İzlandalı genç yazar Frida Isberg'in dünyada ilgi gören romanı 'İşaret', ‘empati testi'nde başarılı olanların güvenilir vatandaş diye işaretlendiği yakın bir gelecekte geçiyor. Günümüze de çok şey söyleyen, mutlaka okunması gereken bir distopya.
Toplumda yazılı olmayan kuralların olması kaçınılmaz, herkesin birbirini anlamasını beklemek ise nahiflik olur. Dünya geneline bakıldığında, bazı toplumların daha refah, daha demokratik veyahut daha huzurlu olduğu düşünülür fakat bu, genellikle kalıplaşmış fikirlerden kaynaklanır. İnsanın her yerde insan olduğunu ve doğasını düşünürsek pek çok hususta beklentimizi düşürebiliriz.
Frida Isberg, İzlandalı genç bir yazar. Genç kuşağın zamanı ve insanı daha iyi anlamlandırdığı, yazdıklarından anlaşılıyor. Su Akaydın çevirisiyle Domingo Kitap’tan yayımlanan ‘İşaret’ ise yazarın ilk romanı. Memleketinde çıkar çıkmaz büyük bir başarı yakalayan kitap, prestijli birkaç ödül aldıktan sonra İngilizceye aktarılmış.
Dönemin insanının müthiş bir gözlem yeteneğiyle anlatıldığı, dürüst bir distopik roman olsa da günümüze dair pek çok şey söylediğini de rahatlıkla söyleyebiliriz.
Roman yakın gelecekte, İzlanda’nın başkenti Reykjavík’te geçiyor, yakın dönemde yapılması beklenen bir referandumun gölgesinde, hikâyeleri birbirine bağlı karakterleri anlatıyor. Bahsi geçen referandum tüm ülkeyi ilgilendiriyor, çünkü sadece parlamento üyeleri ve kamu yetkilileri için zorunlu olan fakat isteyen vatandaşların da yaptırabildiği bir ‘empati testini’ zorunlu kılacak. Bu testten geçen vatandaşlar sistem tarafından ‘işaretleniyor’ – böylece daha güvenilir insanlar olduğuna inanılıyor. Geçemeyen ya da teste girmeyen kişiler ise ‘işaretlenmemiş’ vatandaşlar, kendilerine ne doğru düzgün iş veriliyor ne de ev kiralayabiliyorlar. Toplumun dışına itiliyor, ötekileştiriliyorlar.
Roman temelde dört karakter üzerinden ilerliyor: testi henüz geçememiş işkadını Ejya, öğrencilerini teste sokup sokmamak konusunda kararsız bir öğretmen olan Vetur, teste girmemek için direnen fakat bu sebeple de bir türlü istediği yaşama sahip olamayan Tristan ve hükümetin test kampanyasının yürütücüsü Óli.
Tüm bu karakterlerin iç içe geçen hikâyeleri, aslında tüm toplumlarda insanların öykülerinin birbirine ne denli bağlı olduğunun da göstergesi. Bu bağlamda Isberg, toplumu oluşturan bireylerin önemine dair sistem eleştirisini hiç sakınmadan yapıyor. Sözgelimi, eski kocası tarafından cinsel saldırıya uğrayan Vetur için testten daha mühim olanı korunma hakkına sahip olmak fakat polis ayak diriyor bu hususta. Keza, tüm yaşananlardan sorumlu tuttuğu Óli’nin arabasına saldırıp tehdit mesajları yollayan Tristan için de aslolan yaşam hakkını koruyabilmek, bu sebeple testin zorunlu olmasına şiddetle karşı çıkıyor.
Óli ve ekibinin yürüttüğü kampanya son derece tanıdık: devlet yetkililerin -otoritenin- kendinde söz hakkı bulduğu her şeyi topluma dayatması. İşaretlemeden sorumlu PSYCH’ın testi geçemeyerek işaretlenmemiş tüm vatandaşlara ücretsiz olarak sunduğu psikiyatristler ise sadece göz boyamadan ibaret çünkü bu yetkililer, sadece kalıplaşmış önerilerde bulunuyor, devletin sistemine tamamen ayak uyduruyor. Óli’nin eşi de bir psikiyatrist fakat Sólveig işaretleme karşıtı ve referandumdan kocasının kampanyasının hezimete uğramasını istiyor, hatta ona kalsa derhal istifa etmeli. Aklıselim davranmanın nasıl olabileceğini, bireylerin lehine gibi görünen sistemlerin ne gibi yıkımlara yol açabileceğini çok doğru bir biçimde gösteren bir karakter Sólveig – bu uğurda evliliğin de zarar görmesine sebep oluyor Óli.
Bu işaretleme sisteminin en fazla toplumdaki genç erkeklere zarar verdiğini düşünen karşı bir kuruluş var: TDKE. Bu kuruluşun amacı da hem PSYCH’ın kampanyasına engel olmak hem de genç erkekleri bu sistemden korumak, adeta bir yeraltı kurumu gibi çalışan TDKE’nin ironisi ise, kendisi de daha evvel hükümet adına farklı projelerde yer almış Magnús Geirsson tarafından yürütülmesi. Romanın genelinde de hâkim olan kurum ve kuruluşların ikiyüzlülüğünün bir başka göstergesi bu durum. Fakat Tristan’ın TDKE’ye güvenmekten başka şansı yok, zirâ teste girmeden kendine bir gelecek kurmak, hırsızılık yapmaktan kurtulmak istiyor. Bunun için gece gündüz para biriktirse de, işaretlenmemiş olduğu için ne ev alabiliyor ne de işe girebiliyor.
Frida Isberg, karakterlerini çeşitli alanlardan seçerek meramını ustaca ortaya koymuş: Geçmişten günümüze uygulanan tüm sistemlerde bireylere uygulanan baskının sonuçları. Kapak yazısında yer alan ‘ütopya distopyaya dönüşüyor’ tam da bununla ilgili, zirâ en refah toplumlarda bile bireyin faydasına bir sistem bulunması epey zordur, bunun için şeffaflıkla çalışacak bir yetkili bulmak da pek olası değildir. Genç kuşak yazarların korkusuzca gerçekleri savunması da bu noktada oldukça önemli.
Romanın konusu çok tanıdık olmakla birlikte kullanılan yöntem, detaylardaki hakikat okurun dikkatini zinde tutuyor. Bol bol kullanılan diyaloglarla, roman boyunca öne sürülen empati sisteminin özüne iniliyor, okuru da bu hususta sorgulamaya itiyor. Aynı zamanda evrensel birtakım konulara da parmak basmayı ihmal etmiyor: kadına yönelik şiddet, cinsel saldırılar, psikolojik sistemlerin sömürülmesi, emek hırsızlığı, varoluş mücadelesi… Bu kadar kısa bir romanda, alt metin okumaya bu denli ortam hazırlanması takdire şayan, bu da genç yazarın başarılı olduğu bir başka nokta.
‘İşaret’ sadece geleceğe dair bir düşlem yahut öngörü değil, aynı zamanda geçmişin ve geleceğin de birbirine pamuk ipliğiyle bağlı olduğunu gösteren bir silsile romanı. Romandaki tüm karakterler de esasında etrafımızda görebileceğimiz, çok tanıdık kimseler. Bu bakımdan geçerliliğini koruyabilecek bir ilk roman, mutlaka okunması gereken bir eser.