1800’lü yıllarda canlı müzik icra ederek hayatınızı kazanan bir sanatçı olduğunuzu düşünün. Önce 1857’de Fonatograf diye bir şey çıkıyor. Ses dalgalarını cama ya da kâğıda yazabiliyor ama henüz geri okuyamıyor. Haliyle anlamıyorsunuz ilkin. Sonra 1877’de Edison fonografı geliştiriyor. Böylece kaydedilen ses kayıtlarının da geri okunması söz konusu oluyor. Yani ilk ses kayıt cihazı kullanıma giriyor.
“N’oluyor ya?” diye bir irkiliyorsunuz. 20. yüzyıl başlarıyla birlikte de ilk gramofonlar yaygınlaşıyor. Şimdi o dönemin bir müzisyeni olarak ne düşünürdünüz? Muhtemelen herkesin evinde gramofon olacaksa beni canlı dinlemeye kim gelir diye düşünür, artık kim nota kâğıdı alır ki diyebilirdiniz. Müziğe ulaşmak bu kadar kolaylaşmışken eskisi kadar enstrüman satılacak mı da diyebilirdiniz.
Bunların hepsi sorulmuş. Gramofonların yaygınlaşması ilk etapta sektörde dehşet yaratmış.
O zamanlar müzik sektörü dediğimiz şey canlı icra, enstrüman satışı ve basılı hale getirilmiş notaların satışından ibaret. Bu alanda çalışanlar gramofona karşı mesafeli ve tepkili duruyor ilkin. Nihayetinde kayıtlı müzik olunca “kim bunlarla ilgilenir ki aç kalırız” diye düşünüyorlar.
Oysa gramofonla başlayan kayıtlı müzik dinleme alışkanlığı müziğin salonlarla, saraylarla daha yüksek tabakanın takıldığı mekanlarla sınırlı kalmayıp geniş kitlelere ulaşmasını sağlıyor. Bu da yeni müzik türlerine giden yolu açıyor.
Üstelik dijitalleşmeye kadar gelen süreçte de plak, kaset, CD gibi materyal üretim ve satışının yolunu açıyor.
Bu yolla da sanatçılara yeni bir gelir kapısı oluyor.
Bugün yapay zekâ ile müzik üretiminin de çok kolaylaştığı bir çağda müzik sektörünün kapıldığı dehşeti biraz bu sürece benzetiyorum.
Şimdi deniyor ki “eğer müziği yapay zekâ yapıp dağıtacaksa müzisyenler ne yapacak?” Geçen çarşamba İKSV İstanbul Caz Festivali kapsamında Beyza Doğuç, Ercüment Orkut ile birlikte Yekta Kopan’ın moderasyonunda katıldığım söyleşide de özellikle bu tarihsel sürecin üzerinde durdum.
Ercüment Orkut ve Beyza Doğuç birer müzisyendi, onlar bunun iş yapma şekillerine etkisinden söz etti. Aynı zamanda bir seslendirme sanatçısı olan Yekta daha temkinliydi, ama bana biraz panelin ‘Pollyanna’cısı olmak düştü.
Müzisyen değilim ama dinleyici olarak yapay zekâ devrimi müziği nasıl değiştirecek, çok merak ediyorum. Bunun illa olumsuz olacağına şartlanmak da içimden gelmiyor. Yapay zekâyla insan iş birliği bugün hiç bilmediğimiz yeni türler de yaratabilir.
Tarihe de bakarak anlamaya çalışıyorum ki, insan olarak sorumluluğumuz bu değil mi zaten?
Hatırlayanlar olacaktır, geçen ay katıldığım Medya Konferansı’nda da gazetecilere “korkmayın yapay zekâ gazetecilik için tehditten çok fırsat” demiş ve konferanstan sonra da bu köşede aktarmıştım.
Daha geçen hafta yine bu köşede, o tahminimin bir sağlaması olarak Pulitzer Ödülleri’ndeki olumlu yapay zekâ etkisini anlattım.
Oysa böyle şeyler hakkında tahmin yapmak her zaman çok risklidir. Uzun vadede haklı çıkma olasılığına karşın kısa vadede yanılabilir, dalga konusu haline de gelebilir insan. Benim için de bu riskler geçerli. Buna rağmen iyimserlikten kaçamıyorum.
Herkesin ChatGPT 4o lansmanıyla büyülendiği ve başımıza neler gelecek diye dehşete kapıldığı bir haftada bile kaçamıyorum üstelik. Kullanıma açıldığından beri kendisiyle düzeyli bir ilişkimiz var. Hayran kaldığım yönleri oldu, ama hâlâ işsiz kalacağım endişesi yaratmadı bende. “Bu araçları kullanabildiğim için daha güçlüyüm” duygusu daha baskın.
Bence asıl sorun da bu: Dünyanın bu teknolojiyi üretenler ve kullananlarıyla üretemediği gibi kullanmayanları arasındaki makasın açılma olasılığı.
Bu konuda David Autor’un Noema’daki bir makalesinde savunduğu perspektif ilgimi çekti. Autor’un iddiası şu: “Yapay zekâ aslında orta sınıfın yeniden inşasına yardımcı olabilir” diyor.
Bu bir tahmin değil iddiadır, diye özellikle vurguluyor ve “Aramızdaki şanslılar için çalışmak amaç, topluluk ve saygı sağlar. Ancak son kırk yılda bilgisayarlaşma ilerledikçe ve eşitsizlik daha yaygın hale geldikçe işlerin önemli bir bölümünün kalitesi ve saygınlığı azaldı” diye ekliyor.
Sanayi Devrimi’nden Bilgisayar Çağı’na bunun nasıl gerçekleştiğini de detaylandırmış. Autor’a göre yapay zekâ, işte bilgisayarlarla birlikte girdiğimiz bu elit uzmanlık çağını terse çevirme teknolojisi olabilir.
Yapay zekâ teknolojisi geliştikçe şu anda doktorlar, avukatlar, yazılım mühendisleri gibi elit uzmanların üstlendiği yüksek riskli karar verme görevlerinden bazılarının daha geniş bir tabana yayılacağını düşünüyor. Buradan da üniversite diploması olmayanların iş kalitesini artıracak, kazanç eşitsizliğini azaltacak bir dönüşüm bekliyor.
Bu dönüşümün sonunda vardığı sonuç da şu: Nasıl Sanayi Devrimi tüketim mallarına ulaşım maliyetlerini düşürdüyse yapay zekâ devrimi de sağlık, eğitim ve hukuki uzmanlık gibi temel hizmetlerin maliyetlerini düşürecek. Epey iyimser bir perspektif ama yabana atılası bir fikir de değil bence. Benim özetimle yetinmeyip bu uzun makaleyi yerinde okumanızı öneririm.
Dahası Autor’a göre “bu sadece kazanç eşitsizliğini azaltmak ve sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerin maliyetlerini düşürmekle kalmaz, aynı zamanda çok fazla işçi ve iş nedeniyle kaybedilen kalitenin, saygınlığın ve temsiliyetin yeniden kazanılmasına da yardımcı olabilir.”
Beyaz ve mavi yakalı emekçiler, dahası eskinin zanaatkarları arasındaki kopuş üzerine çok düşünmüş biri olarak ilk elden itiraz edemedim.
Yapay zekânın öncü babalarından Geoffrey Hinton geçen yıl yaptığı bir konuşmada artık sıhhi tesisatçılık gibi fiziksel yetenek gerektiren işlere yönelmenin daha doğru olacağını söylemişti. Dikkat ederseniz Hinton’un öngörüsünde de bu kez tersine doğru bir dengesizlik var.
Oysa Autor şanssız doğmuş, iyi eğitim alamamış olanların ve yeterince saygın görülmeyenlerin de dahil olacağı daha eşit bir düzlem öngörüyor. Katılır mısınız bilmem? Çok da yönlendirme yapmak istemem.
İyimserliğimden yapay zekâ çağının tehlike ve risklerden azade olduğunu düşündüğüm anlaşılmasın. Risk ve tehlikeler elbette var. İyimserliğim teknolojinin kendisiyle ilgili.
Bu teknoloji kendi başına insanlığı kötü bir yere götürmez diyorum. Kötümser olacaksam, teknoloji sahipliği, teknolojiye ulaşım eşitsizliği ve onu geliştirenlerin kâr hırsları nedeniyle olur bu. Bunlar tamamen aynı şeyler değil bana kalırsa.
Hep birlikte düşünmeye devam.
3 Kasım 2024 - En apolitik takılanlar bile kaçamaz: Teknolojik olan politiktir!
30 Ekim 2024 - Menendez Kardeşler Olayı: TikTok’tan Netflix’e Yeni Medya Yargısının Gücü
23 Ekim 2024 - Gülse Birsel’in dilemması
20 Ekim 2024 - “Yenidoğan çetesi” şüphelisinin sosyal medya profili, zamanımıza dair ne anlatıyor?