Bilim insanları mikroplastiklerin yüzde 99,9’unu süzebilen filtreleme cihazı geliştirdi
10'ca Bilim Arasından: Yeni yapılan 'transmisyon elektron mikroskopu' sayesinde saniyenin kentilyonda biri kadar sürede net fotoğraf çekmek artık mümkün. Böylece atomların etrafında dolanan elektronları çok daha net görebiliyoruz artık.
25 Ağustos’tan merhaba. Eğlenceli, sıkıcı ya da nasıl geçtiğini anlayamadığınız kadar yoğun bir hafta geçirmiş olabilirsiniz. Bizim temennimiz eğlenceli bir hafta geçirmeniz yönünde ama öyle değilse bile haftanın bu son gününde dinlenerek haftanın yorgunluğunu üstünüzden atabilirsiniz. Dinlenirken 15 dakikada bu haftanın en ilginç bilimsel olaylarına göz atabilirsiniz.
Örneğin dünyanın en hızlı mikroskobunun yapıldığını biliyor muydunuz? Ya da hidrojel gibi cansız bir malzemenin çok iyi bir şekilde Pong oynayabileceğini? Peki ya beynimizin de mikroplastik salgınından kaçamadığını? Bir de tabii akademide dönen birtakım oyunlar var. Başkalarına akademik makale yazdıran akademisyenlere ve öğrencilere az çok hepimiz aşinayız. Peki ya atıf satın alanlara?
Lafı çok uzatmadan bu haftaki yolculuğumuza başlayalım!
Akademide bilimsel bir çalışmanın atıf alması önemlidir. Bir akademisyene yapılan atıflar, çalışmasının başka araştırmacılar tarafından bilindiğine ve o araştırmacıların çalışmalarında dayanak noktası olarak gösterildiğine işaret eder. Üniversiteler bünyesinde çalışan akademisyenleri değerlendirirken bu atıf sayılarını dikkate alır. Ancak Nature’da bu hafta ilginç bir haber çıktı: Bazı akademisyenler Google Scholar’da profillerini öne çıkarabilmek için atıf satın alıyordu. Hatta bunun bir sektör haline geldiğini belirtmek gerekiyor. Zira akademisyenler sahte atıfları toptan satan bir firmadan 300 dolar karşılığında satın alıyor. New York Üniversitesi’nde bilgisayar bilimci olan Yasir Zaki olayı şöyle anlatıyor: “Şüpheli atıflara sahip bazı Google Scholar profilleri fark etmeye başladık. Bir makale yayınlandıktan sonra günler içinde yüzlerce atıf alıyordu ya da bir bilim insanının atıflarında aniden büyük bir artış oluyordu. Bir yerlerde yanlışlık olduğunu anlamamak mümkün değildi.”
Bilimsel araştırmaları inceleyen gözlemci gruplar bu “atıf oyunları”ndan haberdar sayılır. Bu atıf oyunlarının ortaya çıkışında bazı akademisyenlerin kendi makalelerini yazmayıp başkalarına yazması için para vermesi etkili oluyor. Parayı veren akademisyenin adı, uğraşmadığı araştırmanın yazarları arasında yer alıyor almasına ama ortaya düşük kaliteli işler çıkıyor. Para karşılığı hazırlanan yazılarda sahte ve gereksiz atıflara da çok sık rastlanıyor.
Durumun ne kadar vahim olduğunu anlamak için Philadelphia merkezli analiz firması Clarivate’nin geçen yıl aldığı bir karara bakmak yeterli: Firma kasım ayında yayınladığı “yüksek atıf alan araştırmacılar” listesinden binden fazla araştırmacıyı çıkarmak zorunda kalmış. Nedeni anlayacağınız üzere araştırmacıların atıf oyunlarına ve aşırı yayın yapma gibi etik dışı uygulamalara karışmış olmaları.
💵Atıf satan firmalarla iletişime geçmek o kadar da zor değil: Mesela bu operasyonda yer alan araştırmacılar firmayla önce e-posta yoluyla, sonra da WhatsApp üstünden iletişime geçmiş. Şirket onlara iki seçenek sunmuş: 300 dolar karşılığında 50 atıf alabilecekleri gibi 500 dolar karşılığında 100 atıf da satın alabilirlerdi. Yazarlar ilk seçeneği tercih ettikten 40 gün sonra 14’ü bilimsel veri tabanı Scopus’ta indekslenmiş 22 dergideki çalışmalardan 50 atıf, sahte Google Scholar profiline eklenmiş.
Zaki ve meslektaşları buna ek olarak en az 10 yayını olan yaklaşık 1,6 milyon Google Scholar profilini incelemek için bir yazılım kullandı. Aradıkları şey atıfları her yıl 10 kat ve üstü artan 200’den fazla atıfa sahip profilleri bulmaktı. Bu şekilde bin 16 profile ulaşıldı. Bu profillerin ortak özelliği aldıkları atıfların çoğunun hakem değerlendirmesinden geçmemiş makalelerden gelmiş olmasıydı. Ayrıca makalelerin kaynakçasında atıf yapılsa da yazıların içinde doğrudan atıf olmuyordu.
Araştırmacılar geçen ay bir kez daha bu atıf manipülasyonuna dikkat çekti aslında. O zaman da Larry adında bir kedi adına sahte Google Scholar hesabı açmış, Larry’nin tek yazar olarak yer aldığı birkaç sahte makaleyi profile eklemişlerdi. Hemen sonra ResearchGate’de Larry’nin makalelerine atıf yapan sahte çalışmalar yayınlamışlardı. Larry’nin gerçek kimliği ortaya çıkar çıkmaz Google Scholar hem kedinin çalışmalarını hem de Larry’nin çalışmalarına atıf yapan hesapları silmişti. ResearchGate de Larry’ye atıf yapan sahte çalışmaları kaldırmıştı. Ama sonuç olarak Google Scholar’ın da ResearchGate’in de panellerine yüklenen araştırmaların hesabını tutmadığı ortaya çıkmıştı.
🎓Dünyanın en iyi 10 üniversitesinde çalışan 574 araştırmacıyla yapılan anket atıf manipülasyonuna dikkat çekmenin neden önemli olduğunu da gözler önüne seriyor: Bilim insanlarını değerlendirirken atıf sayılarını dikkate alan bu üniversitelerin yüzde 60’ından fazlası verileri Google Scholar’dan alıyor.
Şu anda bilim insanları atıflardaki sorunları fark edip buna dikkat çekebiliyor. Peki ya sahtekârlar fark edilmemek için başka yollara başvurursa? Sonuçta bu o kadar da zor bir şey değil. Tek seferde toplu olarak değil de birkaç atıf satın alınabilir. Peki çözüm ne olacak? Fransa’daki Grenoble Alpes Üniversitesi’nden bilgisayar bilimci Cyril Labbé, atıf oyunlarının ancak akademide değerlendirme kriterlerini değiştirmekle son bulacağını düşünüyor. “Yayın ve atıf baskısı bilim insanlarının davranışlarını bozuyor” diyor Labbé ve böyle bir baskı olmazsa bilim insanlarının kariyerlerinde ilerlemek için atıf biriktirme kaygısına düşmeyeceğini söylüyor.
Elektron mikroskopları neredeyse bir asırdır var. Ama ilk kez bir transmisyon elektron mikroskobu, bir elektronu çok yüksek çözünürlükte görüntüleyebiliyor. Arizona Üniversitesi’ndeki uzmanlardan oluşan ekibin Science Advances’de yayınlanan çalışması kuantum fiziği, biyoloji ve kimya dünyasını etkileyecek ve artık “attosaniye çözünürlüğüne sahip mikroskopi” denen yepyeni optik biliminin kilidini aralayabilir.
Bilim insanları 2000’li yılların başından beri transmisyon elektron mikroskoplarına güveniyor. Bu cihazlar nesneleri milyonlarca kat büyüterek optik mikroskopların yapabildiğinden daha fazlasını yapabiliyor. Bu başarısı hedefe doğru ateşlenen elektron lazer ışınlarının darbesine dayanmasından kaynaklanıyor. Çok hassas kamera sensörleri ve lensler, bu atomik parçacıkların örnekten geçerken oluşturduğu görüntüleri yakalıyor. İşte mikroskobun “zamansal çözünürlüğü” de bu görüntüler arasında gözlemlenen değişikliklerle belirleniyor. Çözünürlüğü artırmak isteyen araştırmacılar lazer darbelerini hızlandırarak saniyenin kentilyonda biri kadar kısa sürelerde gerçekleşen “attosaniye” ölçeğine kadar inmeyi başardı. Böylece mikroskopların daha net ve ayrıntılı görüntüler elde etmesi sağlanmış oldu.
💭Habere devam etmeden önce attosaniyenin ne kadar hızlı olduğunu anlatmamız gerekiyor. Biraz önce dedik ya saniyenin kentilyonda biri diye… Bir sayısının yanına 18 tane 0 koyduğunuzda bu kentilyon oluyor. Anlayacağınız attosaniye aklımızın hayalimizin alamayacağı kısalıkta bir süre.
Fizikçilerin bir elektronu sabitleyerek son derece hızlı atomaltı reaksiyonlarını ve etkileşimlerini inceleyebilmek için attosaniye zaman çözünürlüğüne sahip lazer darbeleri kullanan bir transmisyon elektron mikroskobuna ihtiyacı var. Bu yüzden araştırmacılar geçen yıl Fizik Nobel Ödülü kazanan fizikçilerin çalışmalarından faydalandı. O çalışmada araştırmacılar bir lazeri attosaniye ölçeğinde ışık verecek şekilde hızlandırabilmişlerdi.
Araştırmacılar aynı yöntemle tek bir elektron darbesi ve iki ultrakısa ışık darbesi oluşturabilen yeni bir mikroskop geliştirdiler. İlk ışık darbesine “pompa darbesi” deniyor ve bu darbe eldeki numunenin elektronlarına enerji veriyor. Sonrasında “optik kapı darbesi” denen bir darbe devreye girerek mikroskoptan bir attosaniyede elektron darbesinin doğru zamanda yayılmasını sağlıyor. Bu iki ultrakısa ışık darbesi doğru şekilde senkronize edildiğinde operatörler elektron darbelerini zamanlayarak attosaniye düzeyinde yüksek çözünürlüklü atomik olayları yakalayabiliyor. Yani elektronu artık çok daha yüksek çözünürlüklü görmemiz mümkün.
Pong en eski atari oyunlarından biri olarak oyun tarihinde daima özel bir yere sahip olacak. 1972 yılında çıkan bu masa tenisi oyununun hem grafikleri hem de oynanışı gayet basitti. Hatta o kadar basit ki Cell Reports Physical Science dergisinde yayınlanan makaleye göre hidrojel olarak bilinen cansız yapılar bile önceki elektriksel uyarıları “hatırlayarak” oyunu oynamayı öğrendi. İşin ilginci oyunda giderek iyi bir hale de gelebiliyorlar. Hidrojeller şişebilen ama suda çözünmeyen yumuşak, esnek yapılardır. Dolayısıyla bir hidrojel yüksek miktarda suyu tutabilir ama şekli değişmez. Bu da onu çok çeşitli konularda kullanışlı hale getiriyor. Bunlardan bazıları kontakt lensler, göğüs implantları, tek kullanımlık çocuk bezleri, EEG ve EKG elektrotları, güneş enerjisiyle çalışan su arıtmaları, hücre kültürleri…
Daha önceki bir çalışmada hidrojellerin harici kalp pili ile ritim tutmayı “öğrenebildiğini göstermişti. Oysa bu daha önce sadece canlı hücrelerde görülebilen bir şeydi. Araştırmacılar hidrojellerin kimyasal enerjiyi mekanik titreşimlere dönüştürme yeteneğinden faydalanarak tekrar tekrar baskı uygulamak için hidrojellere kalp pili takmış. Zamanla hidrojel kalp pilinin atımıyla uyumu yakalamış ve kalp pili kapatıldığında bile hidrojel bu titreşimleri hatırlayarak hareketi yapmaya devam edebilmiş. Hidrojellerin bu atımları yapabilmesi, gelecekte kalp araştırmalarında hayvanlar yerine kullanılmalarını sağlayabilir.
🏓İşte Pong bu tarz deneyler için en mükemmel seçim olarak görülüyor. Çünkü oyunda sadece raketin ve topun konumu önemli. Raket tek bir çizgide hareket edebiliyor. Dolayısıyla oyunu oynayan kişinin sadece aşağı ya da yukarı hareket etmesi gerekiyor. Doğru zamanda doğru hareketi yapmanın ödülü de yanmadan oyuna devam edebilmek. Anlayacağınız basit bir sinir ağını test etmek için harika bir mekanizma.
Bugüne kadar fare ve insan nöronlarının Pong oyununda topun raketler arasında gidip gelme süresinin zamanla arttığı gözlemlenmişti. Yani sistemler oyunun kurallarını öğreniyordu. Ancak nöron olmayan hücrelerde ve ödül anlayışı olmayan sistemlerde böyle bir gelişmeye hiç rastlanmamıştı. Ama sonra bilim insanları neden bu sistemi hidrojellerde de denemeyelim ki diye düşündüler. İşte sonuç da ortada:
Hidrojeller elektriksel uyarım sayesinde topun konumunu takip edip hidrojellerdeki iyon dağılımını ölçerek raketin konumunu belirleyebiliyordu. Araştırmacılar oyunlar ilerledikçe hidrojelin topa raketle ne sıklıkla vurmaya başardığını da ölçtü. Zaman içinde raketin topla isabet oranı artmış, daha uzun süren oyunlarda topa daha sık vurduğu gözlemlenmişti. Pong oynayabilen nöronlar maksimum isabet potansiyeline yaklaşık 10 dakikada ulaşırken hidrojeller bu potansiyele yaklaşık 20 dakikada ulaşmıştı. Araştırmacılar bu gelişmeyi iyon hareketinin zamanla tüm hareketleri “hafızasına” almasıyla açıklıyor. Yani hidrojelin içinde kendiliğinden hafıza işlevi çıkmış diyebiliriz. Kim bilir, belki de sonraki aşama hidrojellere öyle bir hareket etmeleri öğretilecek ki oyunlar sonsuza kadar devam edebilecek…
👉Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un özel uzay şirketi Blue Origin, NASA’nın bu yılın sonlarına doğru fırlatmayı planladığı EscaPADE misyonu için kullanılacak New Glenn roketini hazır hale getirmeye çalışıyor. Dünya ile Mars’ın aynı hizaya geleceği için bunu fırsatı çevirmek isteyen NASA, Kızıl Gezegen’e iki uzay aracı fırlatmayı planlıyor. İki gezegen bir daha ancak iki yıl sonra aynı hizaya geleceği için her şeyin plana uygun gitmesi şart. Ama Bloomberg’in haberine göre Blue Origin, 321 metrelik roketin yapımında büyük aksaklıklarla karşı karşıya. Bir kere roketin üst kısmı stres testlerinde arızalanmış ve test sırasında patlamış. Başka bir kısmı da nemli ortamdan klimalı ortama taşınırken basınç boşaltma valfleri düzgün şekilde takılmadığı için soda kutusu gibi patlamış. Oysa New Glenn, SpaceX’in Falcon 9’uyla rekabet etmek için tasarlanmıştı ama şimdi programının dört yıl gerisinde kalmış durumda.
👉Mikroplastiklerin girmediği bir yer olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Henüz hakem denetiminden geçmemiş bir çalışmaya göre bu yılın başlarında otopsi yapılan cesetlerden alınan 91 beyin örneğinin tamamında mikroplastiğe rastlandı. En önemlisi de beyinde rastlanan mikroplastiklerin miktarı, aynı cesetlerin karaciğer ve böbreklerinden alınan parçalardan 10 ila 20 kat daha fazlaydı. Beyin numunelerinin 24’ünde ağırlığı bakımından ortalama yüzde 0,5 plastik ölçüldü. Bu da “gri hücrelerimizin” mikroplastiklerin cirit attığı bir yer haline geldiğini gösteriyor. Bu küçük parçacıkların sağlığımızı nasıl etkilediği gizemini koruyor ama önceki araştırmalar kısırlık, bağışıklık sisteminin bozulması, hafızanın zayıflaması ve hatta gençlerdeki kanser dalgasını mikroplastiklerle ilişkilendiriyor. Araştırmacıların Alzheimer ve demans gibi hastalıklardan ölen kişilerden aldıkları örneklerde yaklaşık 10 kat fazla plastik bulunması da bu endişe verici durumu gözler önüne seriyor.
🔴Bilim insanları daha önce testiste, peniste, spermde, atardamarda, kalpte ve akciğerde mikroplastiklere rastlamıştı. Geçen ayki bir çalışmada da kemik iliğinin içinde mikroplastik keşfedilmişti.
Güneş neyin aynasıdır?
İnsanlık hakkında ne anlatır?
Yaşamın ve enerjinin kaynağı olmasına rağmen Güneş hakkında pek düşünmeyiz. Her zaman oradadır, bu yüzden neredeyse sıradandır. Yüzünü gün ışığında gösterir. Saklayacak hiçbir şeyi yoktur. Bazen edebi eserlere konu olma şerefine erişse de bize dair ne anlattığını gerçekten öğrenmeye çalıştığımız anlar oldukça nadirdir.
Yine de Güneş, tüm halkların düşüncelerini derinden şekillendiren bir unsur olmuştur. İnka inançlarından modern astronomlara, antik tutulmalardan nükleer füzyona, Roma kâhinlerinden günümüzdeki çöküş senaryosu savunucularına kadar çok yönlü değerlendirilmiş, hayal gücü ve anlam bakımından zengin bir nitelik kazanmıştır.
Emma Carenini’nin bu kitabında, Güneş’le birlikte gün yüzüne çıkan doğa ve insan temsillerine şahit olacak, Güneş’in felsefe ve bilimin merkezine nasıl yerleştiğini keşfedeceksiniz.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Duygular, insan yaşamının merkezinde yer alır ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin etkiler yaratır. Duyguların beynimizde nasıl oluştuğunu, nasıl işlendiğini ve nasıl yönetildiğini anlamak, sadece kendi iç dünyamızı daha iyi tanımamızı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda başkalarıyla daha sağlıklı ve derin ilişkiler kurmamıza da yardımcı olur. Duygular Nasıl Oluşur: Beynin Gizli Yaşamı adlı bu kitap, duygusal deneyimlerin nörobiyolojik ve psikolojik temellerine dair kapsamlı bir keşfe davet ediyor.
Bu kitapta, duyguların evrimsel kökenlerinden başlayarak, beynin duygusal merkezlerine ve bu süreçlerde rol oynayan nörotransmitterlere kadar geniş bir yelpazede bilgi bulacaksınız. Limbik sistemin karmaşık yapısı, amigdala ve hipokampus gibi yapıların duygular üzerindeki etkisi detaylı bir şekilde ele alınacak. Ayrıca, duygusal bellek, geçmiş deneyimlerin beyin üzerindeki kalıcı izleri ve bu izlerin günlük yaşamımızdaki yansımaları incelenecek.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Kimlik avı dolandırıcılığından saadet zincirlerine, sahte bilimden sanat sahteciliğine, satranç hilecilerinden kripto dolandırıcılarına ve pazarlamacılardan sihirbazlara kadar dünyamız aldatmacalarla dolu. Külyutmaz’da çok satan kitapların yazarları psikolog Daniel Simons ve Christopher Chabris bize kandırılmaktan nasıl kaçınacağımızı gösteriyor. Ayrıca gördüğümüzü kabul etme ve kesinlik ile tutarlılığa aşırı değer verme eğilimimiz gibi, çoğu zaman işimize yarayan ancak bizi savunmasız kılan temel düşünme ve akıl yürütme alışkanlıklarını da tanımlıyor. Yazarların kandırılma psikolojisi üzerine yeni bakış açılarını sundukları her bölümde, daha once hiç duymadığınız dolandırıcılıklarla karşılaşacak ve bunlarla nasıl başa çıkacağınızı öğreneceksiniz.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.