Ülkemizin tarihi, kültürel ve doğal zenginliklerinin, güzide insanlarının bir parçası olmaktan çoğumuz gibi ben de gurur duyuyorum.
Her gittiğim yerde hasletlerimizi öne çıkartmak, Anadolu’nun derinliklerinde yatan medeniyetleri, zengin mutfak kültürümüzü, her köşesinde farklı bir hikâye anlatan şehirlerimizi tanıtmak, haklı davalarımızı savunmak için adeta çırpınıyorum canla başla, şevkle ve inançla.
Ancak yurtdışına çıktığımda Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıdığım için karşılaştığım muamele beni büyük hayal kırıklığına uğratıyor. Ay yıldızı görür görmez sınır kapısında hemen kenara çekiyorlar, sorgulama başlıyor. En mahrem konulara kadar dalıyor oradaki sıradan sınır polisi.
135 ülke gezdim, bir kısmında yaşadım, çalıştım, istersem kullanabileceğim (ama çok zorda kalmadıkça çıkartmadığım) başka ülke pasaportum da var. Kendimi ülkemle birlikte aşağılanmış hissediyorum. Kabullenemiyorum.
On yıllarca ülkemin menfaatlerini, onurunu savunmuş eski bir diplomat olarak gerçekten de kanıma dokunuyor bu muamele.
Tabii ki bu durumun benim ya da tek tek vatandaşlarımızın kişiliği ile bir ilgisi olmadığını, tamamen pasaportumuzda yazılı olan ülkemizin olumsuz algılanması ile ilgili olduğunu biliyorum. Benim, senin yaratmadığınız ve kendi başımıza çözemeyeceğimiz bir sorun var karşımızda.
Yurtdışına insanlar neden seyahat eder? Yeni kültürleri, coğrafyaları tanımak ve farklı deneyimler yaşamak her bireyin hakkı. Yaşam bir seyahattir, kısıtlanamaz. Eğitim, iş, sağlık nedenleriyle de gidiyor olabiliriz. Hangi amaçlarla giderseniz gidin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak pasaport kontrollerinde uzun kuyruklar, şüpheli bakışlar ve detaylı sorgulamalarla karşılaşmak yurtdışı seyahatini çoğu zaman stresli ve onur kırıcı hale getiriyor.
Vize almak zaten ayrı bir dert. Vize sorunu yaşayan ve yabancı misyonlarla bağlantılarımı bilen tanıdıklarımdan sürekli “torpil” talepleri geliyor. Uzun süreçler, yüksek ücretler, gereksiz evrak işleri, kırmızı kart görmeler seyahat özgürlüğümüzü kısıtlıyor, usandırıyor. Oysa insanlar gerekli koşullara sahipse ve ahlak dışı bir şey yapmıyorsa uçağa, gemiye, arabaya atlayıp başka ülkelere rahat seyahat etmek istiyor bu sürat ve küreselleşme çağında. Seyahat aslında tam bir insan hakkı.
Sadece seyahatlerde değil, bankacılık işlemlerinde de karşımıza çıkıyor benzeri onur kırıcı, “illallah” dedirten durumlar. FATF gri listesinden yeni çıkmış olmamız, kaçakçılık, uyuşturucu, mafya ve milyonlarca kaçak göçmen gibi nedenlerle Paris, Londra veya Amsterdam’da bir bankadan diğerine para transferi yaparken özellikle de Türkiye’den para gönderirken büyük sıkıntılar yaşıyoruz.
Basit bir para transferi takılıp kalıyor bir yerde. Sanki hepimiz kara para işlemleri ile haşır neşiriz gibi. Bankacılar adeta her kuruşun hesabını soruyorlar. Siyasetçilere uygulanamayan “Nereden buldun?” yasasını işletiyorlar bize sanki.
Bu, hem zaman kaybına yol açıyor hem maddi olarak zarar veriyor hem de mahremiyetimizi ihlal ediyor.
“Temiz” ülke kategorisinde olmadığımız için kaliteli yabancı yatırım da çekemiyoruz.
Bu durumun ortaya çıkmasında elbette Avrupa ve ABD’yi suçlayabilir, neden böyle davrandıklarını kıyasıya eleştirebiliriz, hatta küfredebiliriz öfkeyle. Ancak iğneyi onlara batırmadan önce, çuvaldızı kendimize batırmalıyız. Öncelikle, sayıları tam olarak bilinmeyen, geçmişleri hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığımız, içinde cihadistler, casuslar, caniler barındırdığı şüphesi taşıdığımız, kimine göre 15 milyona ulaşmış göçmenler ve 250 bin dolar gayrimenkul bedeli (daha yeni 400 bin dolara çıkarıldı) ödeyip tüm ailesine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çıkartanlar var.
Ne idüğü belirsiz (ve çoğu Batı’ya kapağı atmak için Türkiye’yi üs olarak kullanan) bu insanlar bizi rahatsız ederken Batı’nın kucak açmasını nasıl bekleyebiliriz ki?
Seyahat serbestimizin kısıtlanmasının en önemli sebeplerinden biri işte Batı’nın bu kontrolsüz göç dalgasını Edirne sınırında tutma politikası. Vizeden muaf yeşil pasaportların daha geniş kitleye dağıtılması uygulaması da biliniyor, ters tepiyor.
Hükümet kendi politika veya politikasızlığı yüzünden ceremesini bizim çektiğimiz bu duruma sebep oldu. Ayrıca ülkemizdeki siyasi özgürlükler ve insan haklarının geldiği durum da Batı’da farklı algılanmamıza yol açıyor, vize hızını ve seyahat serbestisini düşürüyor.
Dikkatinizi çekerim: Sorun, sadece Batı’da yaşanmıyor. Uygur meselesinden yaklaşımımıza misilleme olarak Çin Halk Cumhuriyeti de ciddi güçlük çıkartıyor TC vatandaşlarının vize taleplerine. Rusya’ya giriş de hiç kolay değil. Meksika bile ülkesi üzerinden kaçak ABD’ye geçen Türkleri kısıtlamak için yeni önlemler yürürlüğe sokuyor. “Vize deli gömleği” giydiğimiz ülkelere çemberi giderek daralıyor.
Bu zorluklarla başa çıkmanın tek yolu ülkemizin ve insanlarımızın dünya ligindeki itibarını korumaktan ve ilerletmekten geçiyor. Sudan, Mozambik ya da Bangladeş’e vizesiz girmenin veya oralara sorunsuz para transferi yapmanın hiçbir itibari faydası yok.
Asıl önemli olan dünyanın saygı duyduğu, güven duyduğu bir ülke haline gelmek. Bunun için asıl görev devlette, daha sonra sınırlı da olsa bireysel olarak bizlere de görevler düşüyor, özellikle itibar düşürecek şekilde hareket etmemek başta olmak üzere.
Ülke içinde sosyal ve ekonomik istikrara da katkı sağlayacak göçmen meselesine acil çözümler geliştirmek ilk adim. Yeniden değerli hale getirilmesi gereken pasaportumuzun kolaylıkla kazanılması engellenmelidir.
Eğitim sistemimizi güçlendirmeli, bilim, sanat ve kültür alanında dünya çapında başarılar elde eden bireyler yetiştirmeliyiz ki Türk kalitesi dış dünyaya yansısın.
Yolsuzluk, insan kaçakçılığı, kara para ve mafya gibi sorunların yarattığı olumsuz imajı düzeltmek için etkin bir caba gerekiyor. Adalet sistemimizi güçlendirmeli, hukukun üstünlüğünü sağlamak için çaba göstermeliyiz. Ekonomik kalkınmamızı sürdürülebilir hale getirmeliyiz. Üretimi artırmalı, teknolojiye yatırım yapmalı ve global piyasalarda rekabet edebilir hale gelmeliyiz. Böylece ülkemizden Batı’ya “ekonomik göçmen” sayısını azaltmak mümkün olabilir.
Velhasıl, pasaportumuzun ve dolayısıyla ülkemizin itibarını artırmak için uzun ve dikenli bir yol var önümüzde. “Tüm bu sorunlar çözülsün, ondan sonra seyahat kısıtlamaları rahatlar” diye düşünmek yaramıza merhem değil. Zorunlu adımları kendimiz atmadan tüm suçu diğer ülkelere yüklemenin beklenen sonucu yaratmayacağı da kesin. Onun için asıl baskıyı hükümete yapmalı, bize yurtdışında böyle muamele yapılmasına neden olduğu için tepki göstermeli, süratli çözümler geliştirmesi için.
Buna paralel şekilde mütekabiliyet gereği bize kötü davranan ülkelere de aynı uygulamanın yansıtılması, sadece bürokratlar ve bakanlar düzeyinde değil, cumhurbaşkanının tüm muhatapları ile bu sorunu öncelikle çözecek, hafifletecek şekilde yoğun mekik diplomasisi uygulaması aciliyet taşıyor.
22 Aralık 2024 - Konforun tuzakları, hayatın gerçek ritmi ve tavsiyeler
18 Aralık 2024 - Yeni Suriye politikası: Stratejik bir vizyon
15 Aralık 2024 - Cebelitarık’ın Afrika kıyısında: Fas’ın zenginliği, çelişkileri ve çekiciliği
13 Aralık 2024 - Suriye’de Erdoğan’ın hakkı Erdoğan’a, ama zor sorular yanıt bekliyor
9 Aralık 2024 - Avrupa Birliği’nin enerji krizi sanayileşmeyi de çökertti