Şu Anda Burada Mıyız: Çok çalışıp az kazanan yeni sınıf ‘prekarya’nın romanı

19 Şubat 2024
Bu haber 2 yıl önce yayınlandı

“Ne yazsa okurum” dediğim yazarlardan Pınar Öğünç’ün ilk romanı ‘Şu Anda Burada Mıyız’ anlattıkları, dert ettikleriyle pandemi süreciyle çok daha yıkıcı yaşanan genç işsizliği, ağır çalışma koşulları gibi sorunlara kısaca prekaryaya odaklanıyor.

Pınar Öğünç ne yazsa okurum dediğim yazarlardan. İki öykü kitabının ardından pandemide haber yaptığı insan hikâyelerini kitaplaştırdı, bu arada yine farklı hayatları anlattığı ‘Sen Ben O’ podcast’ini de unutmamak gerekir. Geçtiğimiz ay ise ilk romanını, novella da diyebiliriz belki, yayımladı. ‘Şu Anda Burada Mıyız’ anlattıkları, dert ettikleriyle pandemi süreciyle çok daha yıkıcı yaşanan genç işsizliği, ağır çalışma koşulları, parasızlık gibi sorunlara daha genel bir ifadeyle prekaryaya odaklanıyor. Okurken yazarın pandemi sürecinde gördükleri, dinleyip yazdıkları ve yaşadıklarının bu romana bire bir yansıdığını düşündüm.

Roman sıfırıncı bölümle ve bir masanın betimlenmesiyle başlıyor. “Krem kaplı bacaklarındaki uçuk pas lekeleri, Masa’nın bir geçmişi olduğunun işaretiydi. Yuvarlaktı. Plastik gibi görünen yeşil tonlarındaki desenli kaplaması aslında sentetik reçineyle sıkıştırılmış kat kat boş kâğıttan üretilmişti. Kapanıp açılabilen iki kanadı vardı ama hiç kıpırdatmadılar. Bazen sekiz kişiydiler ama hiç saymadılar.”

Olan biten şey aslında çok basit. Yan apartmandan su sızan, içinde kimsenin yaşamadığı eve hafta sonluğuna, ustalar işi halledene kadar göz kulak olacak, yani eve sızan suyu düzenli aralıklarla silecek biri gerekiyor. Ev sahibi Mazhar Bey altı ay önce rahmetli olmuş. Bu iş için Mazhar Bey’in torunu Cihan, babası tarafından çağrılıyor fakat her ne hikmetse evde kendilerini sekiz kişi olarak buluyorlar. Mutfakta elektrik sobasıyla ısınmaya çalışıp masanın başına diziliyor, sığmayan biri ikisi ise çöp kutusu, tezgah üstüne yerleşiyor. Birbirlerini tanıdıkça kendilerine zaman çizelgesi çıkarıyor, ıslanan yerleri saatte bir sırayla siliyor, görüntü olmadan sadece alt yazı okuyarak dizi izlemeye, kulaktan kulağa oynamaya, bir biçimde kıyısından köşesinden hayatlarını anlatmaya başlıyorlar.

Mazhar Bey’in cenazesinde tabutu taşırken ettikleri kavgayla herkesin aklında yer eden oğullarından Ekrem’i temsilen suyu silmeye ilk olarak çağrılan Cihan çevirmen, pek çok başarısız iş deneyiminden sonra korsan film sitesine üç kuruş para karşılığı alt yazı çeviriyor. Ablası Ferda ekonometri mezunu bir bankacı. Bankada uzun çalışma saatleri ve yıpranma sonucu istifa etmiş, catering sektöründe sil baştan kariyer yapmaya çalışıyor, telefonu hiç susmuyor. Arada günübirlik işlerde yanında çalıştırdığı Azra da gelmiş eve, Sosyal Hizmetler mezunu, ne iş bulsa çalışan, tezgahtarlık yaptığı zamanlardan dolayı ayakta durmaya, hatta uyumaya alışkın olduğu için mutfakta ayakta bekleyenlerden. Yine Ferda’nın arkadaşı Suzan, buraya arkadaşıyla baş başa hafta sonu geçirecek sanarak gelmiş. Suzan okurla roman arasında bağ kuran karakter. Coğrafya öğretmeni, yedi aydır işsiz. Parasızlıkla baş edemeyince yaşadığı küçük şehirden İstanbul’a ana-baba evine geri dönmek zorunda kalmış. Her bölüm o şehirde bıraktığı N’ye yazılan özlem dolu e-posta’larla bitiyor. Olan biteni de bazen bu e-postalar aracılığıyla öğreniyoruz.

Mazhar Bey’in diğer oğlundan olan torunu Erol da gelmiş. Nereden duydu bilmiyoruz. Borç harç çalışıyor, girişimci ruhlu, eşinden ayrılmış. Oğlu Doruk grubun en genci. On iki yaşında, evin salonunda bulduğu ansiklopedilerin ne olduğunu anlamıyor, ölümlere takıntılı ve anneanne babaanneyle büyüdüğü için nazar, kurşun gibi yaşından beklenmeyecek pek çok şeye hakim. Kenan ya da yakından tanıyanların tabiriyle Kendal, Erol’un arkadaşı. Evin yedinci kişisi. Pek çok yerde şoförlük yapmış, korsan taksi çalıştırıyor, gecesi gündüzü yok. Yukarıdaki alıntı “Bazen sekiz kişiydiler.” cümlesiyle bitiyor, işte o sekizinci kişi ilk on iki bölümde kendini çok az hissettirse de asıl olarak kitabın son sayfasındaki on üçüncü bölümde var oluyor. Romana üst kurmaca dokunuşu katıyor.

Kitabın ilk altmış sayfasında bahsettiğim on iki bölüm bitiyor zaten. Peki sonra ne oluyor? Sonra hiçbir zaman ev alamayacak, borçtan kurtulamayacak, çalışma şartları her geçen gün kötüleşecek, yırtamayacak bu insanların hikâyelerini öğreniyoruz birer birer… Onların istediği kadar, istedikleri biçimde. Bir yandan da zaman genleşiyor, mekân genleşiyor, evde geçirilen zamanın hesabını şaşırıyoruz, evden çıkıp dünyaya dağılıyor, pikniğe bile gidiyoruz. Mutlu olan, kahkaha atan karakterler görüyoruz. Hatta evin arkasındaki otelde çalışanlar da geliyorlar arada, pıt diye balkona tırmanıp üstlerinden saklanıyorlar, çok yorulanlar arka odaya uyumaya gidiyor molada… Coğrafya mezunu Suzan, tamirata başlayan ustalara duvarlar ardından CBS’yi anlatıyor, saatlerce kayalardan, kazılardan konuştuğu Nuhabi’yle ahbap oluyor. Biz bu bölümlerde kurulan dayanışmaya, topluca yaşanan evdeki düzene, Pınar Öğünç’ün pek çok detayı vermedeki ustalığıyla pekişen gerçekliğe öylesine kaptırıyoruz ki zamanda ve mekânda yapılan sürreal yolculuğun sonunda bağlandığımız on üçüncü bölümle sudan çıkmış balığa dönüyoruz.

Muhtemelen kentsel dönüşüme kurban gidecek evlerden biri olan bu dairede seksenli yıllardan kalan fayansların bile betimlenmesi, evde yaşlanıp ölen iki kişiden kalanlar, büfeye dizilmiş ansiklopediler, sessizlikte duyulan buzdolabı sesi gibi detaylar bana Pınar Öğünç’ün ikinci öykü kitabı ‘Beterotu’ndaki “Çimento”yu anımsattı. Öykülerini okuyanlar Öğünç’ün gözlemciliğinin ve detaylarda kurduğu hikâyelerin ne denli önemli olduğunu biliyordur.

Bu ilk romanda da öykü yazmaya daha alışkın olduğundan gerek, karakterlerin ayrı ayrı anlatıldığı bölümler beni içine daha çok çekti. Roman olarak ayrı ayrı öyküleri bağlaması gereken organik bağın biraz daha kuvvetli olması gerekiyor diye düşünüyorum. Yine de özellikle kurulan yapının çok incelikli olduğunu, hatta ikinci okuyuşta asıl olarak anlaşıldığını eklemeliyim.

Son olarak kitapta devamlılık sorunu olduğunu düşündüğüm küçük bir detay var. Doruk’un annesinin adı en başta Damla’yken romanın sonunda İlkay’a dönüşmüş. En başta isimlerin değişeceği kadar mı uzaklaştık gerçeklikten diye düşündüysem de gözden kaçmış olması daha mantıklı geldi.

Evet, şu anda buradayım ve kitabı bitirdikten sonra aklıma gelen o meşhur dizeyi yazmak istiyorum: “Masa da masaymış ha.”

Şu Anda Burada Mıyız?
Pınar Öğünç
Kolektif Kitap, Aralık 2023
153 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.