Richard Zenith'in 974 sayfalık dev 'Pessoa' biyografisi uyumsuz, doğuştan yabancı, bir düşünceye ya da sanat ekolüne hapsedilemeyen 20. yüzyılın simge bilinçlerinden Portekiz'li şair Fernando Pessoa'nın dünyasını anlamak için zihin açıcı bir çalışma.
Fernando Pessoa, baş heteronimleri arasında bulunan Ricardo Reis imzasıyla yazdığı şiirde, üstelik ölümünden hemen önce “İçimizde sayısız insan bulunur” demişti. 47 yıl ömür süren her bakımdan uyumsuz bir kişilik tam manasıyla ‘hiçbir zaman herhangi bir düşünce, eylem ve sanat ekolüne hapsedilemezken’ ve ‘sürekli olarak hareket halindeki şair- bilimadamı kendisine bile ait değilken’ nasıl olmuştu da ‘Huzursuzluğun Kitabı’ndan başlayarak onca eserinde, yazdıklarında, 20. yüzyılın simge bilinçlerinden birisi olabilmişti? ‘Bir şeye ait olmayı’ bayağılığın doruğu gören, ‘ilke, kadın ve mesleği’ pranga sayıp var olmayı özgürlükle birleştiren Pessoa, nasıl olup da bir biyografi öznesi olarak hayli zengin bir dünyaya sahip olabilmişti.
“Hiçbir şey değilim/ Hiçbir şey de olmayacağım/ Bir şey olmayı istemem/ Ancak, dünyanın bütün düşleri var bende” diye yazan Pessoa, adeta hayattan düşe doğru değil, düşlerden hayata uyanan bir mizaca sahipti. Şairi ‘bir yalancı’ olarak nitelerken kendi benliğinden saçtığı onlarca kişilikle, düş ve yalan arasında kendisine has bir gerçeklik yaratmıştı. Çocukluğunda üvey babasının görevi nedeniyle Durban’da bulunan, hatta Gandi ile aynı şehirde yaşayan Pessoa, Richard Zenith’in iğneyle kuyu kazarcasına çattığı biyografisi içinde çok çarpıcı detayları da yaşamıştı. Pessoa henüz bir şair olmadan önce tarihin fay hatları arasında sıkışmış, büyük depremlerle sarsılmış sonra da doğduğu Lizbon ile öldüğü Lizbon arasında mayalanıp büyümüştü.
Richard Zenith’in biyografisi öldüğünde ‘milliyetçi şair’ diye vasıflandırılan Pessoa’ya Portekiz siyasal, kültürel ve ekonomik tarihi paralelinde uzanıyor. Bu yönüyle de Portekizi öğrenirken Pessoa’ya da vakıf oluyoruz. ‘Doğuştan yabancı’ diye tanımladığı şairi, eldeki çok değerli belgelerin kılavuzluğunda alabildiğine ‘sergiliyor’ Zenith. Anne tutkusu ile yumuşak bir geçişle güven duygusuna evrilmiş üvey baba varlığından tutun, kendisini bir gün kutsanmış kişi diye görecek Pessoa’nın ‘dahi olma arzusunun’ köklerine dek dalıyor.
‘Portekiz’e karşı çok derin bir duygusal bağ hisseden’ şair, çelişik fakat eğitiminden gelen sebeplerle başlangıçta İngiliz dilinde var olmaya çalışmıştı. Buna rağmen onun ‘İngiliz emperyalizmi dışındaki her şeyi kabullenmiş, pek çok bakımdan İngilizleştirilmiş gibi göründüğünü’ vurguluyor Zenith. Yine de İngiliz – Boer savaşında Boerler için “Onlar harika çiftçiler ve her pazar İncil okuyorlar” diyecektir. İlginç olan pek çok konuda Pessoa’nın etkiye açık kişiliğidir ve ‘uydurma kişiliklerle arkadaşlık etmesinde’ M.G. da Cunha’nın ve Samuel Clemens’ın önemli tesiri olmuştur. Bu yönden etkilenmekten etkileyişe evrilmiş bir tip vardır karşımızda.
Durban ve Lizbon’un mekan olarak Pessoa üzerindeki etkisine özellikle parmak basıyor R. Zenith. “Üç farklı ırkı barındıran Durban, dini, ekonomik ve sınıfsal saflar arasında üst üste binen alt ayrımlarıyla, her ikisi de gerçeğin bu gerçeğe bağlı yaşayan insanlar kadar değişken olduğunu kabul etmesi sonucunu doğurduğunu” söyler Pessoa adına. ‘Sahtecilik, taklitçilik, numaracılık’ anlamına gelen ‘fingimento’ şair için kullandığında ‘neredeyse yegane yöntem’ haline gelecekti. Bu uğurda, fal, büyü gibi alanlara ilgi duyması da şaşırtıcı değil. Zaten en sevdiği kitabın ‘Mister Pickwick’ olması daha bir yerli yerine oturuyor.
R. Zenith’in detaylı şekilde yazdığı gibi Pessoa’nın şairliği bir evrim süreci yaşamıştır. Bazı dehalarda başta görülen yetkinlik ve eser netliği onda yoktur. Başka insanların yaşadığı bir başka dünya yaratmaya yönelik doğal dürtü, uydurma kişiliklerle dünyayı genişletme eğilimi taşır Alvaro de Campos’un (Pessoa’nın uydurduğu kişiliklerden biri) mucidinde. ‘Heteroseksüel ve homoseksüel tutkuları, hatta bazı çarpıcı sadomazoşist fantezileri betimleyen şiirler’in yazarı Pessoa’nın cinsel kişiliği de hayli karmaşık görünüyor. Bu çekinik karakter, alt benliklere uzanmak konusunda arzuludur.
“Yazarken kendini kaybederek başkasına dönüşmeyi deneyimli bir yaratıcı yazar için normal bir durum” diye yorumluyor Zenith. Sözcük oyunları ve bulmacaya düşkün, estetik olarak başkasında kendisini arayan, edebiyat adına değil kendisi için de türlü deneylere girişen, Keats ve Poe’ya düşkün, Yahudi olduğu iddiaları hep canlı, genelevde gözdesi bulunan, benci, borç ile servet arasında çalkalanan, yer yer kendini Shakespeare ile özdeşleştiren. Pessoa, Pessoa. ‘İçimizde sonsuz yaşam bulunur’un metinsel icatçısı. Aklı karışık, ‘ histerik ve nevrastenik’, bilim tutkunu. Onu sürekli kamçılayan ise ‘herhangi bir şeyin var olması’dır.
Pessoa’nın kendisine karşı “Eksikliğini duyduğu şey, cesurca kendine güvenen erkeksi yöndü” dedikten sonra, “Güçlü bir zekaya sahip olmasına rağmen kendi kendine teşhis ettiği nevrasteni, iradesinin kronik bir biçimde zayıf olmasına yol açıyordu” yorumuna bağlanan Zenith, ‘bir çölü andıran aşk hayatıyla’ Pessoa’nın Ümit Burnu’nu üç kez dolaşan, berberde gördüğü bir gazete ilanının heyecanıyla yüzü yarı köpüklü sokağa fırlayan, matbaa kurup batıran, günü geldiğinde Portekiz’in Eliot’ı ve Pound’u olmayı başaran, polisiye tutkunu olmasını da es geçmiyor. Pessoa’ya dalmak için hacimli, oylumlu ve zihin açıcı bir biyografi.