Ege’nin iki yakasını bir araya getirebilsek tarihi husumetten, çekilen karşılıklı acılardan dolayı hala birbirine şüphe ile bakan Ege insanları ne sinerjiler, ne fırsatlar, ne güzellikler yaratır aralarında.
Onlar “acaba ayranları kabarınca Türkler Yunan adalarını işgal için kurdukları Ege Ordusu’nu mobilize edip Yunanistan’ı işgal eder mi tıpkı 1974’te Kıbrıs’ta yaptıkları gibi” korkusunu AB’ye üye olduktan sonra bile tam olarak atamadı.
Bizde de “Bu Yunan gavurunun gözü Megalo İdea doktrini uyarınca hala Constantinopolis ve Smyrna dedikleri İstanbul ve İzmir’in üstünde. Her platformda aleyhimize çalışıyorlar. Karasularını 12 deniz miline çıkardıkları an bu ‘savaş nedeni’ dir, zaten On İki Ada’yı bizden hileyle aldılar, Atina’ya kadar 48 saatte gideriz” diyen az değil Yunanlıların korkusunu daha da pekiştirecek şekilde adeta.
College d’Europe’da birlikte dirsek çürüttüğümüz Yunanlı arkadaşım (şimdi bir Batılı başkentte Yunanistan Büyükelçisi) Bruges’de birkaç şişe bira devirdikten sonra bana ağlamaklı bir yüz ifadesiyle “Keşke Türk olmasaydın sen Mehmet” demişti. “Niye, ben onur duyuyorum Türk olmaktan” dediğimde verdiği yanıtı hala gülümseyerek hatırlıyorum: “Çünkü sen çok iyi bir insansın.”
Beyinler nasıl koşullandırıldıysa, bir Türkün iyi insan olması Yunan lugatında, kafa yapısında olağanüstü bir vakıa demek ki.
Ben umudumu kaybetmedim; yeni nesiller mevcut “Yunan adalarında yemek daha iyi ve ucuz, servis harika, Schengen bölgesinde serbest dolaşım için Atina’da emlak alıp oturma izni kazanalım” söyleminin ötesine geçerek er ya da geç aralarında daha köklü uzlaşı, dayanışma, ortak anlayış kültürünü geliştirecek.
Son yıllarda özellikle Londra’dan kaçıp yazları Çeşme, Urla ve Karaburun üçgeninde yaşamaya başladıktan sonra yakındaki Yunan adalarını sık sık ziyaret etmeye, yeni yerler keşfetmeye, dostluklar kurmaya zaman ayırıyorum.
Çeşme ile Sakız Adası’nın en yakın mesafesi 6,5 kilometre. Katamaran sırtında Çeşme’deki Öğütçü Zeytinev’den Sakız ya da Yunanca ismiyle Chios’un feribot yanaşan, iki büyük mendirekle ayrılmış, açıklığı doğuya bakan büyük limana 25 dakikada ulaşabiliyor, Avrupa Birliği topraklarına ayak basıyoruz.
Yani sabah kahvaltısını Çeşme’de, öğle yemeğini Sakız adasında tadıp akşam eve dönmek mümkün. Aynı coğrafya, benzer mutfak ve iklim ama farklı iki kültür, anlayış ve hayata bakış penceresi.
Çeşme, Sakız adasına o kadar yakın ki 11 saat (315 km) uzaktaki Atina yerine adalılar çat kapı Çeşme limanına iniyor. Alışveriş, atalarından kalma yerleri ziyaret, Çeşme mutfağı tadımı, Alaçatı’da eğlence sonrasında geri dönüyorlar.
Kuşadası Dilek Yarımadası karşısında bulunan Sisam Adası (Samos) aslında Türkiye’ye en yakın ada, ama Sakız da sanki onun kadar yakın duruyor bana.
Karaburun Yarımadası’nın tam karşısında Samos ve Midilli adaları arasında yer alıyor Sakız. 841 km2’lik yüzölçümüyle Ege Denizi’nin (Girit, Eğriboz, Midilli ve Rodos’tan sonra) beşinci büyük adası. Eşsiz güzellikler sergileyen 62 koyu var. Şayet daha ötesine gitmek isterseniz Atina ve Selânik ile doğrudan havayolu, Mitilini (Midilli), Samos (Sisam) ve Pire ile de deniz bağlantısı bulunuyor.
Yüksek sezonda uçak seferleri daha ucuz ve sık olduğu için Almanya, Fransa, Belçika ve İngiltere’den birçok Türk’ün doğrudan Sakız’a uçtuğunu, sonra feribotla Çeşme’ye geçtiğini biliyorum hem ekonomik hem de keyifli olması nedeniyle. Londra-Sakız arasını hangi tarihte olduğuna bağlı olarak £19 ile £50 arasında ehven bir fiyata uçabiliyorsunuz. Londra-İzmir fiyatları ise £1,000’dan başlıyor yazın.
Geçen yıl Rodos’ta idim ve Kıbrıs Rum kesiminde bir konferansa konuşmacı olarak gidip geri gelmem gerekmişti. Önce Rodos’tan Atina’ya uçtum, oradan Larnaka havaalanına.
Akşam geç saatlerde de yine Atina; Rodos Diagoras Uluslararası Havalimanı’na inip oradan dostlarımın beni beklemekte olduğu Lipsi adasına ulaşmak için Dodekanisos Seaways ile Kos’ta duraklama yaparak birkaç saat denizde seyretme keyfi yaşadım.
Sakız’ın tarihi iki taraf için de biraz acıklı. 11. yüzyılda Anadolu sahillerini ele geçiren Selçuklular’ın akınları, 1072’de adaya ayak basan İzmir ve civarının hâkimi Çaka Bey’in adayı fethi, daha sonra Bizans hâkimiyeti, ardından Venedik istilâsı bir çırpıda Sakız tarihini anlatıyor bize. Savaşlar sırasında karşılıklı katliamlar vuku bulmuş, epey kan dökülmüş, müzelerinde bunun ortak hafızaya işlenmesi için çaba sarf ediliyor.
Buna rağmen hala komşuluk duygusu çok zehirlenmemiş; özellikle de Ege’den oraya göçenlerin Anadolu ile bağları hala duygusal. 20 dakikada Çeşme-Sakız seferi yapılırken Sakız-Atina/Pire arası en az dokuz saat sürüyor feribotla. Bu coğrafi yakınlık tabii ki Sakız sakinlerini daha gerçekçi temelde düşündürüyor.
1912’de Yunanistan’la birleşmesi, “Küçük Asya felaketi”nin yarattığı göçmen akını adanın kaderini tümüyle değiştirmiş, yüzyıllardır etkileşim içinde olduğu Anadolu kıyılarıyla uzunca bir süre bağları kesilmiş.
Şimdi ihtiyatlı adımlarla bu bağlar yeniden tesis ediliyor, ama Ankara ile Atina arasındaki ilişkilerin durumu ve siyasi mülahazalar belirliyor Çeşme-Sakız hattında ilişkilerin ne kadar süratle düzeltileceğini, karşılıklı menfaatler temelinde yeni işbirliği imkanlarının geliştirileceğini. Sakız’a sadece geçen bayramda ada sakinlerinin yüzde 10’u kadar Türk turist gitmiş. Bu yaz kapıda vize uygulamasıyla tam bir patlama yaşanacağı kesin.
Zengin mutfağını, özellikle bol, ucuz ve taze deniz ürünlerini, mezelerini, özgün köylerini, hareketli çarşı bölgesini keşfetmek ilk iş. Güneyde Sakız ağaçları bölgesinde seramik atölyeleri ile meşhur Armolia. Dar sokakları ve kendine has desenli evleriyle meşhur Pirgi önemli gezi noktaları. Sakız müzesini sakın ihmal etmeyin.
Bir başka kale köy Mesta‘yı da görüp zamana direnen Osmaniye ve Bayraklı camilerini, muhteşem Melek Paşa çeşmesini ve Osmanlı dönemi çeşmelerini, kale içindeki küçük meydanda Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryası Kara Ali Paşa’nın kabrinin de bulunduğu Türk mezarlığını ziyaret edin.
1894 devlet kayıtlarına göre adada dokuz cami, iki medrese, üç tekke, doksan sekiz kilise, bir manastır, iki havra, iki hamam ve on sekiz çeşme bulunuyordu. Günümüzde Sakız’da Osmanlı eseri olarak sekiz cami, bir mescit, bir tekke, üç hamam, bir sebil ve bir han varlığını sürdürüyor.
Gerek Kambos’ta gerekse de şehir merkezinde bulunan büyük tüccar ve armatör ailelere ait malikaneler görmeye değer.
Yunan adalarında yemeklerin ne kadar hesaplı, servisin iyi ve deniz mahsulleri çeşnisinin ağız sulandırıcı olduğunu her giden anlatıyor, hatta bizim Ege bölgesi mekanlarında “yediğimiz kazık”la kıyaslayanlar oluyor. Bu tespitin gerçek payının yüksek olduğunu ben de söylemeliyim.
Şayet taverna tavsiyeleri istiyorsanız hemen sıralayayım: Limanda Delfinia, yukarı mahallede sadece akşamları açık olan Hotzas, havaalanı arkası Kambos üzerinde ünlü müzik grubu Trio Chios’u da dinleyebileceğiniz Apomero favori mekanlarım.
Lithi koyunda hem denize girebilir, hem de Tria adelfia ziyafeti çekebilirsiniz.
Muhteşem kuzey koylarından Türkiye’ye bakan Lagada bölgesindeki George Passa’nın Passa restoranı zengin balık çeşitleri ve ahtapotuyla ünlü. Benden selam söyleyin George ya da Yunanca adıyla Yorgo’ya. Düzenli Sakız’a gidip de onu tanımayan yoktur.
Volissos köyünde Fabrika’da et yemeği yemelisiniz. Avgonima köyünde ise Yannis Linos’un Pyrgos restoranında keçi etini tatmadan ayrılmayın.
Bana kalsa merkezde hiç kalacak yer aramam. Köyler daha sempatik ve özgün. Fiyatları da ehven. Mesela Archontiko Riziko, Kambaş’ta Chios’a beş kilometre mesafede bahçesinde nefis limon ağaçları olan bir otel. 57 dolardı geçen yıl geceliği. Sahibi Manolis Neos ve kızkardeşi harika insanlar. Özledim ikisini de. Lütfen selamımı iletin, yakında tekrar gideceğim onları görmeye.
En iyi ve temiz plajları bence Emporios, Mavra Volia ve Karfaş. Sahilde bir kahvehaneden Çeşme’nin kıyısını gözlemek de insana sanki yan mahalledeymişsiniz hissi veriyor.
Tam olarak istediğimiz gibi olmasa da Yunan Adalarına yedi günlük kapıda vize uygulamasına başlanması işleri biraz kolaylaştırdı.
Feribota binmeden önce kapıda para ödeyip alabileceğiniz bir vize düşünmeyin. Bileti aldığınız feribot şirketi veya aracı firmalar üzerinden başvuruyorsunuz vize için. Evraklar seyahat tarihinden yedi gün önce ve elden ulaştırılmalı.
Türk vatandaşları ve Türkiye’de oturma izni olan yabancı uyruklular 60 avro vize, 40 avro hizmet ücreti ödeyerek tek girişli vize alabiliyor. Yunanistan’da her yere değil sadece belirlenmiş kıyılarımıza yakın Doğu Ege Adalarına [yani, Midilli (Lesvos), Sakız (Chios), Sisam (Samos), Kos (İstanköy), Rodos, Meis (Kastellorizo), Patmos, Kalımnos, Simi, Leros] sezonda gidebilmek için. Resmi pasaportlara vize yok tabii ki.
Vize başvurusu için en az altı ay geçerli pasaport, gidiş-dönüş feribot bileti, otel rezervasyonu, KKTC’ye giriş-çıkış damgası olmaması, seyahat sigortası, vize başvuru formu, bir de üç aylık banka hesap dökümü gerekiyor.
Yıllarca Ege kıyılarımızı ve karşımızdaki komşu Yunanistan’a ait 12 adayı karış karış gezdim tekneyle. Kos, Midilli, Sakız, Patmos, Lipsi, Leros, Agontonisi, Simi, Mikonos, Santorini, Samos ve Rodos’ta kalıcı hatıralar biriktirdim, dostluklar kurdum.
Bu kez Atina’dan başlayarak “Yüzen Villa” Genny diye adlandırılan bir İtalyan milyardere (Guiseppe Larivera) ait 24 metrelik katamaranla Saronik Körfezi’nde yer alan Poros, Hydra ve Spetses adalarına seyahat için düğmeye bastım. Unutamayacağım bir deniz seyahati oldu. İlk defa ultra lüks üç katlı bir yatta idim bir hafta boyunca. Tadına doyamadım.
Teknenin mürettebatı altı kişi. Kaptanı İtalyan Augelo Marinucci, şef Gionanni Stea, baş hostes Gişella Vesta ve Popi Tomazu, Marco Stanışa ve Arfel Cuman ile hemen kaynaştık. Teknede bizimle beraber Amerikalı, İngiliz, Yunanlı işadamları, seyahat yazarları ve brokerlar vardı. Bir de dünyadaki en büyük katamaran filosunu yöneten dostumuz Yunan asıllı Kanadalı Barbara Gabriel’in sempatik köpeği Bijoux.
Bu sezonda kiralamak isterseniz Genny’nin haftalığı – yiyecek içecekler ve yakıt hariç – 70.000 avro. Başka bir tekneden daha bahsetti. Bir milyon dolarmış haftalığı. “Acaba kim öder bu rakamları” diye aklı karışıyor insanın. Mürettebatsız ortalama bir yelkenli tekne kiralamak isterseniz eylül sonu hatta ekimde haftalık kirası 4.000 avro’ya kadar olanlar da var.
Larivera bu “yüzen villa”yı altı ay önce Polonya’nın Gdansk tersanelerinde inşa ettirmiş 4.5 milyon avroya. ”Mutluluk suda daha kolay” diyor. Öyle muhteşem bir yat yaptırmış ve o kadar çok konuk ağırlamış, yüzlerdeki mutluluğa vesile olmuş ki bu sayede kendi hayatı da zenginleşmiş her bakımdan. Yelken ve katamaran gibi lüks yatlarla turizmin önümüzdeki yıllarda daha popüler olacağına dikkat çeken Larivera bu işin sadece kendi keyif katsayısını arttırmadığını, aynı zamanda çok karlı bir iş olduğunu da söylüyor.
Üstünde insan yaşayan 227 ada olduğunu ilk defa duyuyorum. Toplamda ise irili ufaklı altı bin ada olduğunu söylediler. Bazılarında insan yaşamıyor, yaban keçilerinin sonsuz hükümranlığı altındalar. Bazılarında ise nüfus 100’den az.
Milos, Barbara’nın en sevdiği ada. Hızlı tekne ile 2,5 saatte Atina’dan yola çıkıp orada olabiliyorsunuz. Şeffaf turkuvaz suyu, altın kumu, olağanüstü jeolojik oluşumları, antik harabeleri ve Fourkovouni, Mandrakia, Areti, Plaka, Klima gibi yerleşim yerleriyle çok etkileyici. Kapadokya’daki gibi kayaların içine oyulmuş, renkli kapıları ve balkonlarıyla dikkat çeken geleneksel evlere Syrmata deniyor.
Meşhur Venüs heykeli (şimdi Paris’te Louvre müzesinde) bir köylü tarafından 1820’de Milos’ta bulunmuş. Akrotiri Seafood Obsession, lokanta deyince Pollonia köyündeki tek lezzet durağı.
Kefalonia harika yemekleri ile biliniyor. Rodos, tarihe meraklılar için. Santorini, balayı geçirmek için. Anlatılanlara bakılırsa Çinli turistler düğün fotoğrafı çektirmek için akın ediyor son yıllarda buraya. Dünyanın en büyük 88’inci adası Girit, doğa yürüyüşleri sevenlere. Öyle bir ada ki insanları önce Giritliyiz diyor, sonra Yunanlı. Mikonos ve Paros, gece partileri, eğlence sevenler için. Thassos, huzur ve sükunet tutkunlarına tavsiye ediliyor. Bir de Mamma Mia filminin çekildiği o meşhur Skopelos adası var.
Kaptan Angelo’ya sordum “Tüm Yunan adalarını gezmek için ne kadar süreye ihtiyaç var” diye. Yanıtı çok kısa idi: “En az 10 yıl.” Ann’ın elime tutuşturduğu Yunan adaları haritası ne kadar uzak ve geniş bir adalar silsilesi olduğunu gözler önüne seriyor. Her geldiğinizde farklı bir bölge, farklı mutfaklar, farklı keyifler alacağınız yüzlerce ada var.
Bizim rotamızda Saronik adalarından Poros, Hydra ve Spetses vardı. Bunlar Atina’ya daha yakın ve yıl boyu yaşanabilir yerler. Rotamızı ilk olarak Poros’a çevirdik.
Rüzgarı arkamıza alıp yelkenler fora muhteşem bir seyir gerçekleştirdik. Sulardan ilk defa bu kadar yüksekte ve dalgalarla ahenk içinde yol aldım. Üç katlı yelkenliyle sanki denizlerin efendisi gibiydik. Etrafımızdan geçen tekneler fotoğrafımızı çekmek için yarışıyordu. Poros’a gün batmadan vardık.
Poros’u çok sevdim. Hem anakaraya yakın hem doğal görünümü, basit mimarisi ile Yunanistan’ın en büyük doğal limanı. Karşısında Galataş var anakarada, hemen 100 metrelik dar bir boğazdan geçiyorsunuz. Yanı başında Aegina ve Agıstri adaları var kısa duraklamalar için. Yeşil-mavi alaşımı rengindeki denizde yüzmek için Askeli ve Love Bay plajlarında soluklandık biraz. Atina’ya çok yakın olduğu için hafta sonu gezileri ve tekne eğitimleri için ideal.
Poros diğer Yunan adaları gibi geleneksel yemekler yapan popüler restoranlara sahip. Hem damak zevkinize hitap edecek hem de manzarası ile hoş vakit geçirebileceğiniz Four Brothers ve Müzükos lokantalarını denemenizi tavsiye ederim. Biz yemeklerimizi teknede yedik, ama bu iki restoranın da menülerini inceledim ve içeri girip sahipleriyle sohbet ettim. Bu yıl gelen turistten çok memnunlar, işlerinin açıldığını ve kasım sonuna kadar hizmet vereceklerini söylediler.
Yunanistan’ın en çok görmek istediğim adalarından biriydi Poros’tan sonra vardığımız Hydra. Dünyanın en zenginlerinin ya evi var ya da yatlarını demirlemişler buraya. Yeni inşaatlara 50 yıldan fazla bir zamandır izin verilmiyor. Tabii aklımız hemen bizim süratle betonlaşan, otantik görünümünü kaybeden harika kıyı kentlerimize kayıyor. Kıyaslama yapmaktan kaçınıyorum zihnimde.
Hydra doğal plajları ve ödüllü restoranları nedeniyle çok popüler. Sokaklarda Alman, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikan ve Türk turistler en güzel kıyafetleriyle salınarak yürüyor.
Antik Yunancada “su” anlamına geliyor adanın adı. Atinalılar en sık ziyaretçileri. Metochi’ye arabayla gelip oradan 20 dakikalık yolcu gemisi ile geçebiliyorsunuz Hydra’ya. Ya da Pire limanından hızlı katamaran ya da hydrofoil ile 80 km ötedeki adaya Poros ve Spetses üstünden gelmeniz de mümkün.
19’uncu yüzyılda 125 tekne ve 10 bin denizci yaşıyormuş adada. 1821 Yunan bağımsızlık savaşında önce isteksiz davranmışlar, ama sonra Osmanlıya karşı donanmada rol üstlenmişler.
“Siyahlar içinde bir kız” ve “Yunus üzerinde oğlan” filmlerinin çekim yeri Hydra adası. Adada tek bir araba yok. Herkes yürüyor, tekneye biniyor ya da eşek sırtında. Araç yasağı, adanın zevkli taş evleri gerçekten de çok hoş bir ambiyans yaratıyor. Yapılacak şeylerin başında Bizans Müzesini ziyaret geliyor. Kamınia ve Vlichos köylerini uzaktan seyretmek sanki harika iki tabloyu seyrediyormuşuz hissini veriyor.
Ev fiyatları Poros’a kıyasla çok pahalı. Alışveriş ve sanatın en son noktası. Galerilerde hayranlıkla resim, heykel, mücevher eserlerini seyretmeye doyamıyorum. Alışveriş çılgınlığına kaptırmıyorum kendimi. Sadece sekiz çantayla dönüyorum Genny’ye akşam!
Adanın en keyifli yeri Hydronetta. Ayrıca Sunsetthyda restoran gün batımının en güzel olduğu yer. BBC burayı dünyanın en iyi manzaralı ikinci restoranı seçmiş. Balıkları muhteşem, restoranın birkaç balıkçısı varmış. Her gün bu balıkçılardan tuttukları taze balıkları alıyorlarmış. Menüleri çok özel.
Fethedilmesi zor görünüyor uzaktan bakınca bu ada. Kalesi, küçük limanıyla derli toplu. Her yıl ekim ayı ortasında Rebetiko müzik konferansı düzenleniyor adada. 1950 ve 60’lı yıllarda sanatçılar, işadamları, şarkıcılar akın etmiş buraya.
Mykonos gibi gece hayatı yok. Mykonos’un adı bile bilinmiyorken burası jet set adası olarak ün kazanmış. Tekneden indiğimiz yerdeki sanat galerisine girdiğimde ilk sorum “Şöhretlerden kimler yaşıyor burada” oldu. Yunanlı şöhretleri pek saymadı dükkan sahibi.
Argo Saronik Körfezinin tam kalbindeki Hydra Kanadalı şarkı yazarı ve şarkıcı Leonard Cohen, operanın kraliçesi Maria Callas, milyarder armatör Aristotle Onassis, İngiliz iş dünyasının haylaz zengini Richard Branson gibi birçok uluslararası jet sosyete şahsiyetini cezbetmeyi başarmış. Charmıan Clift ve George Johnson listede idi. Sanat koleksiyoncusu Dakis Joannou genç sanatçıları desteklemek için burada özel bir sanat müzesi açmış.
Bizden de Ali Koç ile Cem Boyner’in çok sık uğradıkları bir sığınak olduğunu öğreniyorum adada mağazası olan İstanbul asıllı bir Rumdan.
Yaklaşık 2000 kişinin yaşadığı bu adanın Belediye başkanı George Koukoudakis çok gurur duyuyor Hydra’nın bu küresel şöhreti ve dostlar şebekesi hakkında konuşurken.
Hydra’nın en popüler restoranları geleneksel Yunan mutfağı ile ünlü Omilos, Plakostroto ve İtalyan mutfağının vazgeçilmez lezzetlerini sunan Casta restoranı da denemenizi tavsiye ederim.
Bir sonraki durağımız Spetses, tüm dünya gailelerinden uzak durup dinlenmek isteyen ama Yunan başkentine de çok yakın yer arayanlar için. Plajları büyüleyici. Yat marinaları, butik otelleri ve rafine restoranları ona eşsiz bir güzellik katıyor. Yürüyüş için kendinizi dağ yollarına vurmanız gerekiyor. Tepelerden adanın güzelliğini seyretmeye doyum olmuyor. Spetses’in uzun bir donanma tarihi var. Baharat yolu Hindistan’dan Türkiye’ye, oradan da İtalya’ya Spetses üstünden geçiyormuş.
Eski bir gemi inşa merkeziymiş burası 18 ve 19uncu yüzyıllarda. Bouboulina müzesi Yunan bağımsızlık savaşının kahramanlarına yer veriyor. Anargyrios Okulu’ndan başlatıyorsunuz plaj yürüyüşünüzü, adanın yeni limanı Dapia’yı geçtikten sonra Baltiza diye bilinen eski limana gelince alışveriş açlığınızı tasarımcı dükkanlarında gideriyorsunuz. İstanbul, Alanya ve İzmir’den göçmüş yarım düzine Rum ile tanıştım. Geçmiş anılarını paylaştılar, doğdukları ülkeyi hala ne kadar sevdiklerini anlattılar gözleri nemli.
Yemekte leziz deniz mahsulleri ve şarap dışında bir şey olmasın diyorsanız Tarsanas tek adres. “Nero Tis Agapis” lokantası da denize atbaşı gibi uzanıyor. Aşk Suyu anlamına geliyormuş ismi.
Hazır yakalamışken teknede seyrettiğimiz zamanlarda Yunanlı Barbara Gabriel, Amerikalı Beverly Parson ve İngiliz Ann Casebourne ile uzun uzun Türk yatçılığı ve turizminin geleceği üzerine konuştum. Eksiklerimizi anlattılar; neler yapılması gerektiğini de. İkisi de yıllardır lüks yat kiralıyor ama ilk defa bu kadar donanımlı bir yat ile seyre çıktıklarını söylediler.
Mürettabat, ikramlar, daha bir şeye ihtiyacınız olduğunu hissettiği an ya da susadığınızda hemen elinde soğuk bir içecekle yanınızda beliren garsonların olduğu bir hizmet hepimiz için unutulmaz oldu.
Geceleri yıldızları seyrettim hafif bir müzik eşliğinde. Gündüzleri ise jetskiden tutun dalışa, su kayağına, her türlü su sporunu denedim. Genny’de beş gün geçirmek bana şu gerçeği bir kez daha hatırlattı. Kent insanları istedikleri kadar kulaklarını tıkasın, gözlerini ve ruhlarını kapatsınlar; gürültü, telaşe ve stresten kaçamıyorlar. Teknede, denizde çok zorunda olmadıkça ne telefona ne bilgisayara ne de haberlere bakmak istiyor insan. Teknede bulunduğum sürece belki bir belki iki defa mesajlarıma sadece 10 dakika baktım.
Geceleri elinizi uzatsanız yıldızlara dokunuyorsunuz. Motoru durdurduğunuzda dalgaların, hafif rüzgarın, martıların sesinden başka şey duymuyorsunuz. Su yaralarınızı iyileştiriyor. Terapi gibi. Ve kaptanın dediği gibi Yunan adalarını keşfetmek için önümüzdeki on yılı sadece bunun için sarf etmek geliyor içinizden aynı zamanda kendi kıyılarımızı da öğrenirken.
Bahsettiğim adalara Atina’dan düzenli kalkan hızlı vapurlarla da ulaşabilirsiniz. Adalara ulaşım hızlı vapurla en fazla iki saat sürüyor. Konaklama için oda kahvaltı ve lüks villalar mümkün; gecelik 60 avrodan başlıyor ve her biri geleneksel ve konforlu konaklamalar. Sezon sonu olduğu için daha uygun fiyat bulmak da mümkün.
Amerikalı, Yunan ve İngiliz tekne brokerları 2024’in dünya özellikle Türkiye yatçılığı için altın yıl olacağına, Türk-Yunan yatçılarının ortak işbirliği için doğacak fırsatların iyi değerlendirilmesi gerektiğine dikkati çekti.
Çeşme, diğer güney Ege tatil yörelerine kıyasla sezonu kısa da olsa, marinası, kalesi, çarşısı, Ilıca’sı, Ildırı’sı, yanı başındaki Alaçatı’sı ile alımlı bir Ege sahil kenti. İnsanları yıl boyu cezbedecek projelere ihtiyaç olduğu muhakkak.
31 Mart’ta belediye başkanı koltuğuna oturan genç ve dinamik Lal Denizli kentin belediye binası, çarşı ve sahili arasındaki geniş meydanı yeniden kazanma çalışmalarını sürdürüyor. Deniz kıyısındaki kaçak yapıları ve işgalleri kaldırma çabasını da. Dinamik, enerjik ve halka dokunan bir yerel lider izlenimi bırakıyor. Henüz icraat aşamasına geçemedi, ama ondan beklentiler yüksek.
Çeşme’ye yeniden kavuştuk 22 bin metrekarelik “engelsiz meydan”la. Ekrem Oran’ın başlattığı Kent Tarihi ve Mübadele Müzesi Çeşme’nin en değerli mücevherlerinden biri olarak sivriliyor. Alaçatı’da da bir Arkas müzesi yükseliyor. Başka Ege kentleri de bu konsepti uygulamak için adımlar atıyor şimdi.
Dahası belediyenin sahibi ve işletmecisi olduğu oteller, restoranlar, cafeler, plajlar, müzeler ile yerel kalkınma, istihdam ve mimarı alanlarında Sakız dahil başka Egeli kentlerin de örnek alması gereken çok özgün bir belediye liderliği sergileniyor.
Lakin rant hırsıyla yapılaşma, plajları kapatarak paralı hale getirme, Alaçatı’da suç örgütlerinin türemesi, altyapının yetersizliği, tarihi mirasın korunması gibi sorunlar kafamızı meşgul etmeye devam ediyor.
Daha çok çalışmak, belki “2029 Çeşme Vizyonu” çıkartmak lazım stratejik bir yaklaşımla bu kenti ayağa kaldırmak, doğasını ve denizini daha iyi korumak, insanlarına daha temiz, sağlıklı ve müreffeh koşullar yaratmak için.
Stamatios Karmantzis 2019’da Manolis Vournous’un yerine seçilmişti Sakız belediye başkanı olarak. En son seçimde ise Dr. İoannis M. Malafis göreve geldi. Çeşme’de de Ekrem Oran’ın yerini alan Lal Denizli’nin gelmesi belki ilişkilere taze bir ivme kazandırabilir.
Bana soracak olursanız, en kısa zamanda bir Denizli-Malafis zirvesine ihtiyaç var.
Eski diplomat, yazar, işadamı, en önemlisi de 15 yıllık (yılda iki ay) Çeşmeli olarak 54 bin insanın yaşadığı ada ile (yaz sezonu dışında) 48 binlik Çeşme arasında muazzam işbirliği ve sinerji imkanlarının çok olduğunu görüyorum, ama her nedense -Türk turistlerin ada ekonomisini kalkındırması dışında– yeterince sıcak bir ilişki henüz tesis edilemedi, en azından resmî düzeyde.
Yine de adanın turizm direktörü Rena Pagoudi-Damigou gibi yıllardır canla başla çalışan turizm ve barış elçilerini tanımak insanın içini ısıtıyor. Rena’yı Çeşme çarşısında, Alaçatı Köşe Kahve’de, Kemeraltı’nda, Karaburun Köşedere’deki Şükran Kandıralı’nın Mavi Boncuk Kahvesinde görebilirsiniz. Adaya gelen Türk dostlarını çok iyi ağırlıyor. Sakız ile İzmir arasında mekik turizm diplomasisini tüm kalbini ortaya koyarak en iyi yürütenlerden biri bence.
Sakız yerel liderleri için Yunanlı ve Avrupalı turistleri çekmek stratejik öncelik, ama Türk turistlerin ada ekonomisine katkısı da ihmal edilemeyecek düzeyde.
Elbette ki karşılıklı güvensizlik ve tarihi bagajlar var, olmaya devam edecek ama bana soracak olursanız birbirini tamamlama potansiyeli yüksek Çeşme ile Sakız arasında kent diplomasisi yoluyla “kazan-kazan” temelinde daha sıkı bir yakınlaşma, işbirliği ortaklıkları sağlanabilir. Bunu daha sonra digger Ege kentleri için de yapmak mümkün.
Başkentler arasındaki siyasi gerilimleri mümkün olduğunca geri planda tutmak, turizmde, sakız, zeytin, meyve üretiminde, ortak yatırımlarda ve ticarette yeni proje ve girişimleri öne çıkarmak şart.
Belki yılda bir kez Yunan adalarının liderleri, işadamları, kültür ve sanat insanları dönüşümlü olarak Çeşme ve Sakız’da geleneksel bir zirvede bir araya getirilebilir. Böylece siyasi dalgalanmalardan bağımsız güçlü bir Ege diyalog ve ortaklık ortamına katkı sağlamak mümkün olur.
Ortak siyasi ve yerel irade ortaya konursa gerisi çorap söküğü gibi gelir. Tabii ki bu çabalara herkes gibi ben de yürekten ve sonuç alıcı girişimlerle desteğimi sürdüreceğim.
22 Kasım 2024 - Hayatımızın kaçınılmaz gerçeği: İhanet
19 Kasım 2024 - Enerji ve askeri güvenlik: Geleceği şekillendiren stratejik bağlantılar
17 Kasım 2024 - Karaburun’dan bakınca zeytin jeopolitiği ve “Zeytinyağı Savaşları”
14 Kasım 2024 - Atatürk: 15 yılda derin dönüşümün mimarı ve uygulayıcısı
6 Kasım 2024 - Trump zaferi tahmininde haklı çıktığıma üzüldüm: Muhtemel gelişmeler ve Türkiye