Gülhan Davarcı’ya Everest Yayınları İlk Roman Ödülü'nü kazandıran 'Sisler Dağıldığında', baba figürü altında eril tahakkümü ifşa eden bir yüzleşmenin, yasla gelen güçlenmenin hikayesi... Nefis bir kurgu ve her şey tam kararında, ne eksik ne fazla.
Gülhan DavarcıCEMRAN ÖDER – [email protected]
‘Sisler Dağıldığında’, Gülhan Davarcı’nın ilk romanı ama ilk kitabı değil. Onu öykülerinden tanıyoruz. ‘Sisler Dağıldığında’yla Everest Yayınları İlk Roman Ödülü’nü kazanan Gülhan Davarcı’nın bu ödülü hiç şaşırtmıyor. Davarcı’nın kelimeleri kullanmadaki ustalığı, net, sakin, hiç acele etmeden kurduğu ritmi ve kurgu ustalığı bir yazarın doğuşunu ilk öykülerinde fısıldamıştı. Bu ilk romanında da okurunu hayal kırıklığına uğratmıyor, çıtasını yukarıya taşıyor. Düğümleri ince ince attığı, zaman zaman küçük detaylarda okurun izini sürmesini istediği nefis bir kurgu ‘Sisler Dağıldığında’. Tam kararında, tam kıvamında ne eksik ne fazla.
Roman, ilk satırlarından rahatsız edici bir atmosfere hazırlıyor okuru. Daha sonra bunun bir yas süreci olduğunu anlıyoruz. İnci, romanın baş kişisi, çok sevdiği hayatta tek yakını, hatta belki de bildiği tek akrabası olan babasını aniden kaybeder. Romanın ilk sayfalarında da bu yasla mücadelesini görürüz. Yası kaldıramayışı, gittikçe depresyona sürüklenişine tanıklık ederiz. Sayfalar ilerledikçe sınırlı ve kapalı bir hayatı olduğunu anlarız İnci’nin. En yakın arkadaşı Talar ve sevgilisi Eren dışında başka bir arkadaşı yoktur. Apartman görevlisi Ahmet Bey ve bir de yeni taşınan karşı komşu Sedef’le sadece sürekli ağlamasını duyduğu kızı romanın diğer karakterleri olarak belirir.
Sedef, bir anda pat diye davetsiz şekilde yaşamına girer, sınırını ihlal eder İnci’nin. Fakat aslında genelde herkese karşı mesafeli olan İnci nedense Sedef’e karşı biraz daha savunmasız bulur kendini. Bekar anne Sedef için de İnci’ye kaçtığı zamanlar nefes aldığı anlardır. İnci’nin yas sürecinin depresyonunu hafifletmeye başlar bu dostluk. Başlarda tereddüt ettiği bu dostluğa sıkı sıkı sarılır.
Sedef eşinden ayrılmıştır ve tek başına kızını büyütmeye çalışır. Boşandığı eşinin bebeğini kaçırdığını düşünmesiyle İnci ve Sedef için başka bir macera başlar. Kızını almak için önce eşinin mahallesine gider, ki buralar çok tanıdık gelir İnci’ye. Ancak kızının babası tarafından yazlığa, Balıkesir’e kaçırıldığını düşünür Sedef. İnci onu bu yolculukta da yalnız bırakmaz. Sedef’le yürüdüğü bu yolda kendi babasıyla ilişkisini sorgulamaya başlar İnci. Aslında Sedef bir bakıma ‘yabancılaştırma efekti’ gibidir. Yasından sıyrılmasında, babasının sürekli tekrarladığı ‘iki kişilik aile’ kutsallığından uzaklaşmaya ve aslında gerçekte neler olup bittiğini fark eder İnci. Çocuk benliğinin çok derinlerine ittiği anılarla birlikte gerçekler babasının odasını, kütüphanesini açmasıyla geri gelmektedir.
Gülhan Davarcı o kadar ustalıkla kuruyor ki hikayeyi dikkatli okurunu ip uçlarıyla şaşırtıcı, sürprizli ama bir o kadar rahatlatıcı bir sona hazırlıyor. Mükemmel aile yoktur, mükemmel iki kişilik aile hiç yoktur. Hem bu tarafıyla hem de daha çok ifşa ettiği eril tahakkümün ‘sevgi’ maskelemesiyle modern aileyi anlatıyor Davarcı. Feminist bir izlekten bir bir bozguna uğrattığı bir hikayeyi seriyor okurun karşısına.
İnci, tüm dünyayı babası üzerinden algılamıştır. Hangi kıyafeti giyeceğinden neyi sevdiğine, kimlerle arkadaşlık yapacağından hobilerine kadar her şeyi aslında babası belirlemiştir. O bunu tamamen kendi tercihi olduğuna inanarak büyümüştür. Babasını tahakkümünü içselleştiren ve ancak babasıyla var olabileceğine inanan bir kız çocuğudur İnci. Annesi onu üç yaşında terk etmiş ve bir daha hiç sormamıştır. Hikayeler, anlatıcısına göre şekil alır. Anlatıcı nasıl isterse öyle şekillendirir kahramanlarını. Sedef ona sorular sorarak zihninin derinlerine ittiğini geri çağırır.
‘Sisler Dağıldığında’, baba figürü altında eril tahakkümü ifşa eden bir yüzleşmenin hikayesi… Yasla birlikte gelen güçlenmenin, tam anlamıyla iyileşmenin ve aslında kadınların kendi hikayelerini yazabilmelerinin gücünü anlatıyor.