'Ud Çalan Kadınlar’da Reha Tanör, İstanbul'un yeme-içme kültürüyle, insanının değişimi ve yaşamın dönüşümüyle ilgili denemeleriyle çıkıyor karşımıza ve gelenek ile yenilik arasında salınan İstanbul’u anlatıyor bizlere.

DENİZ YILMAZ
İstanbul’a dair anlatılacak hikâye kaldı mı? Kente ilişkin ve onun bazen fonda bazen başrolde olduğu kitaplar hâlâ yayımlandığına göre kalmış.
İstanbul’daki mekânlar ve oraların çağrıştırdığı düşünceler üzerine kaleme aldığı ‘Ud Çalan Kadınlar’da Reha Tanör, kentin yeme-içme kültürüyle, insanının değişimi ve yaşamın dönüşümüyle ilgili denemeleriyle çıkıyor karşımıza.
Tanör’ün anlatımı sofralarla, mekânlarla, sokaklarla ve insanlarla şekilleniyor. İstanbul’daki hayata ve kentin hayata kattıklarına yoğunlaşan yazar, aynı zamanda Türkiye tarihinin İstanbul kesitini gözler önüne seriyor. Dolayısıyla şehrin dünü ve bugünü arasında köprüler kurarken yarınıyla ilgili öngörülerde bulunuyor. Başka bir deyişle gelenek-yenilik arasında salınan İstanbul’u anlatıyor bizlere.
Tarih, kültür ve mizah bağlantısının hiç kopmadığı denemelerinde Tanör, değişimin ve dönüşümün nasıl gerçekleştiğini ortaya koyarken ud sesinden tangolara, tarihî dönemeçlerden acılara, mutlu anlardan kente özgü tedirginliğe dek pek çok olaya bakıp hem çok eski hem de çok yeni İstanbul’a davet ediyor okuru:
“Bu şehir güneş doğarken canlı, kıvrak bir Rumeli oyun havasıdır. Günboyu arabesktir, türküdür, rap’tir, Mozart’tır. Her an farklı bir ritimde yankılanır kulağınızda. Bazen de tango yapar karşınızda. Akşam kavuşurken o artık hüzünlü bir Selahattin Pınar bestesidir. Ertesi sabah kalktığınızda bir de bakar ve hayranlıkla şaşarsınız ki o İstanbul, bu kez dün bıraktığınızdan farklı yerler, değişik sesler, başka insanlarla size ‘günaydın’ demektedir. Zordur ona ayak uydurmak.”
Tanör, İstanbul babında yer ve insan arasındaki bağlantı ve kopuklukları anlayıp anlatmaya çalışıyor. Kent değişirken İstanbulluların sayısının azalışından, birbirini anlamayanların fazlalığından ve şehrin sürekli yenilenmesinden bahsederken ‘sokaktaki düşünen adamlar’ı hatırlatıyor.
Kısacası köprülerdeyken (ama özellikle Galata Köprüsü’nde) geçmiş ve şimdi arasında köprüler kuruyor, sokaklardan ve caddelerden insan hikâyeleri devşiriyor, mahallelerde gezerken yüzünü düne dönüyor, sofralarda otururken tarihi düşünüp yorumluyor. Bazen “İstanbul’un özetidir” dediği köprülerden, önünde oturup düşündüğü merdivenlere ulaşıyor; Sisifos’un, kayasını itişi misali yaşamanın acı ve tatlı taraflarını Kamondo Merdivenleri’nde ölçüp biçiyor. Bazen de Beylerbeyi’nde vapurdan inip kalabalığa ve hayata karışarak her şeyi durduran muhtıraları, ihtilal ve darbeleri, Üsküdar’dan yükselen musikiyi, Asya’dan Avrupa’ya uzanan İstanbul’un hâlipürmelalini anımsıyor ve izliyor.
Geçmişte ve şimdide gezinen Tanör, İstanbul’un değişimi kadar değişmeyenlerini ve zihinlere kazınmış taraflarını anlatıyor; kâh roman kahramanlarına atıf yapıyor kâh semtlerin simgesi hâline gelmiş yapılar ve insanlarla buluşturuyor okuru. Fatih, Harbiye, Pera, Galata ve Beyoğlu sokaklarında gezerken balodan fasıllara, dost meclislerinden sofralara, kurmacadan gerçeklere doğru yol alırken artık olmayanları ve yerinde yeller esen mekânları anıyor:
“Neredeee o eski kahvehaneler?.. Onlar, özellikle büyük kentlerde tarihî eserler arasına girdi neredeyse. Yandan çarklı, kahve, oralet içerek ödediğin para güzel zamanlarda orayı işletene yetiyordu. Devir değişti, lokma aslanın ağzına düştü, çay kahve ücretleriyle akşama eve para götürmek hayal oldu. Kahvehaneler ya satıldı ya da bankaya, dönerciye, pideciye, oto galericisine kiralandı. Kenar mahallelerle kasabalarda tek tük örnek bulabilirseniz ne devlet. Kimilerince, aylakların buluştuğu tembellik yuvaları olarak tanımlanan, kimilerine göre ise dar gelirlilerin, annelerinin ve eşlerinin, ‘Aman evden gitsin’ diye yolladığı adamların muhabbet mekânı olarak görülen, edebiyatta da çokça yer tutan bu kahvelerden bir tanesi de Recebin Kahvesi’ydi. Şimdi artık o da yok.”
Kahvehanelerden esnaf lokantalarına, meyhanelerden zamanın cömert İstanbul’unun köprülerine ve mekânlarına doğru okuru tarihî bir gezintiye çıkaran Tanör, hem Sisifos misali kayasını nasıl ittiğini hem de yaşamanın güzel şey olduğunu mizahla, ironiyle ve geçmişe selam vererek anlatıyor.
Ud Çalan Kadınlar –
Sana Michelin’li Sofralardan Baktım Aziz İstanbul
Reha Tanör
İthaki Yayınları, 2024
deneme, 272 sayfa.
