Murathan Mungan, 12 yıllık bir aranın ardından '995 km' ile yeniden romana döndü. 90’lı yılların 'faili meçhul' cinayetlerini siyasi bir perspektifle ele alan '995 km', 'Kara Polisiye' türünün edebiyatımızdaki -hiç kuşkusuz- en iyi örneği.
İsmini roman boyunca öğrenemeyeceğimiz bir adamın sabah saatlerinde gözleri açmasıyla başlıyor hikaye. Murathan Mungan kesin bir tarih vermemiş ama -olayların akışından- 1992 yılında olduğumuzu anlıyoruz. Mekan ise Diyarbakır.
Romanın anti kahramanı hakkında ilk izlenimler aynadan yansıyan görüntülerle verilmiş; “En ufak bir pırıltıdan yoksun soğuk, delici gözleri yüzünün sırvermez duvarını gördü üstündeki örtüyü kaldırıp baktığı aynada, ne zaman aynada yüzüne bakacak olsa kendine güveni yenilenirdi, çünkü kimseye bir şey söylemeyen yüzlerdendi onunki, belki de bu yüzden seçilmişti bu görev için, belki de Allah bile bu okunaksız yüzü, bu ketum gözleri bunun için vermişti ona, dünyaya hiçbir şey söylemesin diye. Ona bakanlar bu yüzde hiçbir şey göremesin diye”..
Zor bir hayatın içinden çıkıp gelmiştir adam: “Çocukluğunu yaşamamış, başının herhangi bir el tarafından bir gün olsun okşanmamış (…) ömrü de, gençliği de uzak akraba evlerinde geçmişti (…) Kaldığı evlerde en az yer kaplayacak biçimde durmayı öğrenmişti. Kendini silmeyi, varlığını evin enufak köşesine sığacak kadar geri çekerek fark edilmez olmayı.”
İlkokul ikinci sınıfında terk ettiği eğitimini camilerdeki okuma yazma kurslarında ilerletmiş, bir cemaatin ileri gelenlerinden ve cemaatin askeri kanadı Cihadın Askerleri’nin mollası olan Hoca tarafından keşfedilerek korumaya alınmış. Cemaatin ileriye dönük politikaları gereği JiİTEM’e katılması/sızması sağlanınca zorlu bir askeri eğitim almış.
O şimdi üstlerinin gösterdiği hedefleri -yani şahısları- yok eden bir tetikçi. Bu sefer listesinde ömrünü Kürt halkına adamış, “Koca Çınar” diye anılan yetmiş yaşlarında bir gazeteci-yazar var; Salim Baran.
Neden öldürülmesinin emredildiğini bilmeksizin Salim Baran’ı tuzağa düşürecek ve uğursuz görevini tamamlayacaktır. Hiç pişmanlık duymaz, tersine 41. görevini tamamlamanın huzuruna kavuşmuştur. Şimdi iz bırakmadan uzaklaşmak zamanıdır; Diyarbakır’dan Antep’e, Antep’ten Adana’ya ve en nihayetinde üstlerinin emriyle Alanya’ya kadar uzanan bir yolculuk…
II. Bölüm’de yeni karakterlerle tanışacağız. Fail-i meçhuller üzerine yoğunlaşan iki genç İstanbullu gazeteciye -Kerem’e ve Umut’a- Diyarbakır’a gittiklerinde yabancı bir haber ajansında muhabir olarak çalışan Rojda eşlik edecek. Alanya’da ise intikam hayalleri kuran genç bir ülkücü -Göktürk- çıkacak karşımıza. Ve kaderleri sürpriz bir sonda kesişecek…
Siyasi ve toplumsal meseleleri polisiye kurguya yediren romanları sevdiğimi sıklıkla tekrarlıyorum. Kendi ülkelerindeki suçları böyle bir fikriyattan hareketle ele alan pek çok yazar ve roman adı sıralamak mümkün. Polisiye yazımının daha doğrusu suç kurgusunun erken başlayıp çok geç olgunlaştığı ülkemizde de iyi polisiyeler üretildi elbette ama suçun tarihinini açığa çıkaracak, bu tarihi toplumsal tarihe bağlayacak türden romanlar neredeyse hiç yazılmadı, yazılanlarsa yetersiz kaldı. Oysa nice siyasi cinayetlere, katliamlara, yolsuzluklara, skandallara sahne olan Türkiye Cumhuriyeti malzeme anlamında çok ‘zengindi’.
İşte bu zengin malzemeyi -somut bir siyasi ve toplumsal tarihi- yerli yerinde, edebiyattan ve ayakları yere basan bir roman kurgusundan hiç ödün vermeden kullanmış Murathan Mungan. Tetikçi tiplemesiyle daha ilk sayfalarda yarattığı beklentiyi boşa çıkarmıyor, bir dönemin vehametini hikayesine sürükleyici bir suç kurgusuyla aktarmayı başarıyor. ‘995 km’yi Henning Mankell’in bir romanından ödünç alacağım bir cümle ile özetleyebilirim:
“Bu, politik gerçeklerin hikâyesidir; bu, doğrularla yalanların birbirinden ayırt edilemediği, hiçbir şeyin açıkça belirgin olmadığı bataklık sularında yapılan bir yolculuğun hikâyesidir.”
Geçekten de at izinin it izine karıştığı yıllardı 90’lar. Devletin içinde yuvalanmış karanlık güçler eliyle pek çok karanlık cinayetin işlendiği, katillerin korunduğu, JİTEM mensuplarının ya da Özel Harekatçılar’ın hatta milletvekillerinin uyuşturucu trafiğine karıştığı, hakikatlerin üzerinin örtüldüğü bir zaman dilimi…
‘995 km’ye işte bu dönemin puslu atmosferi hakim. Kimsenin kimin kim olduğunu bilmediği bir dönemin aktörlerini sıfatlarıyla katmış hikayesine Mungan; Salim Baran, Tilki Agit, Yüzbaşı, Eğitmen, ‘Yeşil Kaşkollu Deyyus’, Diyarbakır Emniyet Müdürü, Şeker Paşa, Vezir, Ağralı, Ağralı’nın gazetelere konuşmaya başlayan Özel Harekatçısı…
Dönemi yaşayanlar saydığım sıfatların sahiplerini tanımakta zorluk çekmeyecekler. Mesela Salim Baran’ın Musa Anter’den esinlendiğini söyleyebilirim. Mungan’ın isim ve zaman vermemesi söz konusu bulanıklığa vurgu yapmakla kalmıyor, bu olayların bir anormali olmadığını, başka bir zamanda, başka bir yerde ve başka aktörlerce yeniden sahneye konulabileceğini -hatta konulduğunu- hatırlatmak anlamına da geliyor.
Böyle bir soyutlamayı yapabilmek için belli bir zamanın geçmesi, malzemelerin toplanması, düşüncelerin olgunlaşması gerekir. Nitekim, 1993 yılında başladığı hikayeyi tam 30 yıl sonra tamamladığını söyleyen Mungan, bu gecikmenin nedenini romanda Rojda’nın ağzından açıklamış:
“Birbirinden acı bu olayları dayanılır hale getirmek için daha yumuşak kelimelere ihtiyaç var, kelimelerimin yumuşamasını bekliyorum, bu olaylar üzerinde durup derinleştikçe giderek onlar senin de hatıraların olmaya başlıyor çünkü”. Ve şöyle devam ediyor Rojda; “Her hikâyeye hak ettiği bir alan bırakmak gerekiyor, en zoru da olan bitenleri en nesnel biçimde aktarabilmek.”
Mungan’ın böylesine kirli, böylesine acı olaylarla dolu, utanç verici ama üzerinde artık neredeyse hiç konuşulmayan bir tarihi hem edebi hem nesnel olarak en iyi şekilde aktarabilmek için suç kurgusunu seçmesi isabetli bir karar. Zira, Meksikalı düşünür Alfonso Reyes’in de ifade ettiği gibi, “yozlaşmış bir toplumda eğer gizli alay ve iki yüzlülük dallanıp budaklanmışsa ve güç tek bir yerde toplanmışsa, suç edebiyatı eşitsizliği, haksızlığı ve kötülüğü gösterir. Suç kurgusu gerçekten de sorunlu bir ülkenin gereksinimlerine adapte olan bir edebiyattır”.
Devlet ve aygıtlarının, emniyet güçlerinin ve ordunun radikal biçimde sorgulandığı siyasi polisiye türününün kendi içinde çeşitlendiğini biliyoruz. ‘995 km’ Fransız ‘Kara Roman’ akımına daha yakın.
Bu tür romanlarda cinayetin biçimi ve çözümü önemsizdir. Katil de bellidir, dahası çoğu romanda kahraman katilin kendisidir. Cinayeti ya da suçun işlenme sürecini onun bakış açısından adım adım izleriz. Ama asıl izlediğimiz suça itilen bireyin trajedisi, suç ve birey arasındaki ilişkinin karmaşık gibi görünen basit yapısıdır.
‘995 km’yi okurken Fransız ‘Kara Roman’ının en önemli temsilcilerinden J.P. Manchette ve ünlü romanı ‘Keskin Nişancı’ geldi aklıma. Ardından da Manchette’in şu sözleri; “iyi kara roman toplumsal bir romandır, toplumsal eleştiriye dair bir romandır, suç hikayelerini konu eder, ama toplumun -veya toplumun bir bölümünün- belli bir yerdeki, belli bir andaki portresini yansıtmaya çalışır.”
Murathan Mungan’ın ‘995 km’de yaptığı tam da bu. Güneydoğu özelinden 90’lı yıllar Türkiyesi’nin çarpıcı bir portresini çizerken suçu oyuna çevirmiyor, karmaşık, sofistike cinayetler üzerine kafa yormuyor. Doğrudan suçun ve suçlular dünyasının içine dalıyor, hem bu dünyanın insanlarını, ilişkilerini, değerlerini, hem de güce boyun eğmiş toplumu didikliyor, kirli bir savaşın birey ve toplumdaki kötülüğü nasıl kışkırttığını açığa çıkarıyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse, sadece ele aldığı meseleler bile Murathan Mungan’ı övmem için yeterli olurdu. Ancak ‘995km’nin fazlası var; biçimi, kurgusu, anlatımı, karakterleri, özellikle ilk bölümde Tetikçi karakterinin iç dünyasının sergilendiği anlarda kullanılan diliyle edebi anlamda çok başarılı bir roman.
Murathan Mungan hakkında…
Şiirleri, öyküleri, romanları, denemeleri, oyunları ve bunları kaleme alırken kullandığı mükemmel dili ile edebiyatımızda ayrıcalıklı bir yeri olan Murathan Mungan’ı tanıtmayı gereksiz bulabilirsiniz. Ancak genç okuyucuları düşünerek kısaca bilgilendirmeke yarar var: Mungan, Nisan 1955 İstanbul doğumlu. Mardinli.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. İlkin çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları ve şiirleriyle görünen yazar ilk kitabı ‘Mahmud ile Yezida’yı 1980’de yayımladı. O zamandan bu zamana çok sayıda ürün veren Mungan’ın kaleminden çıkanları sıralamak bile başlıbaşına bir yazı konusu olur. Sadece üç romanının ismini vermekle yetiniyorum: ‘Yüksek Topuklar’ (2002), ‘Çador’ (2004) ve ‘Şairin Romanı’ (2011)…