Norveçli yazar Maja Lunde’nin ödüllü romanı 'Arıların Tarihi', geçmiş, şimdi ve distopik bir gelecek arasında yolculuk yapan, kolay okunan ancak kolay unutamayacağınız bir kitap. Çocuk edebiyatının sevilen ismi Mavisel Yener yazdı.
MAVİSEL YENER
www.maviselyener.net
Arıların tarihi bize insanlık tarihi hakkında pek çok ipucu verir. İnsanların çiftlikler kurup yerleşik hayata geçmesiyle birlikte düzenli arıcılık başlamış olsa da neolitik çağda bile balmumuyla yapıştırılmış çanak çömlek parçaları bulunmuş. Hititlerin arıcılığı yasayla güvence altına alması, kovan yağmacılarına ağır cezalar vermeleri, antik dünyada kullanılan ilaç tariflerinde arı ürünlerine rastlamamız, bu canlılarla olan ilişkimizin çok eskilere dayandığının kanıtları.
Yediğimiz her üç lokmadan birini arıların temin ettiği düşünülürse, arıların ‘Koloni Çöküşü’nün yüksek seviyelerde olmasının ne denli tehlikeli olduğu bir kez daha anlaşılıyor. Ancak Norveçli yazar Maja Lunde’nin ilk romanı ‘Arıların Tarihi’nde bambaşka bir pencereden bakıyoruz arıların tarihine.
Çağımızın savaşlarının yeryüzü kaynakları için yapıldığının farkındayız. Saygısızca, adaletsizce, açgözlülükle doğayı katleden insan, gezegeni sömürürken yaşam ağının bütün öğelerini yok etmeyi seçtiğini bilmiyor mu? ‘Arıların Tarihi’, bu farkındalığı sağlama çabasında bir yapıt.
‘Arıların Tarihi’, toplumları makineleştiren yönetim biçimlerinin siyasi eleştirisini de yapan, üç farklı zaman diliminde ve mekânda geçen bir roman. Anlatıcıları William, George ve Tao’nun arı probleminden kaynaklanan varoluşsal sorunlarının yanı sıra ebeveyn-çocuk ilişkisiyle de bağlantılı ortak yanları var.
Lunde, ‘Arıların Tarihi’nde, insanoğlunun arıcılıktaki ilk girişimlerini, günümüzün endüstriyel tarımını ve arıların öldüğü bir geleceği tasvir eden geniş bir zaman yüzeyi üzerinde çalışıyor.
Geçmiş, şimdi, gelecek arasındaki bağlantılar ‘Arılar Tarihi’nin omurgasına koyulurken, çevre sorunlarına ve iklim krizi gibi küresel sorunlara dikkat çekiliyor. İnsanların çevre üzerindeki etkileri, sorumlulukları, aile bağları, zaman ve bellek, küreselleşme, insani değerler, sürdürülebilirlik üzerine derinlemesine bir bakış açısı sunuyor.
1800’ler İngiltere’sinde yaşayan, mükemmel bir arı kovanı inşa etmek için çabalayan William, dönemin bilimsel ve sosyal şablonlarını yansıtıyor. O dönemde bilimsel ilerleme, endüstriyel devrim ve sosyal sınıf farkları öne çıkıyor. William’ın oğluna dair beklentileri bu değerlerle şekilleniyor.
Kitabın anlatıcılarından biri olan George, günümüz Amerika’sında yaşayan bir arıcı olarak, modern toplumun getirdiği zorluklarla ve fırsatlarla karşı karşıya. ABD’deki çevre felaketinin ilk günlerini yaşayan George, arıcılık sürecini kolaylaştırmak için tasarlanmış yeni tarım tekniklerini reddederken arılarını korumak için mücadele ediyor. Oğlu Tom ise üniversiteye gidiyor, babasının mesleğine ilgi göstermiyor. Oysa George’un oğlundan beklentisi çok farklı.
Romanın 2098’de geçen bölümlerinde, Dünya savaşı, demokrasilerin çökmesi, dijital ağların devre dışı kalması, tozlaşmayı sağlayan böceklerin topluca ölmesi, sıcaklık artışı, nükleer santral kazalar gibi nedenlerle Amerika ile Avrupa artık “eski süper güç” olarak anılmakta. Sadece Çin ayakta kalmayı başarabilmiş. Tao ise 2098’de Çin’de yaşayan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.
2098’de arı popülasyonu tarım ilaçlarıyla yok edilmiş, besin kaynakları tükenmiş, bildiğimiz dünya tanınmaz hale gelmiştir; biyoçeşitlilik ortadan kalkmak üzeredir. Tozlaşma insan eliyle gerçekleştirilmektedir.
“Elimi kaldırdım, fırçayı polene soktum ve bir arıymışım gibi çiçeklerin üzerine serptim” s.13
Genç bir anne olan Tao’nun bu cümleleri, bir meyve bahçesindeki ağaçların çiçeklerini elle tozlaştırma işinde çalışmasını anlatıyor. Tozlaştırmaya herkesin katılımı şarttır, çocukların bile. Buğday depoları boşalırken, insanlar karınlarını doyurma derdine düşmüşken, polen işinde çalışmaları gereklidir, eğitime ihtiyaç yoktur! Sadece ‘seçilmiş’, liderlik yapacak sorumluluk alacak olanlar için birkaç okul vardır. Çevresel krizler ve sosyal değişimlerin etkisinde olan Çin’de yaşayan Tao, üç yaşındaki oğlu Wei-Wen için daha iyi bir yaşam sağlamaya çalışır, çocuk için en iyi eğitimi sağlama girişimleri, kocasıyla olan ilişkisini etkiler.
Ekonomi ve ekoloji arasındaki çekirdek problemi anlamak açısından kıymetli bir tartışma açan Tao’nun, kitabın en çarpıcı karakteri olduğunu söyleyebilirim.
Maja Lunde bu kitabında, hayatın kaynaklarından olan arıların ortadan kaybolmasıyla birlikte insanlığın bir yol ayırımda olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Eko-faşizme, yeryüzünün metalaştırılmasına çıkan korkunç yolları nasıl tıkayacağımızı düşünmek ise bize kalmış! Geçmiş, şimdi ve distopik bir gelecek arasında yolculuk yaparken romanı kolay okuyacak ancak kolay unutamayacaksınız.