancak hiç düşünmediği bir şey oldu ve 1984 Moskova doğumlu piyanist, belki de ülkesinden de çok Türkiye’de sevildi. O artık bizden biriydi. 13 yıl önce yayınladığı ‘Valse’ şarkısı o dönemler daha nezih bir ortam olan sosyal medyada bir kar topu misali büyümüştü.
Nedenini birazdan röportajda da okuyacağınız bir sebepten ötürü piyanist Evgeny Grinko 8 Kasım 2013’te İstanbul’daki Roxy’de verdiği konseri aradan geçen 10 yıla rağmen unutamamış. Bu hüzünlü ve minimal melodilerin sakin bestecisiyle 25 Aralık’ta Zorlu PSM’deki konseri öncesi bir araya geldik. ‘Valse’ şarkısının hayatını nasıl değiştirdiğini, minimal müziği, Türk yemeklerini ve İstanbul’da yürümekten en çok zevk aldığı yerleri konuştuk. Başlamadan önce “çok şey borçluyum” dediği şarkıyı da aşağıya bırakalım. Şarkının hikâyesini sorduğumuzda ise onu açıklamak için üzerinden biraz daha zaman geçmesi gerektiğini söylüyor.
-İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya. Bu şehirler Türkiye’nin en büyük kentleri olmakla beraber Spotify’a göre de sizin en çok dinlendildiğiniz yerler. Bu, yola çıkarken olmasını aklınızdan geçirdiğiniz bir şey miydi?
Elbette. tahmin etmezdim. Bu kuşkusuz açıklaması da zor bir şey. Kendi kendime bunun cevabını çok aradım. İnsanlar belki de 2013’te yayınladığım ‘Valse’ şarkısındaki halim ve ağzımdaki sigarayla özdeşlik kurdu. Ama muhtemelen esas neden müzikti. Çünkü benim ana konum müzik. Demek ki bestelerimdeki melodiler bu toprakların insanına temas etti ve bir anlam buldu.
-Daha eskilere gitmek istiyorum. Ünlü olmadığınız yıllara. ‘Valse’ten önce Evgeny Grinko neler yapıyordu? Müzik yolculuğunuz nasıl başladı?
Müzik her daim hayatımın merkezinde oldu. Rock müziği çok severim. Özellikle de 60, 70 ve 80’li yılların şarkılarını. Aslında bakarsanız bu, The Beatles’tan Nirvana’ya kadar geniş bir skala. Hatta ilk gençlik yıllarımda bazı avangart Rus topluluklarını da dinliyordum. Sonraları buna elektronik müzik ve caz da eklendi. Müzikleri keşfetmeyi seviyorum ve elbette klasik müzik de bunların içerisinde yer alıyor. Çocukluk yıllarımda bunları dinlerken ailem sayesinde piyano ile tanıştım. Sonrasında da işte buradayım.
Elbette. Unutmak mümkün mü? Kasım 2013’te Sıraselviler’deki Roxy’de konser vermiştim. Çok kalabalıktı. Bazı aksaklıklar olsa da kalabalık çok etkileyiciydi. Unutamadığım bir an da süveterimin kaybolması oldu. Kalabalıktan ötürü ortam ısınınca süveterimi çıkarmıştım. Bir daha da göremedim. Belki de o konsere gelenlerden birindedir.
-Minimal müzik hakkında ne düşünüyorsunuz? Öncelikle kendi müziğinizi bu türün içine dahil ediyor musunuz?
Ortalarda bir yerdeyim bence. Çünkü yaptığım müziğin tam olarak Philip Glass ya da Ludovico Einaudi gibi olduğunu söyleyemem. Ben aslında daha çok bunu sinematik müzik olarak tanımlamayı tercih ediyorum. Bunu daha yakın bir tanım olarak görüyorum. Minimal etkiler de var tabii.
-Minimal müziğin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Geçen ay bu türün önemli temsilcileri Joep Beving ve Fabrizio Paterlini ile de konuşma fırsatı bulmuştum. Elektronik müziğin daha fazla hissedileceği görüşündüler…
Belki de hiçbir şey değişmeyecek. Bundan 20 yıl önce çok daha küçük bir alan kaplıyordu. Her müzik türü gibi farklı türlerle de iletişime geçmesi mümkün. İlk başta sadece rock vard ancak sonrasında birçok alt dalı ortaya çıktı. Minimal müzikte de işler böyle gelişebilir. Bunu biraz da zaman gösterecek.
-Söz yine rock müziğe geldi. Az önce de çok sevdiğinizden bahsetmiştiniz. Ama bestelerinize baktığımızda rock müziğin etkisini gördüğümüzü pek de söylemek mümkün değil. Gelecekte böyle bir çalışma olabilir mi?
Konserlerimde ufak çaplı denemeler yapıyorum ara sıra. Ancak 2024’te bu konuda çok daha somut bir çalışmam olacak. Hazrlıklarımız sürüyor.
-Sizin, Türkiye genelinde konser için gittiğiniz yerlere henüz gidemeyenler var. Bu kentlerde nasıl bir manzarayla karşılaşıyorsunuz?
Hepsindeki deneyim birbirinden çok farklı. Kimisi daha muhafazakar kimisiyse daha az. Ancak değişmeyen bir şey var o da insanların dıuyguları. Konserlerim öncesinde, performansımı dinlemeye gelen müzikseverlerle diyalog kuruyorum. Büyük kentler ve daha küçük şehirlerde farklı insanlarla konuşup bu sayede ben de yeni şeyler öğreniyorum.
-İstanbul’a defalarca geldiniz. Burada vakit geçirmekten keyif aldığınız bir semt ya da bir cadde var mı?
Moda sokaklarında yürümeyi çok seviyorum. Genel olarka Moda’yı çok seviyorum. Orası bana hitap eden bir yer. Ama cadde olarak soruyorsanız Nişantaşı Rumeli Caddesi favorim. Onun dışında Bebek’te sevdiğim birkaç yer var. Oranın Boğaz kıyısında yürümek de çok hoşuma gidiyor. Genel olarak herkesin gittiği o kalabalık turistik yerlerde olmaktan kaçınıyorum. Sakinlik daha güzel.
-Peki bu yürüyüşleriniz esasında sizi tanıyan ya da yanınıza gelen oluyor mu?
İstanbul’da çay içmeyi çok seviyorum. Bu yüzden de çayı güzel olan mekânlara oturmayı tercih ediyorum. Özellikle de bu mekânlarda beni tanıyanlar oluyor. Kimisi bir fotoğraf çektirmek için dakikalarca utangaç bir şekilde bekliyor. Onlara neden bunca zaman beklediklerini soruyorum. Elbette ki yanıma gelebilirler; birlikte fotoğraf çektirebiliriz. Bunda çekinecek bir durum yok.
Sahneyi özel müzisyenlerle paylaşacağım. Takvim nedeniyle de yılbaşı ruhunu daha çok yansıtan bir programla dinleyicilerin karşısına çıkacağım.