Gülse Birsel’in yeni kitabı 'Beni Gözünüzde Büyütmeyin', bir kadının müthiş bir mizahi özgüvenle kendine, kadınlara, erkeklere, hepimize, yediklerimize, içtiklerimize, aklınıza gelebilecek her tür komik hallerimize olağanüstü bir kuşbakışı…
Bir başladım…
Hemen bitti.
İşte öyle bir şey Gülse Birsel’in ‘Beni Gözünüzde Büyütmeyin’ adlı yeni kitabı…
Aynı anda sekiz on karabasanın üstüme abandığı böyle bir Türkiye haftasında bana çok iyi geldi.
Sadece şunu söyleyeyim.
Bir kadının müthiş bir mizahi özgüvenle kendine, kadınlara, erkeklere, hepimize, yediklerimize, içtiklerimize, aklınıza gelebilecek her tür komik hallerimize olağanüstü bir kuşbakışı…
Hadi şimdi boş lafı bırakayım, Gülse’nin kitabı kendini anlatsın.
Tabii ki önce kendisi ve kadınlar…
Kadın deyince de belli yaşlar…
Belli dokunuşlar…
“Kadın kadının kurduysa” eğer, “Estetik” denen şeyi en iyi ‘Özgüveni tavan, mizahı gökyüzü yapmış’ bir kadın anlatabilir.
Gülse Birsel estetik konusunda kadın dilinin doktorasını yapmış.
Bize harika bir ‘kadın dili sözlüğü’ hazırlamış.
Gelin okuyalım…
Bir kadın;
“Açık havada spor yapıyorum, oksijen çok önemli” diyorsa
Bilin ki ‘dolgu yaptırmış’.
“Sadece yeşil sabun ve gülsuyu kullanıyorum, doğalım” diyorsa
Bilin ki ‘kök hücre enjeksiyonu yeni bitmiş’.
“Anneannanemin cildi 90 yaşında hala pırıl pırıldı” diyorsa
Bilin ki ‘yüzünü gerdirmiş’.
“Hayata pozitif bakıyorum” diyorsa
Bilin ki “botoks” yaptırmış.
Şu yorumu da ekliyor:
“Kaşının ortasına da yaptırdığın için kaşını çatamıyorsun, mecburen pozitif bakıyorsun zaten.”
“Yüz yogası yapıyorum mucizevi bir şey” diyorsa
Bilin ki ‘yukarıda saydıklarımın hepsini yaptırmış’.
Durun bitmedi… ‘Kadın ne demişse neresini yaptırmıştır’ sözlüğünde en vurucu maddeye geliyoruz:
“Bir de bunlara ‘Toksik insanlarla görüşmeyi kestim’ eklendi son zamanlarda.”
Onun ne anlama geldiğini de şöyle açıklıyor:
“Aşkım birkaç hafta zaten mecburen keseceksin, çünkü bu işin morluğu var, şişliği var. Görüşürsen bunlar sabaha kadar etrafta konuşur, ‘Onu yaptırmış bunu yaptırmış’ diye. Morluklar geçsin, yine görüşürsün toksik insanlarla…”
Gülse’nin en takıldığı estetik dokunuş ise ‘çene dolgusu’…
Çene hattını dolduruyorlar ya hani…
‘Jawline’ deniyormuş, işte ona takmış Gülse Birsel;
“O işin tadın kaçmadı mı biraz? Güzelim kızlar niye rahmetli Sakıp Sabancı gibi yaptı kendini” diye soruyor.
Ve kadınlara ‘Bir hakikat’i söylüyor:
“Yeşil sabun ve gülsuyuyla güzel kalabilen tek kadın rahmetli Fatma Girik’ti. Ve artık o modelden yapmıyorlar.”
Tabii kitapta erkekler de var…
Özellikle Fellini’nin ünlü filmi ‘I Vitelloni’deki İsveçli sarışın güzel bekleyen sayfiye kasabası zamparaları için de tavsiyeler.
Parantezi açayım, bu film Türkçeye ‘Aylaklar’ olarak çevrilmişti ama gerçek adı ‘Danalar’dı ve bizim bugünkü konumuza çok daha uygun.
Gülse’nin kitabına dönelim:
Konumuz, tecrübeli bir dana bir kadına nasıl yaklaşır?
‘Gözlerin ne kadar güzel’ diyerek mi?
Kalçalarının, göğüslerinin, ellerinin güzelliği ile mi?
Yoksa daha romantik ve derinden gidip ‘ruh güzelliği’ ile mi girer işe.
Yani kadının en güzel yanlarını vurgulayarak mı?
Gülse Birsel, “E zaten biz onları biliyoruz, daha ince, daha zeki ve etkili yaklaşma tekniklerin yok mu” demeye getiriyor.
Çok az erkeğin bunu bilebileceğini düşünmüş olmalı ki ‘Öyleyse durun ben söyleyeyim’ diyor.
Bir cümlelik ‘yaklaşma kılavuzu’ bu:
“Kadının en beğenilmeyen yönünü bulup orayı yücelteceksiniz…”
Yani ‘en zayıf halkadan yükleneceksin oğlum’ demeye getiriyor.
Neresi mi?
Mesela Gülse, kendininkinin ‘burnu ve üstündeki ben’ olduğunu söylüyor.
Onu burnunun güzelliğine ikna eden bir erkek şöyle diyebilirmiş:
“Burnun inanılmaz kişilikli, çok seksi ve üstündeki o ben egzotik bir hızma gibi…”
Anahtar ve çilingir kelime ‘egzotik hızma’ yani…
Tabii ki her kadın için farklı bir zayıf halka, yani Z (zayıf) noktası olabilir.
Bu faydalı kitabında Gülse çapkın erkeklere bir kadında Z noktasının nasıl bulunacağını her duruma ait örneklerle de verip kılavuzunu tamamlıyor:
Şu benzetmeleri yapabilirsiniz:
-“Muzip dişler”
-“Çocuksu kulaklar”
-“Başına buyruk kaşlar”
-“Vay gözlerin deniz gibi mavi, gülümsemen ne güzel”
Gülse bu kavramları bulan erkeklere teşekkür ediyor ve diyor ki:
“Onlar sayesinde yıllarım burnumu orijinal, hatta egzotik bularak geçti…”
Ama hakikatin bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi kötü bir tarafı var.
Gülse yıllar boyunca burnunu ve üstündeki beni çok güzel ve egzotik bulmaya devam etmiş.
Taa ki;
Bir gün ATV televizyonunda ‘G.A.G’ komedi programını çekmek için her şeyin hazırlanıp kameranın karşısına geçtiği ve yönetmenin ‘Motor’ demesini beklediği ana kadar.
Ama ‘Motor’ diye seslenmeden önce bir başka cümle gelmiş:
“Kızın burnunun üstündeki kahverengi beni kapatabiliyor muyuz?”
Evet…
Gösteri dünyası dünyaların en acımasızıdır.
Şimdi özellikle bu son cümleyi okuyup sakın ola ki ‘Vah zavallı kız, yönetmenler ne kadar acımasız’ deyip kendinizi üzmeyin.
Gülse Birsel bütün kitap boyunca bu hikayeleri öyle ince bir mizah ve kendine güvenli muziplikle anlatıyor ki…
Bu filmde kimse kötü adam değil…
Zaten bu bölümün başlığı her şeyi anlatıyor:
“Yıllarca kendimi afet sandım, helal olsun kendime…”
Kitapta en sevdiğim bölümlerden biri ‘Yeme içme sektörünü’ ti’ye aldığı sayfalardı.
Yeni şeflerin yeni mutfağına girip nohutun yükselişini öyle bir anlatıyor ki yerlere yattım.
Özellikle Paris’in bazı bölgelerinde döneri bile sollayan şu ‘falafel’ salgınını…
Yani bildiğimiz nohutun türevlerini.
“O nasıl bi önlenemeyen yükseliş, nasıl akıl almaz parlak bir kariyerdir” diye girip arkasından sallıyor nohuta:
“Sen kimsin ya; 10-15 yıl önce salçalı leblebi değil miydin sen arkadaş…”
Gastronomi bölümünün kreşendosu ‘çiğ köfte dürüm’ü anlattığı satırlar.
‘Yemekte icat bitmiştir’ diyenlere o da şunu diyor:
“Kanımca bunun ülkemizde son yıllarda tek istisnası çiğköfte dürümdür.”
Peki nedir çiğköfte dürüm?
Tarifini veriyor:
“Buğdayı buğdaya buğdayla anlatmak isteyen deneysel bir girişimci çiğköfte dürümü kelebek makarna ve sarmısaklı ekmekle servis eder ve hikaye artık burada biter. Çünkü bir öğünde buğdaydan bundan daha fazla verim alamazsınız…”
Tabii ki her kadın mürüvvetini göreceği o günü hayal eder…
İçinde ‘mürüvvet’ kelimesi geçen bu cümle benden…
Hemen yazara saldırmayın.
Tabii bunu ancak bir kadın anlar ve anlatabilir.
Gülse de evlenecek kızlara tam düğün öncesi ‘abla tavsiyelerinde’ bulunuyor:
-PROTEZ TIRNAK: “O protez tırnakları öyle çapa gibi yaptırmayın tatlım. Erkekler o tırnaklardan korkuyor ben diyeyim size.”
-FONDÖTEN MESELESİ: “O kadar ağır makyaj da yapmayın kızlar, gözünüzü seveyim. Bir maşrapa fondöten sürüyorsunuz gündüz gündüz. Kat kat kontürlü takma kirpikler. Yetmiyor, bir çuval çıtçıtlı ek saç, Rapunzel gibi.
-“Instagram filtrelerine zaten hiç girmiyorum, o işin ucu çoktan kaçtı.”
-“Niyetiniz ciddiyse ağzınızda yüzünüzde o kadar nitelikli dolandırıcılık yapmayın bak hakikaten. Adam Afra Saracoğlu ile evleniyorum diye düğünde sabaha kadar halay çekecek, sabah bir kalkacak, yanında İzzet Altınmeşe.”
Kitabı okurken zaman zaman durup düşündüm.
Ben en en çok hangi Gülse Birsel’i sevdim…
‘Avrupa Yakası’ndaki Aslı Sütçüoğlu’nu mu…
‘Yalan Dünya’daki Deniz Alsancak’ı mı…
Yoksa ‘Jet Sosyete’deki Gizem Sahici Özpamuk’u mu…
Yoksa ‘Aile Arasında’daki Mihriban’ı mı…
Galiba ‘Yalan Dünya’daki Deniz Alsancak’tı benim en sevdiğim Gülse…
Eh ne de olsa orada bir İzmirlilik var…
Kollektif eylem yapamıyorsak yaşasın illegal kahkaha
Kitabın sonunda “Tek başına gülmek olmaz” diyor.
“Biliyorsunuz, gülme kollektif bir eylemdir. Öyle tadı çıkar” diyor.
Gülmeyi unuttuğumuz, kollektif eylemin hapislik olduğu bir ülkede, bize kalan tek şey ne öyleyse…
Güzel yazılmış bir mizah kitabının başında tek tek gizli kollektif eylem yapmak.
Gülse galiba bunu başardı…
Bana tek başıma kahkahalar attırdı…
Ne diyeyim…
Yaşasın tek tek gizli gülüşler… Yaşasın kahkahanın illegalitesi…