Raf gezgini: Haftanın 10 kitabı
The New York Times yazar, şair, çevirmen, akademisyen, eleştirmen ve yayıncıların oylarıyla 21. yüzyılın en iyi 100 kitabını seçti. En iyi kitap Elena Ferrante'nin 'Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım' çıktı.
Henüz 24 yılını yaşadık milenyumun ama The New York Times’a göre “21. yüzyıl birçok etkileyici edebi eserin yayımlandığı bir yüzyıl olarak hatırlanacak.” Bu çıkarımı boşuna yapmıyor gazete. Çünkü 21. yüzyılın en iyi 100 kitabı başlıklı bir liste yayımladı.
Yazar, şair, çevirmen, akademisyen, kitap editörü, gazeteci, eleştirmen, yayıncı, kütüphaneci ve edebiyat dünyasının önde gelen isimlerinin seçimleriyle oluşan listede 1 Ocak 2000’den sonra ABD’de yayımlanan İngilizce kitaplar yer alıyor. Listenin en iyisi gizemli yazar Elena Ferrante’nin ‘Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’ seçildi.
Stephen King, Roxane Gay, Bonnie Garmus, Marlon James, Sarah MacLean gibi birçok yazarın katıldığı anket için her katılımcıdan kendi tarzında ‘en iyi’ kitabı seçmesi istenmiş. Listenin ilk 10 kitabından sekizi Türkçeye çevrilmiş kitaplar.
İşte 21. yüzyılın en iyi 100 kitap listesinin ilk 10 kitabı.
Listenin başında Elena Ferrante’nin ‘Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’ (My Brillant Friend) yer alıyor. Ferrante’nin dört kitaplık sürükleyici Napoli roman serisinin ilk cildi okuyucuları İtalya’nın Napoli kentinde yoksul ve şiddet dolu bir mahallede büyüyen iki kızla tanıştırıyor. Çalışkan, itaatkâr Elena ve keskin zekasına rağmen ailesinin yetersiz imkanları dolayısıyla kısıtlanan arkadaşı Lila. Elena’nın çarpıcı romanı sanat ve politika, sınıf ve toplumsal cinsiyet, felsefe ve kader gibi sularda gezinirken Elena ve Lila arasındaki çatışmalı ve rekabetçi arkadaşlığa odaklanıyor.
Listenin ikinci kitabı 1915’ten 1970’e kadar Siyah Amerikalıların Güney’den Kuzey’e ve Batı’ya Büyük Göçü’nü samimi bir dille anlatan Isabel Wilkerson’un ‘The Warmth of Other Suns’. Yakın dönem tarihi anlatan bir hafızaya kitabı. Yazar bu göç ile ilgili “20. yüzyılın belki de en az haber yapılan hikayesi bu. Çok büyüktü. Lidersizdi. O kadar uzun bir zaman diliminde ve farklı kollarda gerçekleşti ki basının yakalaması zor oldu” diyor. Dwight Garner kitapla ilgili “The Warmth of Other Suns’ bir roman gibi okunuyor. Okuyucuyu bir lokomotif gibi sürüklüyor’ yorumu yapmış.
1520’ler İngilteresi bir felaketin eşiğinde. Kral erkek bir varis bırakamadan ölürse ülke bir iç savaşla yerle bir olabilir. VIII. Henry 20 yıllık evliliğinin iptal edilmesini ve Anne Boleyn’le evlenmeyi istiyor. Fakat Papa ve Avrupa’nın büyük bir kısmı ona karşı. Huysuz kralın özgürlük arayışı zeki ve yetenekli danışmanı Thomas Wolsey’nin sonunu getiriyor ve geriye iktidar boşluğuyla bir kördüğüm kalıyor. İşte bu içinden çıkılmaz durum kahramanımız Thomas Cromwell’in yükselişini başlatıyor.
Yazar Lev Grossman, Hilary Mantel’in ‘Kurtlar Hanedanı’ için “Listem için kitap seçmek zor oldu, ancak ilk ve en kolay seçimim ‘Kurtlar Hanedanı’ oldu. Geçmişi yıldızları gördüğümüz gibi görürüz, loş bir şekilde, bulanık bir atmosfer perdesinin ardından, ama Mantel yörüngesel bir teleskop gibiydi: Tarihi soğuk, sert ve mutlak bir netlikle görüyordu. ‘Kurtlar Hanedanı’ da Thomas Cromwell gibi kasvetli bir tarihi kişiliği ele aldı ve canlı, acımasız olanı gördü’ diyor.
Dördüncü sırada Edward P. Jones’un ‘Malum Dünya’ kitabı var. Jones kitabında Henry Townsend adında eskiden köle olan bir çiftçinin hikayesini anlatıyor. Kitap boyunca kahramanımızın başına keder üstüne keder ekleniyor. Dwight Garner “İnsancıl bir destan ve kurnaz Amerikan hikâye anlatıcılığının şaşırtıcı bir başarısı” olarak tanımlıyor kitabı ve “Jones kendine güvenen bir hikâye anlatıcısı ve ‘Malum Dünya’da bu güven büyülüyor. Bu çevik bir şekilde hareket eden ve okuyucuyla uzun süre birlikte kalan büyük bir roman” diyor.
Listeye beş numara ile giriş yapan kitap Jonathan Franzen’den ‘Düzeltmeler / The Corrections). Franzen’ın ruh sağlığı, kişisel gelişim ve anlık tatmin konularına hicivle yaklaştığı kitabı, mizahi bir dille bir aile parçalanması romanı. Kitap birbirlerine duydukları güvenle kusursuz bir ‘aile’ olmak isteyen, ama birbirlerini sürekli hayal kırıklığına uğratan, farklı hayatlar içinde çırpınırken ortak bir alanda bir türlü buluşamayan beş kişinin ince ince örülmüş, çarpıcı ve sürükleyici hikâyesi…
İlk beşi geride bırakırken altıncı sırada Roberto Bolaño bizi karşılıyor. Kitap Baudelaire’nin “Can sıkıntısı çölünde bir korku vahası” cümlesiyle açılıyor. Bolaño’nun ölümünden sonra yayımlanan kitap farklı nedenlerle kurgusal Meksika şehri Santa Teresa’da bir araya gelen karakterlerin hikayesine odaklanıyor. Karanlık bir romancıya takıntılı bir grup akademisyen, halsiz bir felsefe profesörü, aşık bir polis memuru ve seri cinayetleri araştıran Amerikalı bir muhabir kitabın kahramanları.
Çağdaş Amerikan edebiyatının en dikkat çeken yazarlarından Colson Whitehead’in yayımlanır yayımlanmaz çağdaş klasikler arasında anılan ‘Yeraltı Demiryolu’nda yazar Amerika’nın adeta bağırsaklarını deşip ‘rüya’ ülkesinin geçmişine uzanıyor ve okura ilham verici bir mücadele öyküsü anlatıyor. Dünyada bir başına kalmış bir kadının, Cora’nın dünyaya kafa tutma öyküsü bu; öldürmeyip güçlendiren darbelerin, birer nişan gibi taşınan yara izlerinin ve zamanı gelince ya ödenen ya da ödetilen bedellerin öyküsü. Öyle bir öykü ki, çağın karanlığında pırıl pırıl parlıyor ve dört bir yanı saran kötülüğün bataklığında kaybolan ruhlara kuzey yıldızı misali yön gösteriyor.
‘Yeraltı Demiryolu’ hakında yazar Tiya Miles “Bu acımasız romanın sonunu zor getirdim. Ama elimden de bırakamadım. ‘Yeraltı Demiryolu’, kurgu ya da kurgu dışı olsun, köleliği ele alan çok az eserin yapabildiği şekilde gerçeğin kanını akıtıyor. Whitehead’in insan motivasyonu, etkileşimi ve duygusal çeşitliliğine dair tasvirleri karmaşıklıklarıyla hayrete düşürüyor. Burada vahşet kemik sertliğinde ve kırılganlık da okyanus genişliğinde, ancak cesaret ve umut Cora’nın kaçış ısrarında parlıyor. Cora’ya daha önce hiçbir karaktere duymadığım şekilde bağlandım, ruhunun her ihlalinde kalbim kırıldı. Tıpkı Cora’nın annesinin sembolik zafer bahçesini miras alması gibi, Whitehead’in hayali dünyasının biz okurları da Cora’nın cesaretini miras alabiliriz” diyor.
Alman edebiyatının usta yazarı G. S. Sebald ülkesinin 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki unutkanlığına meydan okuduğu ‘Austerlitz’ romanı yayımlandıktan kısa bir süre sonra yaşamını yitirmişti. Kendi kökenini keşfetmeye girişen akademik kariyer sahibi Jacques Austerlitz’in izini sürüyor kitapta yazar. Vatanından, dilinden koparılan bir köksüzün, yersiz yurtsuzun öyküsünü anlatan Austerlitz bir ebedî gezginin her uğrakta bıraktığı izleri adım adım takip eden bir anlatı.
Kathy, Ruth ve Tommy, Hailsham adlı seçkin bir İngiliz okulunda yatılı okuyan öğrenciler. Bir grup gözetmen tarafından eğitilen bu arkadaş grubu büyümenin getirdiği değişken bağlılıklar ve kalp kırıklıkları arasında geziniyor. Her şey acı verici bir şekilde tanıdık, hatta zaman zaman komik süregeliyor. Ancak belli bir süre sonra işler ters gitmeye başlıyor. Sonrasında ise uğursuz ve nihayetinde de trajik bir hal alıyor. Peki, Ishiguro biyoteknoloji, üreme bilimi, geç dönem kapitalizmde yaşam için gerekli olan bilişsel uyumsuzluk hakkında mı yorum yapıyor? Bunun kararını okuyucuya bırakan Ishiguro kitabın kalbinde yatan şeyin ‘toplumsal hiciv değil, derin bir şefkat’ olduğunu dile getiriyor.
İlk 10’a 10. sıradan giriş yapan ‘Gilead’ adını Boughton ve Ames ailelerinin yaşadığı Iowa’daki kurgusal kasabadan alıyor. A. O. Scott’a göre kitap “Hem 1950’lerde küçük kasaba yaşamının sessiz nezaketinin bir kutlaması hem de kölelik karşıtı hareketin ahlaki coşkusunun ve dini vizyonunun bir yüzyıl sonra nasıl kayıtsızlığa dönüştüğünün acımasız bir eleştirisi.”
21. yüzyılın en iyi 100 kitabı