İmamoğlu’nun Avrupa Sosyalist Partisi özel oturumundaki gündemi: Gazze, göçmenler, Avrupa demokrasisi
İstanbul Belediyesi'nin Kent Lokantaları 2022'den bu yana vatandaşların ilgisini iktidarın tepkisini çekiyor. Üsküdar'daki Kent Lokantası'ysa önündeki kuyruk nedeniyle artık Türkiye'nin gündeminde. Biz de Kent Lokantası'na gittik, sıraya girdik.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ilk Kent Lokantası’nı 17 Haziran 2022’de açtı. Çapa’daki bu lokantanın açılışını İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu yaptı ve ana hedefi o çevrede yaşayan çok sayıda öğrenciye uygun fiyatlı, sağlıklı yiyecek ulaştırmaktı. Daha sonra bu projenin öğrencileri de aşacağı ortaya çıktı, daha büyük kalabalıklar burada yemek yer olunca bu durumun iktidarı rahatsız ettiği anlaşıldı. Çünkü o ilk lokanta çok beğenilince 13 ilçede daha açıldı ve buralarda lokantaya rağbet çoktu.
Seçim döneminde önünde çok sayıda vatandaşın sıraya girdiği Kent Lokantası Cumhur İttifakı adayı Murat Kurum’un hedefindeydi. Kurum “Şu anda Kent Lokantası’nı bir proje olarak bu İstanbul’a sunmak çok büyük bir projeymiş gibi de bahsetmek, bizi hayretlere düşürüyor. Değerli arkadaşlar iki gecede İstanbul’un 39 ilçesinde lokanta sosyal tesisi açarız. Bunu sanki bir işmiş gibi, marifetmiş gibi anlatıp, yarım çay bardağı su, süt verip bunu bir hizmet gibi milleti kandırmaya yönelik söylemlerden artık biz sıkıldık, yorulduk” diyerek Kent Lokantası projesini küçümsüyordu. İmamoğlu ise bu projeye çok önem verdiğini her fırsatta dile getiriyor, Kurum’a “Bu millet spor olsun diye mi orada kuyruğa giriyor?” diyordu.
Peki bu millet ‘spor olsun’ diye mi kuyruğa giriyordu? Biz de Üsküdar’da sıranın hiç bitmediği konuşulan Kent Lokantası’na gitmek için yola çıktık. Buradaki lokantaya metroyla gelmek çok kolay; Balıkçılar Çarşısı’ndan biraz yürüyünce lokantaya ulaşıyorsunuz… diyemiyorum çünkü sıra var. Lokanta merdivenlerden indiğinizde hemen aşağıda sizi karşılıyor ama sıra daha merdivenlerin başında başlıyor, sıranın hiç bitmediğini de yemek yiyip çıkınca anlıyorum. Sıradaki insanlar Çapa’daki lokanta açılırken hedeflenen öğrenci kitlesinden çok farklı. Genellikle 55 yaş üstü ve emekliler; tek tek hizaya girmek yeterli olmadığı için ikiye dolanan sıradalar ve güneşli havada lokantaya girmeyi bekliyorlar. İçeriden çıkanlara yemekleri soruyorlar, herkes birbirini çok önceden tanıyormuş gibi davranıyor ama aslında tanışmadıklarını sohbetlerinden anlıyorum. Ben de sırada onlarla bekliyorum ve 1975 yılında İstanbul’a göç eden, artık emekli olan Fuat Bey’le tanışıyorum. Fuat Bey Kent Lokantası’na ilk kez gelmiş, iki çocuk büyütmüş, iki de ev almış onlara zamanında. O bunları anlatırken önümüzde henüz yeni emekli olan Kenan Bey sohbete dahil oluyor:
“Ben ikinci kez geliyorum, yemekleri hem güzel hem de ucuz. Bu yemeği dışarıda yemek istesem her gün 300-400 TL öderim. Nasıl ödeyeyim?”
Lokantadan çıkan birine yemeği soruyorlar. Menüde nohut, pilav, tavuk suyu çorba ve turşu var, 40 TL.
“İyi, menü güzel” diyor Fuat Bey. Hemen arkamızdaki koyu Fenerbahçeli olduğunu yeleğinden anladığımız Ali Bey “Buranın esas sırrı hijyeninde. Tertemiz içerisi ve yemek yedikten sonra midem ağrımıyor. Üstelik de nohut varken. Daha önce de yemiştim. Midem ağrımadı, kullandıkları yağlar kaliteli demek ki” diyerek sohbete dahil oluyor. Ali Bey İstanbullu ve bunu yüzünde gizlemeye çalıştığı gururla söylüyor. Ailesi 95 yıldır Kasımpaşa’da yaşıyormuş, kendisi üçüncü kuşak İstanbullu.
Bir süre sonra ben sohbetten çekiliyorum; Ali ve Fuat Bey’in gençler için üzülüp somut örnek göstereceği biri oluyorum sadece. Onlar kendi aralarında ülkenin ekonomik durumundan bahsediyor. Hala merdivenlerdeyiz, henüz düzlüğe inemedik. Fuat Bey’e göre hükümetler Cumhuriyetin kuruluşundan miras kalan üretimin ekmeğini yedi. Yani herkes mirası satarak ekonomiyi ayakta tutuyordu, ama artık bitti. Satacak bir şey kalmadı. Ali Bey ‘Sümerbank’ diyor. “Ne oldu Sümerbank’a?” Biliyor muyum acaba Sümerbank’ı diye de beni yokluyor. Sümerbank’ı duyan Fuat Bey el artırıyor. “Beykoz Kundura’nın yerinde dizi çekiyorlar.” Böyle böyle satılan tüm fabrikaları hatırlatıyorlar. Bu satılan fabrikaların ve şirketlerin 55 yaş üstündeki insanların ana gündemi olduğunu kuyruğun ikiye dolanan kısmına gelince anlayacağım. Şimdilik sadece Ali ve Fuat Bey’in gündeminde olduğunu düşünüyorum. Kasımpaşalı Ali Bey 2000’de özel sektörden emekli olmuş. O dönem tazminatıyla iki araba alabilirmiş. Bana bakıyor, “Siz zaten hayatta alamazsınız.” Fuat Bey de aynı fikirde “Ne ev alabilirsiniz ne araba.”
Belli bir yaştan sonra zaten hicvederek konuşmayı sevenler olarak bu konuda ustalaşıyoruz belli ki. Çünkü ses tonu ve yüz ifadeleriyle senkronize olmuş bir tavırla hem acı duydukları hem de küçümsedikleri, ‘hale bak’ diye tasalandıkları konuları anlatabiliyorlar. Bu işin Fuat Bey de ustası olmuş. Bana dönerek “Aslında şimdiki gençlerin durumu daha iyi. En azından günü gününe yaşıyorlar. Birikim dertleri yok.”
Sonunda düzlüğe indik. Biz merdivenden kurtulana kadar 20 dakika, tepemize de güneş geçti. Artık biraz daha gölgedeyiz. Yemek menüsü dışarıda duruyor. Bize içeriden bilgi veren doğru söylemiş. Menü anlattığı gibi, içeriden çıkanlar da memnun. Ama biz konuşmaktan yorgunuz ve artık bir daha birbirini görmeyecek yeni tanışmış insanlar olarak söyleyeceklerimizi tükettik. Bir süre sessizlikten sonra arkamızdaki sıraya bakıyoruz. Konuşurken dikkat etmemiştik, ama merdivenlerde yine sıra var. Biz sıranın ikinci bölümüne geçtik ve arkadaki yeni tanışan insanlar henüz muhabbetin ortasındalar. Onlar da aralarında ekonomiden yakınıyor.
-“Şirketleri sattılar. Neden sattılar?”
-“Türk Telekom’u sattılar ya.”
-“Keşke satsalardı, dolandırıldılar.”
Yüzlerini görmediğim, seslerini duyduğum insanların muhabbeti de bizimkinden farklı değil, anlıyorum. Geriye doğru bakıyorum. Sırada kadınların sayısı çok az. İki yaşlı kadın, 10 kadar da orta yaşlı ve genç kadın var. Gerisi 55 yaş üstü erkekler. Onların giyimi dikkatimi çekiyor. Çünkü çoğu takım elbiseli. Bu elbiselerin modelinden neredeyse 20 yıllık olduğunu anlıyorum. Kimi ceket, gömlek ve kumaş pantolon, kimi sadece gömlek ve kumaş pantolon giymiş. Dışarıda yiyemediklerini, emekli maaşıyla geçinmenin ne kadar zor olduğundan bahsediyorlar sürekli. Kendi gençlik dönemlerinde çalışarak ev, araba alabilecek durumda olduklarını, şimdiyse faturalar, torunlar, çocuklar derken ay sonunu zor getirdiklerini anlatıyorlar. Bir de zamanında ev almamış olsalardı vay hallerine. Yoksulluğun kıyafetle alakası olmadığını bir kez daha gösteriyor tablo.
Artık lokantanın kapısındayız. Merdivenin başından buraya gelene kadar 45 dakika geçti. Camdan içeride yemek yiyenleri seyrediyoruz ama rahatsız etmekten korkup yere bakıyoruz. Yemek yiyen beklemeden kalkıyor. Dışarıdan bakıldığında 1970’lerde çekilen esnaf lokantası fotoğraflarını anımsatıyor lokantanın içi. Kapıdan girdik, görünen üç kadın var çalışan. Biri parayı ödediğinizde fiş veriyor, diğer ikisi büfede yemek dağıtıyor. Güler yüzlüler ve o yoğunluğa rağmen çalışmakta istekliler. Tepsiyi alıyoruz, çatal bıçaklarımızı üstüne koyuyoruz, biz gelmeden hazırlanmış tabakları da alıp masaya geçmek için etrafa bakıyoruz. Ali Bey daha önce burada tanıştığı arkadaşlarının yanına gidiyor. Fuat Bey “Tabaklar da seramikmiş” deyip bana veda ediyor. Ben de iki kişinin oturduğu masaya geçiyorum. Herkes oturduğu masada birbiriyle tanışıyor ama muhabbetin karşısındakini sıkıp sıkmadığına dikkat ederek konuşuyor. Karşımda oturan orta yaşlı kadın kalkıyor masadan, yemeğini bitirmiş. Önce tepsiyi masada bırakıyor, sonra kendisinin kaldırması gerektiğini anlayınca gelip alıp gidiyor. Onun yerine yaşlı bir kadın geliyor. Torunu ‘arkadaşlarım gelecek evden git babaanne’ deyince dışarı çıkmış, buraya gelmiş. O da yemeklerin midesini ağrıtmadığından bahsediyor ve projeyi çok beğendiğini anlatıyor: “Ben nasıl dışarıda yemek yiyebilirim ki, fiyatlar ortada. AKP istemedi burayı, ama kendileri için istemedi, bizi düşündüklerinden değil.”
Masalar yiyemediklerini birbirine ikram ediyor. En çok ikram edilen turşu. Çünkü tuzlu, nohutsa restoranda yenenden farksız, ama tahmin edilebileceği gibi eti oldukça az. Yemeklerin genel tuzu ve baharatıysa herkese uyacak kadar. Neredeyse hiç baharat atılmamış. Masalar biraz üniversite yemekhanesini andırıyor. Biz yemeğimizi yerken içeri hurdacılık yapan biri giriyor. Üstü kirli olduğu için yemeği alıp çıkmak istiyor ama dışarı yemek verilmiyor. Biz sıradayken bunu Fuat Bey de sormuştu “Sefer tasıyla vermezler mi acaba” diye. Ama Ali Bey karşı çıkmıştı: “Olmaz öyle lokantacılar doldurur gider sonra.” Hurdacıya da yanıt olumsuz oluyor, o da dışarı çıkmak istiyor. Ama yemek dağıtan kadınlardan biri cevval hemen atılıyor:
-“Hayır, çıkma otur. Burada ye.”
-“Yok benden rahatsız olurlar.”
-“Niye rahatsız olsunlar sen vatandaş değil misin?”
Üstüne bakıyor hurdacı, bir şey diyemiyor, gitmek istiyor. Kadın çalışan bir kez daha atılıyor, arkasındaki masaya dönüyor; “Beyefendi siz rahatsız olur musunuz?” 1980’lerin modasına uygun mavi takım elbisesiyle oturan yaşlı bir beyefendi “Rica ederim, ne demek” diye yanıt veriyor. Sonunda oturmaya ikna ediyorlar ve yemeğini de çalışan kadın getiriyor masasına.
Bu tartışma karşımdaki babaanneyi üzüyor. “Rahatsız ederim diyor ya” diyerek dertleniyor ve önündeki yemeğe bakıyor.
Ben vedalaşıp dışarı çıkıyorum, yanda Kadın Emeği dükkanı var. Burası da İBB’ye ait ama daha önce dikkatimi çekmemişti. Fuat Bey sıradayken göstermişti burayı bana. Çıkınca buraya giriyorum ve güler yüzlü üç kadın karşılıyor: Şebnem, Nazmiye ve Arzu.
“Sizden hiç bahsetmiyorlar hep Kent Lokantası hep Kent Lokantası” diyorum. Gülerek karşılık veriyorlar “Sıradan birkaç kişiyi kapıp getirseniz ne iyi olurdu.” Bu üç kadın ebru ve keçe örgüsü zanaatkarı. İBB’nin verdiği kursa katılmışlar, sonra da zanaatlarını ilerletip girişimci kadınlar olmuşlar. İBB onlara atölye ve yer tahsis etmiş. Atölyede yaptıklarını burada satıyorlar. Atölyede ders de veriyorlar. Ebru kursu 100, keçe örgüsü 150 TL. Bana içeriyi gezdiriyorlar, burada çalışmaktan çok memnunlar. 19 Ocak’ta açılan Kadın Emeği’nde kendi ürettiklerini satıyorlar. Kent Lokantası’yla yan yana çalışmaya devam ediyorlar.
Buradan da çıkınca tekrar merdivenlere bakıyorum. Sıra hiç azalmamış, bir saat önce benim merdivenin başında beklediğim andaki kadar uzun. Sırada bekleyenlerin gündemi de bizim az önce konuştuklarımızla aynı: “Bu ekonomi mahvetti bizi.”