Jane Maienschein ve Kate Maccord imzalı 'Yenilenme Nedir?', biyolojik onarım süreçlerini ele alıyor. Kitap, biyolojik yenilenmenin bilimsel, tarihsel ve felsefi yönlerini irdelerken, sosyal bağlamda nasıl anlam kazandığını da tartışmaya açıyor.

Bilime dair anlatılarda genel olarak ‘deha’ olan bilim insanı ve onun ‘muhteşem’ keşfi şeklinde olan anlatım biçimleriyle karşılaşırız. Ancak bilimin kendisi, sadece tek bir zihnin ürünü olarak ortaya çıkan fikirlerin kendisi olmadığı gibi her şeyden yalıtık ‘vakumda’ meydana gelen bir sürecin sonunda da gelişmemekte; tarih, sosyoloji ve felsefe ile derin bağlantıları bulunur.
Bilim tarihi, bilim insanlarının keşiflerini ve teorilerini zaman içinde nasıl şekillendirdiğini, aynı zamanda bir birikim şeklinde kolektif olarak nasıl bir üretimin parçası olduklarını ortaya koyarken, bilim sosyolojisi, bilimin toplumsal yapılar ve kültürel normlar ile nasıl iç içe geçtiğini inceler. Bilim felsefesi ise bilimin doğasını, yöntemlerini ve bilgiye nasıl ulaştığını sorgulamakta. Bilimi böyle alma biçimi de bilimin sadece laboratuvarlarda ya da sahada gerçekleşen bir faaliyet olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinin, toplumsal olanın da etkilerinin nasıl olduğunu da anlamamızı sağlamakta.
Biyolog ve biyoloji felsefecisi Jane Maienschein ve tıp tarihçisi Kate Maccord’ın ‘Yenilenme Nedir? – Canlı Organizmalardan Gezegenimizin Ekosistemine Biyolojik Onarım’ kitabı, bu çok boyutlu yaklaşımı benimseyerek, canlı organizmalardan gezegenimizin ekosistemlerine kadar uzanan biyolojik onarım süreçlerini ele alıyor. Kitap, biyolojik yenilenmenin bilimsel, tarihsel ve felsefi yönlerini irdelerken, aynı zamanda bu süreçlerin sosyal bağlamlarda nasıl anlam kazandığını da tartışmaya açıyor.
Muhtemelen birebir şahit kalmadıysanız da bir belgeselde veya bir kitapta bazı canlıların kendi uzuvlarını nasıl onardığını ya da ikiye ayrılan birinin daha sonrasında iki farklı canlı olarak hayatına devam ettiğini görmüşsünüzdür. Bunu gören insan açısından ‘hayranlık uyandırıcı’ olan bu olay modern bilimin sorduğu sorularla sorgulanmaya başlamadı tabii ki. Ya da ‘yenilenme’ konusuna gelmeden de ‘canlı’ olan ve ‘cansız’ olanı ayırmak onlara bir tarih yazmak bile büyük bir meseleydi her zaman.
Örneğin Aristo Dünya’daki canlıların, organizmaların başlarına gelen olaylara karşı ‘yenilenmeyi’ nasıl sağladığını sorguladığı ‘Hayvanların Oluşumu’ adlı eserinde hayvanların kökenini ve cenin oluşumundan tam organizmanın nasıl oluşabildiğini konu edinir. Aristo tüm ortaya koyduğu iddialarda ‘maddesel’, ‘biçimsel’, ‘etkin’ ve ‘ereksel’ nedenlerin etkili olduğunu öne sürse de uzun süreler pek de itirazla karşılaşmaz Orta Çağ boyunca da bu düşünce biçimi hâkim olandır.
Kitabın yazarları Maienschein ve Maccord’un dikkat çektiği gibi “Aristoteles’in kaydettiği yenilenme olgusu, Aydınlanma olarak adandırılan on sekizinci yüzyıldaki döneme kadar bir kez daha ciddi gözlemlerin ve yorumlamaların konusu haline gelmedi.”
Tabii Aydınlanma da bir anda sadece düşünsel olarak aşkın fikirlerin ortaya çıktığı dönem olmadı. Özellikle bugün artık modern bilim dediğimiz olguyu da ortaya çıkartacak olan deney ve gözlemlerin dikkatlice kayıt altına alınması ve yorumlanmasıyla Aristo’nun bakış açısı hedef tahtasına oturtulacaktı. Aristoteles’in ‘ereksel’ nedenlere başvurduğu meselede artık farklı görüşler kendini gösterecekti: Dirimselciliğe karşı maddecilik ve sıralı-oluşa karşı ön oluşum.
Sıralı oluşcular tıpkı Aristo gibi canlı organizmaların düzensiz biçimsiz bir durumla başladığını öne sürüyor, dirimselciler bir ‘töz’ olmadan açıklanamayacağını savunuyor, ‘maddeciler’ ise canlı organizmaların ve cansız nesnelerin tümünün sürekli hareket halinde olan maddeden oluştuğunu öne sürüyordu. Tabii tüm bu görüşler deneylerin de kendisi biçimlendirir olmuştu. Maienchein ve Maccord bu dönemdeki deneylerin biçiminin bu düşünsel tartışmalarla ilgili olduğu üzerinde duruyor:
“Önceki yüzyıldaki zengin gözlemler geçmişi ve deneylerdeki gelişen teknikleri kullanan ‘yığınla deneyci ve anatomist’ büyüleyici yenilenme olgusunu anlayabilmek için ‘neşterlerini, makaslarını ve ısıtılmış iğnelerini ellerine aldılar; çalkaladılar, bağladılar ve sıkıştırdılar; yumurtanın kütle çekime göre yönelimini değiştirdiler ve deniz suyunun kimyasal bileşimiyle oynadılar.”
20. yüzyıl ile birlikte artık gelişen teknikler ve ‘doğrulanan’ görüşler ile birlikte tartışmalar da daha alevlenecekti. Maienschein ve Maccord bu alevlenen tartışmaları kitapta özellikle üç bilim insanı üzerinden görüyor ve bu okumanın yenilenmeye dair biyolojik tartışmaların da görülebileceğini iddia ediyorlar. Meyve sinekleri üzerinde yaptığı genetiklerinde kromozom kalıtımına dair çalışmalarıyla 1933 yılında Nobel Tıp Ödülü’nü alan Thomas Hunt Morgan, ‘deneysel embriyoloji’ alanı ile meseleyi ele almaya başlayacaktı. Morgan, 1901 tarihli ‘Regeneration’ kitabında organizmanın ‘küçük bir bileşen’ olarak değil de ‘örgütlenen bir bütün’ olarak ele almanın önemine dikkat çekecekti. Döneminde sadece evrimsel olarak ‘dışsal uyaranlar karşısında verilen tepki’ şeklindeki açıklamaya da itiraz edecekti. Yenilenmenin değişen çevre koşullarına bir tepki olmadığını, olağan bir içsel büyüme ve gelişme süreci olduğunu vurguladı. Kullanışlı olabilirdi, ancak bunun sadece dış koşullara yönelik bir evrimsel uyarlanım olmadığına dikkat çekmek istiyordu. Tekil organizmaların ve bileşenlerinin iç süreçleri ile zaman içindeki evrimlerine odaklanmamızın esas uğraşımız olması gerektiği üzerinde duruyordu.
Loeb ise tamamen maddeci bir yaşam görüşünü benimsiyor şeklinde görülse de ‘mekanik bir açıklamaya’ ihtiyaç olduğunu düşünüyordu. Tek derdi yaşamın sadece ‘fiziko-mekanik’ kapsamda, daha özel olarak da organizma içerisindeki değişen koşullara yanıt veren sıvıların etkinliği ile organizma parçalarının kütlesinin nicel bir fonksiyonu olarak anlaşılabileceğini ispat etmekti. Kitapta da büyük oranda deneylerinin de nasıl bu bakış açısıyla şekillendiği ele alınırken böylesi bir görüşün ‘masumane’ bir biçimde kalamayacağı hayatın her alanına dair bir açıklama girişi olarak uygulanmasının da tehlikesi olabileceğine dair de önemli noktalardan bahsediliyor.
Kitapta deneyleriyle ve görüşleriyle ayrıntılı olarak ele alınan son bilim insanı Child ise tıpkı Morgan gibi yenilenmenin gelişimle aynı süreç olduğu sonucuna varacaktı. Child’a göre yaralanmaya verilen tepkilerin görülmesinden doğru organizmanın nasıl bir süreç izlediği görülebiliyordu. Child’ı farklılaştıran bir diğer nokta organizmanın yüksek metabolizma hızlı ile düşük metabolizma hızına sahip bölgeleri olduğuna ve yüksekten düşüğe dair malzeme taşındığına dair görüşleri olacaktı.
Bu üç görüşü öne süren bilim insanları aynı dönemlerde yaşasa da yeni tartışmaları açmak ve bilimsel araştırma araçlarının gelişimiyle birlikte elde edilecek yeni bulguların yorumlanması açısından önemli bir zemin sunacaklardı. Maienschein ve Maccord yeni gelişmelerin bu düşüncelerle ve çalışmalarla ilgisini de göstererek ‘zamanı geleni’ işaret ediyor:
“Organizmalar yapıya ve işleve sahipti ve organizmaların bireyselliğini şekillendiren ve koruyan değişim etkenlerini kavramak üzere bu ikisini bir araya getirmenin zamanı gelmişti.”
Morgan, Loeb ve Child’dan sonra benzer yaklaşımlar sürmesinin de belirli sebepleri vardı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında da yaralanan askerlerin tedavisi meselesinden ötürü de ‘organizmaların yenilenmesi’ biçimsel ele alınmak zorunda gibiydi. ‘Düşünsel’ olan bir yerden sonra ‘bilimsel’ olanı açıklamaya yetmeyecek kendini güncellemesi, geliştirmesi zorunluluk olarak kendini dayatacaktı.
Kitabın son kısmında da dikkat çekilen üzere ‘modern sentez’ ile başlayan anlama biçimi ‘sistem biyolojisi’ ile kendini geliştirecek, bugün de ihtiyaç olunan üzere ‘bağlantıların tüm olağanüstü incelikleriyle araştırılması için’ deneysel, hesaplamalı tekniklere ihtiyaç olacaktır. 2000’li yılların başında ortaya çıkan ve DNA’daki altta yatan değişimlere dayanmayan ancak yine de kalıtsal olan değişimleri ifade eden epigenetik ya da bugün evrimsel çalışmalarda artık daha çok gördüğümüz sadece evrimsel olanı değil ‘gelişimsel’ olanı incelemeye çalışan ‘evo-devo’ yaklaşımları da böylesi ihtiyaçların sonucu olarak gelişmelerin sonucunda kendini gösterecekti.
Zaman zaman okumayı zorlaştıracak bölümleri ya da doğa bilimlerine yabancı kişiler için teknik kaçabilecek kısımları olsa da tarihsel, toplumsal ve düşünsel yönleriyle bilim tarihini okumanın neden önemli olduğunu ‘yenilenme’ konusu üzerinden ortaya koyuyor Maienschein ve Maccord. Yenilenmeyi anlamanın da neden bizler açısından önemli olduğuna da ‘tamiri mümkün’ diyerek yanıt veriyorlar:
“Canlı sistemlerin bir ölçeğindeki yenilenme bilgilerini başkalarına uygulamanızı sağlayacak benzerlikleri ve bağlantıları anlayarak güçten düşüren yozlaştırıcı (dejeneratif) hastalıklarla yaralanmaları tedavi edebilir ve hatta yaralı gezegenimizi iyileştirebiliriz.”
Jane Maienschein ve Kate Maccord imzalı ‘Yenilenme Nedir?’ kitabı, biyolojik onarım süreçlerini ele alıyor. Kitap, biyolojik yenilenmenin bilimsel, tarihsel ve felsefi yönlerini irdelerken, sosyal bağlamda nasıl anlam kazandığını da tartışmaya açıyor.
‘Yenilenme Nedir? –
Canlı Organizmalardan Gezegenimizin
Ekosistemine Biyolojik Onarım
Jane Maienschein, Kate Maccord
Alfa Yayınları, 2024
bilim, 148 sayfa.
