Yeni Bir Türkiye-Çin 2050 Stratejik Vizyonu

25 Mayıs 2024

Çin Halk Cumhuriyeti’nin 100’üncü kuruluş yıldönümü olan 2049 çok önemli bir tarihi dönemeç. Resmi ağızlara alınmasa, düşük profille hareket edilmesi kararlaştırılmış olsa da biliyoruz ki “Barışçıl Yükseliş Stratejisi” çerçevesinde Çin o tarihe kadar dünya hakimiyetini kurmayı hedefliyor.

Bu stratejik oyun planı bizim o çoktan tozlu raflarda yerini almış, tüm hedeflerinin gerisinde kalmış “2023 Türkiye vizyonu”na benzemiyor ya da Avrupa Birliği’nin çoğu zaman üzerine yazılı olduğu kağıt kadar bile değeri olmayan uzun vadeli 2050 stratejisine, ABD’nin Trump’un gündeme taşıdığı, yeniden seçilirse devam ettireceği anlaşılan“yeniden küresel hükümranlık” sevdasına da.

Çinliler bu hedefi çok ciddiye alıyor ve emin adımlarla sistematik şekilde ilerliyor, yol alırken gerekli güncelleme ve ayarlamaları da yapıyorlar.

Sabırla uygulanan bu stratejik anlayışı içeride sosyal istikrarı koruyan bir yaklaşımla gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Komşularına ve büyük güçlere fazla sataşmadan tüm enerjilerini o tarihe kadar dünyanın en büyük (hem GSMH’da hem kişibaşına düşen gelirde, hem teknolojide, hem altyapı bağlantılarında, hem de askeri ve jeopolitik düzlemde) gücü olmaya adamak istiyorlar.

Bir yandan da zamanından önce öten horoz gibi olup boğazlanmaktan, önlerinin kesilmesinden kaçınmaya çalışıyorlar.

Ama hiç de kolay değil bu çaba.

ABD dört bir yandan bastırıyor Çin’i tökezletmek için teknoloji, ticaret, kur ve enerji savaşları yoluyla… Yaptırımları devreye sokuyor. Hindistan’ı da Japonya, Kore, Tayvan, Güneydoğu Asya eksenine katarak ve ülke içindeki istikrarsızlığı arttıracak şekilde Uygur, Tibet ve benzeri yumuşak karınları kaşıyarak. Hatta Çin’e büyük darbe vuran Corona virüsü ile ilgili biyolojik silah komplo teorisyenlerine kulak verenler de var.

Dosya Aynı Dosya

Bizim Çin ile ilişkilerimizde ise, 1980’li yılların sonu, 90’ların başında Pekin’de diplomat olarak görev yaptığım dönemden bu yana oyuncuların yüzleri değişti iki tarafta, rakamlar katlanarak büyüdü, karşılıklı gelip giden insan trafiği arttı ama aramızdaki ilişkiler dosyası özde pek değişmedi.

Köprünün altından çok şu akmasına rağmen üç aşağı beş yukarı hâlâ aynı dosyalar üzerinden çalışıyoruz Çin konusunda: ticaret dengesizliği, yatırım yetersizliği, Uygur sorunu, savunma sanayii işbirliği, taşımacılık, ekonomik ve enerji işbirliği.

ABD-Çin kutuplaşmasında, tedarik zincirlerinin yeniden kurgulanmasında, Ortadoğu, Orta Asya ve Akdeniz’de artan Çin hakimiyeti karşısında nerede konumlanacağımız da yeni konular olarak gündeme girdi. 21inci yüzyılın vizyoner “Kuşak ve Yol” girişimi birçok hesabı değiştirdi, hem kendisini, hem üzerinden kara ve deniz yoluyla geçtiği ülkeleri, hem de süper güç ilişkilerini.

Çin’in “yeniden yükselişi” karşısında biz de önümüzdeki on yılları şekillendirecek, ancak henüz yerli yerine oturmamış bu “yeni büyük oyun”un parçası olarak uzun vadeli, ayakları yere sağlam bakan, yanlış ata oynamayacak bir strateji geliştirmeye çalışıyoruz.

Çin çok sabırlı ve uzun soluklu çalışma gerektiren bir ülke, öyle gelip geçici bir vaka değil.

İlişkilerin ilerlemesi için çok şey yapıldı tabii ki, bunu inkar etmemek, emeği geçenleri şükranla anmak zorundayız. Ancak benim gözlemim; yapıldığı söylenen şeylerin çoğu ne yazık ki kağıt üzerinde ve retorik düzeyde kalıyor.

Türkiye-Çin ilişkilerinde günümüzdeki öncelik gerçek anlamda siyasi yakınlaşma ve karşılıklı güvenin arttırılması. Bu sağlandıktan sonra“kazan-kazan” temelinde siyasi, ekonomik ve güvenlik angajmanları için yeterince geniş potansiyel var.

İlişkilerdeki ekonomik ve siyasi pürüzler dengesizlikler bir şekilde çözüme kavuşturulabilir, ancak Sincan-Uygur Özerk Yönetim bölgesindeki Uygur azınlığa yönelik Pekin’in baskı politikası, Ankara’nın buna tepkisi, Türkiye’de yaşayan ayrılıkçı Uygurlara karşı etkili önlem alınmadığına dair şikayetleri gündemin en önemli ihtilaflı konusu hala ve öyle olmaya da devam edecek.

Bölgeye bizim ilgimizin nedeni basit: Singapur ya da Malezya’daki denizaşırı Çinliler Pekin için ne anlam ifade ediyorsa Çin’deki Uygurlar da bizim için aynı anlamı taşıyor. Aynı dili, etnik kökeni, mutfağı, müziği paylaştığımız insanlar. Onların yaşadıkları ülkede barış içinde, müreffeh şekilde, uluslararası sınırlara ve ülke yasalarına riayet ederek yaşaması, katliamlarla kırılmamaları Türkiye’nin menfaatine.
Bu itibarla Pekin ile önümüzdeki çeyrek yüzyıla uzanacak stratejik ortaklığın temel taşlarını döşemeye çalışırken şunu unutmamak gerekiyor: “Orta Krallık” ile güçlü ilişkiler içindeyken Uygurların hak ve özgürlüklerinin daha iyi korunması mümkün. Pekin de uygun şekilde uzatılacak, ayrılıkçılığa ve içişlerine müdahaleye taviz vermeyecek dost bir yardımcı eli geri çevirmeyebilir.

Ticaret Açığı Kapanmayacak

Ne zaman liderler düzeyinde bir toplantı olsa konuşma notlarının, verilen mesajların başında ticaret açığının nasıl giderileceği, Çin yatırımlarının nasıl arttırılacağı oluyor. Geçen yıl cari fiyatlara göre 18 trilyon dolar olan Çin GSYİH’nın bu yıl 19 trilyon dolar olması bekleniyor. Ticaret hacmi de 5.87 trilyon doları buldu.

Benim görev yaptığım dönemde Turgut Özal ticaret hacmini 500 milyon dolara çıkartma hedefini koymuştu. Bizde Çin’e satacak çok şey olmadığı için ülke içinde de ihtiyaç duyduğumuz demir-çelik ve gübreyi satmaya ağırlık veriliyordu.

Şimdi iki ülke arasındaki ticaret açığı (44,6 milyar dolarlık toplam ikili dış ticarette) yaklaşık 38,1 milyar dolar. O zaman hayal bile edemezdik. Bu durum haklı olarak Ankara’da ciddi rahatsızlık yaratıyor, ama açığı kapatma konusunda kimse umutlu değil. Çünkü Çinliler yakınmalarımıza cevaben “gelin Çin piyasasında mevcudiyet kurun, eyaletlere doğrudan satın, kendiniz arttırın ihracatınızı” diyor. Ama kim giderse gitsin Çin mal ve hizmetlerinin cazibesi karşısında geriye ithalatçı olarak dönüyor.
Dolayısıyla açık kapanmayacak; tam tersine daha da artacak önümüzdeki dönemde.

Tabii ki bu sadece bize özgü bir sorun değil. Geçen yıl 575 milyar dolarlık ABD-Çin ticaretinde Amerikalılar da 280 milyar dolar açık verdi. AB ülkelerinin açığı 291 milyar dolar. Hintlilerin Çin ile ticaret açığı 100 milyar dolar eşiğini geçti.

Çin’in ve Çinlilerin Şifrelerini Daha İyi Okumak Gerekiyor

“Orta Krallık”ı bir Türk’ün küresel gözlüğünden yazma düşüncesi William Dalrymple’ın “City of Djinns” kitabını okuduktan sonra şekillendi kafamda.

Benden üç yaş küçük İskoç asıllı bu tarihçi ve seyahat yazarının Yeni Delhi’de geçirdiği bir yılı ballandıra ballandıra anlattığı kitabını okurken Pekin’de diplomat olarak yaşadığım 721 gün canlandı gözümün önünde.

Onu izleyen 35 yıl boyunca Uluslararası Enerji Ajansı, OECD üst düzey yöneticisi, British Gas yöneticisi, son yıllarda da işadamı/yatırımcı olarak beni Çin’in dört bir köşesine taşıyan binlerce kilometrelik, yüzlerce günlük görev gezileri, keyif seyahatları, Çinli dostlarla sohbetler, Harvard ve LSE’de Çin üzerine verdiğim dersler ve bunların beyinsel harmanlaması olan binlerce sayfalık küçük küçük notlar ve imbikten damla damla süzülen yazılar.
Tarihten gelen bugünlere de yansıyan iniş çıkışlar elbette ilişkilerimizi zaman zaman geriyor ama yine de 21inci yüzyılın bu en önemli güçlerinden biriyle karşılıklı menfaatlere hizmet eden sağlam ortaklık temelinde çalışmaya devam edeceğiz hemen her alanda.
Türkiye de Çin için yaşamsal önem taşıyan Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu, Körfez ve Afrika’da hesaba katılması gereken, Batı ile ilişkilerinde de nisbeten bağımsız bir çizgi izleyebilen önemli bir köprübaşı.
Onun için “yeni süpergüç” ile ilişkilerimizi önümüzdeki on yıllarda nasıl yürütmemiz gerektiğine dair stratejik bakış açısını hep canlı tutmalı, işadamlarımızı, diplomatlarımızı ve hükümet liderlerini anlaşılması kolay olmayan, tüm dünyanın gözünü diktiği bu ülke hakkında eğitmeli, yönlendirmeliyiz.

Türk-Çin Akil İnsanlar 2049 Stratejisi

Daha önce kaleme aldığım “Yeni Ekonomik Süpergüç Çin ve Türkiye: Somut Tavsiyeler (1994, TÜSİAD), Yükselen Asya (1996, İmge), Geleceğimiz Asya’da mı? (1996, Milliyet), China’s Quest Worldwide for Energy Security (2000, İEA), China’s Regional Development and Foreign Direct Investment (2003, OECD), “Yeni Büyük Oyun: Neresindeyiz, Nereye Gidiyoruz? (Doğan, 2019) ve “Yeni Dünya Düzeninin Şifreleri (Destek 2022) gibi kitaplarımda, yüzlerce makale ve televizyon programlarında, konferans konuşmalarında bu çabaya kafa yordum.

Lakin Çin ile ilgili yazılan, konuşulan şeylerin ömrü, ne kadar iyi analizler ve öngörüler yaparsanız yapın birkaç yılı geçmiyor, süratle eskiyor.

Baş döndürücü hızda değişiyor her şey bu ülkede. Ve Çin adım adım 2049 stratejik hedeflerine doğru kararlı adımlarla yürüyor.

Onun için kapsamlı, günceli ve geleceği ortaya koyan, daha da önemlisi önümüzdeki 25 yılı kapsayacak somut tavsiyeler öneren yeni bir strateji çalışması kaleme almak istiyorum..

Bu çalışmayı daha yukarı bir seviyeye taşıyıp işadamı, asker, diplomat, akademisyen ve istihbaratçılardan oluşan bir Türk-Çinli akil insanlar görev grubuna da karşılıklı siyasi irade çerçevesinde hemen uygulamaya konabilecek sonuç yönelimli bir çalışma vizyonuna dönüştürecek, her zirve toplantısında da alınacak yeni kararları iki ülke cumhurbaşkanlarına sunacak bir girişim öneriyorum.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.