Annemin Otobiyografisi: Sert, mesafeli ve son derece gerçek

21 Mayıs 2024
Bu haber 6 ay önce yayınlandı

Jamaica Kincaid’in ‘Annemin Otobiyografisi’ son dönemde okuduğum en sert, hesaplaşması en öfke dolu metinlerden biri. İnsanı huzursuz eden ama bu huzursuzluğun iyi edebiyatın sonucu olduğunu anımsatan bir roman.

Edebiyatın en temel meselelerinden biri ebeveynle hesaplaşma ve son yıllarda buna dair pek çok kitap art arda yayımlandı. Ben bu meselenin hiçbir zaman bitmeyeceğini düşünüyorum. Var oluşumuzun temelinden, kim ve ne olduğumuzun birincil derecede etkili öznelerinden bahsediyoruz, elbette ki bunun sorumluları ve sorumlumlukları hakkında didişip duracağız.

Son birkaç yılda okuduğum otokurmacalardan Annie Ernaux’nun ‘Bir Kadın’, ‘Babamın Yeri’, Edouard Louis’nin ‘Babamı Kim Öldürdü’, ‘Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri’, Veronica Raimo’nun ‘Yalan Dolan’ı kaybetmeden önce ya da kaybettikten sonra ebeveyni bir biçimde anlamaya, onu affetmeye yönelik romanlardı. Daha yeni okuduğum Jamaica Kincaid’in ‘Annemin Otobiyografisi’ ise son dönemde okuduğum en sert, hesaplaşması en öfke dolu metinlerden biri. ‘Annemin Otobiyografisi’ otokurmaca bir roman değil ama bu hesaplaşmada adını anmamın sebebi yazarın gerçekten de annesiyle yaşadığı hesaplaşma.

Britanya sömürgesi Antigua’da 1949’da doğan ve liseye kadar eğitim hayatına orada devam eden Jamaica Kincaid’in asıl adı Elaine Potter Richardson. 16 yaşında kendisinden sonra doğan üç erkek kardeşine bakmakta annesine yardımcı olması için okuldan alınmış, bir yıl sonra da aileye destek olması için New York’a hizmetçi olarak gönderilmiş. Sonradan ad olarak kendisine sömürgeleştirilmiş bu bölgenin adı olan Jamaica’yı alan yazar, Amerika’ya adım attıktan sonra ne ailesine para göndermiş ne de onlarla görüşmüş… İşte ‘Annemin Otobiyografisi’ kurmaca olsa da bu öfkeyi, bu katılığı taşıyan bir roman ve bence hesaplaşmak için ihtiyaç duyduğumuz önemli duygular bunlar.

Roman ana karakter Xuela’nın ağzından yazılmış. Ömrünün sonuna yaklamış olan Xuela, doğduğu andan başlayarak doğrusal bir zaman çizgisine sadık kalmadan, anımsadıklarının ve duyumsadıklarının rehberliğinde bize kendi öyküsünü anlatacak.

Hesaplaşmaya babayla başlıyor

“Annem ben doğduğum an öldü, bu yüzden hayatım boyunca sonsuzlukla aramda tek şey olmadı; sırtımda daima kasvetli, siyah bir rüzgâr esti” cümlesiyle başlıyor roman. Kahramanın dönüp dolaşıp başkalarıyla girdiği savaşı, neden hayata bu denli katı olduğunu anlıyoruz, maalesef anneden ve annenin koşulsuz sevgisinden mahrum doğan her çocuk gibi o da hayata yenik başlıyor. Babası onu çamaşırlarını yıkattığı yerli kadına aynen bir çamaşır bohçası gibi teslim ediyor, en azından Xuela öyle düşünüyor. Altı çocuğu olan çamaşırcı Eunice, bebeğe süt annelik yapmak istese de bebek tarafından reddediliyor. Sürekli yok sayılmayla geçen yıllarda, kötü biri olmamasına karşın Eunice bu çocuğa ne sevgi gösteriyor ne de özel bir şey yapıyor. Zaten fakirliğin, geçim sıkıntısının ve çokça çocuğun olduğu yerde ‘tek gerçek miras gaddarlıktır’ diyen Xuela babasını arada bir temiz çamaşırını almaya gelirken görecek.

Babanın yeri romanda çok özel, çünkü Xuela sorgulamaya onunla başlıyor. Annesi Afrikalı olduğu halde melez olmaktan utanan, Britanyalı babasından aldığı kızıl saçı, sakalı ve soluk teniyle kendisini yerel halklardan üstün sanan ve devletin bir görevlisi, polis olması sebebiyle de üniformasıyla, yetkileriyle kraldan çok kralcı olup hayatını paraya ve güce adamış, yenilendense yenenin yanında olmayı tercih etmiş biri. Roman boyu iyi tek bir hareketi var, kızını okula göndermek. Xuela kızların hiç okula gönderilmediği bu memlekette babasının ‘yerlilerden farklı olma sevdası’ sayesinde okuyor, üstelik zekası çok erken yaşlarda belli oluyor. Ve aynı Jamaica Kincaid gibi, Xuela da liseye başlamadan üvey kardeşlerine bakması için okuldan alınıyor, sonra da başka bir eve hizmetçi olarak gönderiliyor.

“Babam kimdi, nasıl biriydi? Hâlâ kendime bu soruyu sorup duruyorum. (…) Babam Metodist olmuştu, her pazar kiliseye gidiyor, pazar okulunda hocalık yapıyordu. Ne kadar çok hırsızlık yapıyor, ne kadar çok para kazanıyorsa, kiliseye o kadar çok gidiyordu; duyulmamış bir ilişki değil bu.”

Bedeniyle farklı bir ilişki geliştiriyor

Jamaica Kincaid roman boyunca bize Xuela’nın yaşamını aktardıkça ataerkil düzene boyun eğmeyen bu kadını, önce Fransa sonra Britanya tarafından sömürgeleştirilmiş Dominika’da doğayla, içgüdüleriyle, annesinin geldiği Karayip köküyle bağını koparmayan bu onurlu yerliyi daha çok seviyoruz. Sürekli yalnız olduğu için bedeniyle farklı bir ilişki geliştiren, elini okşamaktan zevk aldığını keşfettiği önüne götürdüğünü görenlere inadına gözlerini dikip bakan ve elini çekmeyen bu çocuk 15’ine gelir gelmez, üvey annesi ve üvey kardeşleri varlığından rahatsız oldukları için başkente, babasının bir dostunun evine hizmetçi olarak gönderiliyor.

Hikâyenin bundan sonrası tahmin ettiğimiz gibi demeyeceğim, çünkü Xuela doğar doğmaz kaderine yazılan mağduriyeti sadece bir kez, annesizliğiyle sahiplenecek, onun dışında hayatı için ne yapıp edip kararlarını kendisi verecek. Hizmetçi olarak gittiği evde evin beyinin cinsel ihtiyaçlarını gidermesi gerektiğinde, bunu kendisi de zevk talep ederek yapacak, evin kısır hanımının asıl planının kendisinden aileye bir çocuk sunulması olduğunu ve hamile kaldığını anladığı an, evden gerekli parayı çalıp sonsuza dek rahmini kurutacak da olsa o çocuktan kurtulacak. Kimsenin bir kez olsun acımadığı Xuela, kendisinden nefret ederek büyütülen üvey kız kardeşinin sakatlanmasına ve erkek kardeşinin ölümüne tanık olacak, her şeyden düşkün olduğu oğlunun ölümüyle bir zavallıya dönüşen üvey annesine, varissiz kalan ama yine de fakir halka eziyet etmekten bir an bile vazgeçmeyen babasına o da bir kez olsun acımayacak.

Sömürünün ve ataerkinin romanı

Xuela ömrünün sonuna kadar bir kız çocuğu olarak erkenden okuldan alınmasını, Karayipli annesinin bebekken kapısına bırakıldığı kiliseyi, Karayipli insanların inançlarının, emeklerinin sömürülmesini, bu insanlara misyonerlik sonucu dayatılan Hıristiyanlığı sorguluyor. Ten renginin açık ya da koyu kahverengi olmasına, ebeveynin Afrikalı ya da Karayipli olmasına, konuştuğun dilin Franısızca ya da İngilizce olmasına kadar pek çok minör ırkçılığın da var olduğu Dominika’yla ilgili çok şey öğrendiğimiz ‘Annemin Otobiyografisi’ sömürünün ve ataerkinin romanı sanki.
Yıllar sonra ateşli bir biçimde seviştiği, sevebileceği adamlar olduğunda da, yanında asistanı olarak çalışmaya başladığı ve sonrasında kocası olan Philip onu her şeyden çok sevse, ona değer verse de Xuela yaşadığı yetmiş yıl boyunca kimseyi sevmiyor. Sevmemesi gerektiğine karar veriyor. Bu nedenle Xuela okuduğumuz en katı, en öfkeli ve en yalnız karakterlerden biri olarak kalacak.

“Ve sonunda gerçek bir öksüz olduğumda, babam beni tanımadan, benimle güvenebileceğim bir dilde konuşmadan sonunda ölüp de gerçekten öksüz kaldığımda, dünyada hep nasıl bir yalnızlık içinde olduğum ve artık bundan bile daha büyük bir yalnızlık içinde olabileceğim gerçeği bana huzur verdi. Yalnızlığım artık bir olguydu. Bu olgunun bir eki yoktu, bu ifadenin sonuna bir dipnot yıldızı kondurulamazdı. Ama’sı, ve’si yoktu. Bu dünyada yalnızdım.”

‘Annemin Otobiyografisi’ insanı huzursuz eden ama bu huzursuzluğun da ancak iyi edebiyatın sonucu olduğunu anımsatan bir roman. Jaguar Yayınları, Jamaica Kincaid’in diğer romanlarını da yayımlayacakmış. Sabırsızlıkla bekliyorum. Ayrıca dili ve anlatımı oldukça yoğun bu kitabı Umay Öze ustalıkla, tüm o mesafeyi ve sertliği hissettirerek çevirmiş.

Annemin Otobiyografisi
Jamaica Kincaid
Çeviren: Umay Öze
Jaguar Kitap, 2023
roman, 160 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.