Rüşvet ve yolsuzluk günümüz toplumunun içine işlemiş karanlık bir gölge gibi varlığını sürdürüyor. İnsanlar artık bu kirli düzenin farkında bile değil; çünkü zamanla gözleri buna alıştı, kulakları bu fısıltıları duymamaya başladı.
Bugün toplumun her katmanında küçükten büyüğe herkes bu çarkın içinde bir rol oynuyor. Eskiden utanılarak yapılan ve gizlice yürütülen işler bugün neredeyse sıradan bir alışkanlık, bir tür “günlük yaşam pratiği” haline gelmiş durumda. Sanki herkes bu yozlaşmayı kabul etmiş, bunu yaşamın değişmez bir parçası olarak görmeye başlamış.
Çocuğunu daha iyi bir okula kaydettirmek isteyen ebeveyn, küçük bir işini hızlandırmak için rüşvet veren vatandaş ya da devasa ihalelerde kirli anlaşmalar yapan iş insanları; bu çürümüş sistemin aktörleri haline gelmiş durumda.
Küçük çıkarlar uğruna yapılan usulsüzlükler bile “herkes böyle yapıyor” diye meşrulaştırılıyor. Bu kirli düzenin bir parçası olmak bir tür hayatta kalma stratejisi olarak kabul ediliyor. Ancak bu strateji toplumsal ahlakın ve vicdanın yavaş yavaş yok olmasına sebep oluyor. Her verilen rüşvet, her yapılan usulsüzlük geleceğimizden, değerlerimizden bir parça daha çalıyor.
Toplum yozlaşmanın boyutlarını bilmesine rağmen buna karşı durma gücünü yitirmiş durumda. Çünkü herkes bir şekilde bu kirli düzenin çarklarını döndürmeye devam ediyor.
Her küçük “göz yumma,” her küçük “bağış” aslında toplumun çöküşüne bir adım daha yaklaştırıyor bizi. Ancak hala umudun var olduğunu hatırlamak gerekiyor. Toplum olarak bu döngüyü değiştirebilecek gücün bizde olduğunu unutmamalıyız. Çünkü her yozlaşmış düzen onu besleyen bireylerin çarkları döndürmesiyle ayakta kalır ve aynı şekilde, o bireyler bu düzeni reddettiğinde çöker.
Bu yüzden, tam da bugün, toplumsal vicdanı, adaleti ve ahlakı yeniden hatırlamanın vakti geldi.
Rüşvet ve yolsuzluk insanlık tarihi boyunca her dönemde ve her coğrafyada varlığını sürdüren, toplumların ekonomik, ahlaki ve sosyal yapısını derinden sarsan sorunlardır. Bu olgular geçmişte daha gizli kapaklı ilerlese de günümüzün gelişmiş kitle iletişim araçları sayesinde artık çok daha görünür hale gelmiştir. Ancak mesele sadece görünürlük değil; rüşvet ve yolsuzluk tarihin her döneminde büyük sorun olmuş, ancak bugünkü kadar yaygın ve sistematik biçimde hayatın her alanını etkisi altına almamıştır.
Rüşvet ve yolsuzluğun ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri açık şekilde görülmektedir. Bir ülkenin gelişimini adım adım gerileten, ahlaki yapısını çökerten bu kirli düzen toplumun adalete olan güvenini ortadan kaldırırken vatandaşların devlete ve topluma olan inancını da zayıflatır. Yapılanlar yanına kâr kalıyor gibi gözükse de tarih boyunca bu kısır döngünün bedelini her zaman toplum ödemiştir.
Sadece bugün ayyuka çıkan rüşvet ve yolsuzlukları konuşuyoruz, ama tarihte de birçok lider dürüstlükle anılsa da, çevresinde ve iktidarlarında yolsuzluk iddialarından kaçamayan isimler vardı. Adnan Menderes döneminden Süleyman Demirel ve Turgut Özal dönemlerine kadar birçok isim, aile üyeleri veya iş ortakları üzerinden çıkar ilişkilerine karışmıştır. Demirel şahsına hiçbir şey istememiş olabilir, ancak kardeşinin büyük serveti tartışmaların odağında yer aldı. Özal’ın oğlu ve eşi de birçok yolsuzluk iddiasıyla gündeme geldi. Benzer şekilde Tansu Çiller’in eşi Özer Uçuran Çiller’in ticari ilişkileri de birçok kez sorgulandı. Mesut Yilmaz’ın kardeşi de.
Ecevit gibi dürüst kabul edilen liderler bile Güneş Motel skandalı gibi olaylarla siyasetin çirkin yüzünü ortaya sermiştir. Sonuçta Tuncay Mataracı ve Hilmi İşgüzar gibi isimler Türk siyaset sahnesine dahil olmuş, yozlaşmanın boyutlarını genişletmiştir.
Bu tür yolsuzluklar sadece bireylerin ahlaki çöküşüyle açıklanamaz. Hayvanlar aleminde de bir tür “yolsuzluk” olduğunu görürüz; ancak burada hayatta kalma güdüsü devrededir. İnsanoğlu yerleşik hayata geçip mülkiyet kavramını geliştirdiğinde rüşvet ve yolsuzluk daha karmaşık ve kurumsallaşmış bir hal almıştır. Gücü elinde tutan yönetimler kaynakları yönetme yetkisiyle birlikte bu tür çarpık düzenleri de beslemiştir.
Modern yönetim biçimleriyle güçler ayrılığı ilkesinin uygulanması yolsuzlukla mücadelede önemli bir adım olarak görülse de, bu süreç de kendi içinde karmaşık ilişki ağları doğurmuştur. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılığı rüşvetin kanallarını genişletmiş; bu erkler arasında uzlaşma ve güç paylaşımı yolsuzluğun boyutlarını belirlemiştir. Bu noktada korku ve umut kavramları devreye girmiştir: Korku fren görevi görürken umut süreci hızlandıran bir araç olmuştur. Bütün ideolojiler bu iki kavramı kullanarak toplumu yönetme yoluna gitmiştir.
Ancak toplumsal yapılar büyüdükçe paylaşılan kaynaklar daha karmaşık hale gelmiş, ihtiyaçlar sınırsız bir biçimde sunulurken kaynakların kıt olduğu gerçeği yolsuzluğun temelini oluşturan bir zemin yaratmıştır. Rüşvet ve yolsuzluk bireylerin toplumda yükselme ve başarı algılarını çarpıtmış, bu çarpık düzen daha fazla oyuncuyu kendine çekmiştir. Neo-liberal politikaların ve küreselleşmenin hız kazandığı günümüzde uluslararası şirketler, yerel yönetimler ve finans kurumları bu ilişki ağlarının parçası haline gelmiştir.
Özellikle iş dünyasında devlet ya da banka kaynaklarını sömürerek kişisel lüks yaşam sürenler toplumun gözünde en büyük yolsuzluk aktörleri haline gelmiş durumda. Devletten aldığı krediyi sanki kendi parasıymış gibi yatlara, katlara, lüks arabalara yatıran iş insanları sadece devleti değil, toplumu da sömürüyor.
Bu kişiler kendi kişisel zenginliklerini artırmak için devletin ve halkın kaynaklarını hoyratça kullanırken devletin ve halkın haklarına ihanet ediyor. Bu tür davranışlar sadece ekonomik çöküntüye neden olmakla kalmıyor, toplumsal güveni de derinden sarsıyor.
Bu yozlaşmanın en büyük tehlikesi rüşvetin artık utanç kaynağı değil başarı göstergesi olarak görülmesi.
Devletin kaynaklarını kişisel çıkarları için kullananlara karşı hoşgörü dönemi sona ermelidir. Bu tür kişilere karşı ciddi yaptırımlar uygulanmadığı sürece yolsuzluğun kökü kazınamaz. Yolsuzluğun sona ermesi için devlete zarar veren her birey ve kurum en sert şekilde cezalandırılmalıdır.
Türkiye’nin Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayımladığı Yolsuzluk Algı Endeksi’nde sürekli olarak gerilemesi bu yozlaşmanın uluslararası düzeyde de kabul edildiğini gösteriyor. 2000’li yılların başında özellikle Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde yapılan reformlar sayesinde Türkiye bu endekste nispeten iyi bir sıradaydı.
Ancak 2013 yılında patlak veren 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturması Türkiye’nin uluslararası yolsuzluk algısında büyük kırılma yarattı. O tarihten itibaren yolsuzlukla mücadelede ciddi bir irade eksikliği gözlemlendi.
Türkiye 2023 yılı itibariyle 180 ülke arasında 101. sıraya geriledi. Bu gerileme sadece ekonomik ya da bürokratik nedenlere değil, aynı zamanda siyasi müdahalelere ve şeffaflık eksikliğine dayandırılabilir. Yargının siyasallaşması yolsuzlukla mücadeledeki en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı mekanizması olmadan yolsuzlukla mücadele etmek mümkün değil.
OECD’de çalıştığım 1992-2005 arası dönemde en önemli görev alanlarımdan biriydi rüşvet ve yolsuzlukla mücadele. Güçler ayrılığı, denetim mekanizmaları ve şeffaflık gibi yapısal çözümlerin yanında bireylerin de öz bilinç geliştirmesi, vatandaşlık bilinciyle hareket etmesi gerektiğini her vesilesiyle vurguladım o dönemde.
Eğer toplum sistemin sunduğu fırsatlar üzerinden kişisel çıkarlarını maksimize etmek için rüşvet ve yolsuzluğu olağan bir yol olarak görmeye devam ederse bu kısır döngüden çıkmak mümkün olmayacaktır.
Her dönemin kendine özgü yolsuzluk dinamikleri olsa da çözüm yolları aynıdır: Şeffaflık, hesap verebilirlik, denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi ve toplumun bu mücadelede aktif rol üstlenmesi. Tarihin kara lekesi olan rüşvet ve yolsuzluktan kurtulmak sadece bu şekilde kurtulmak mümkün olacaktır.
Bu doğrultuda atılabilecek beş temel adım:
1. Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Devletin tüm organlarında şeffaflık ve hesap verebilirliğin sağlanması yolsuzlukla mücadelede kritik öneme sahiptir. Kamu kaynaklarının kullanımı, ihaleler ve devletle yapılan tüm işlemler toplumun denetimine açık olmalıdır. Dijital platformlar üzerinden şeffaflık ilkesi yaygınlaştırılmalı, bağımsız denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir.
2. Bağımsız Yargı: Yargının bağımsızlığı rüşvet ve yolsuzlukla mücadelenin teminatıdır. Siyasi baskılardan arındırılmış bir yargı sistemi yolsuzluk davalarının adil şekilde sonuçlanmasını sağlar. Bu nedenle yargı bağımsızlığı sağlanmalı ve rüşvet davalarında caydırıcı yaptırımlar uygulanmalıdır.
3. Ahlaki ve Etik Değerlerin Güçlendirilmesi: Rüşvet ve yolsuzlukla mücadelenin bir diğer önemli ayağı toplumun ahlaki ve etik değerlerinin güçlendirilmesidir. Genç nesillerin dürüstlük, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine göre yetiştirilmesi bu mücadelenin uzun vadeli çözümünü sağlar. Eğitim sistemine bu konular dahil edilmeli ve toplumsal bilinç artırılmalıdır.
4. Ekonomik Denetimler ve Şeffaflık: Ekonomik yolsuzlukların önlenmesi bankacılık sektöründe sıkı denetimlerin uygulanmasıyla mümkündür. Devletle iş yapan şirketlerin faaliyetleri, alınan kredilerin ve teşviklerin kullanım amacı sürekli izlenmelidir. Bu süreçte bağımsız denetim mekanizmaları devreye sokulmalı ve topluma hesap verebilirlik sağlanmalıdır.
5. Medya Özgürlüğü ve Toplumsal Bilinçlendirme: Bağımsız medya ve sivil toplum örgütleri yolsuzlukla mücadelede kritik bir role sahiptir. Yolsuzluk vakalarının açığa çıkarılması, kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve toplumun bu konuda harekete geçirilmesi için medya ve sivil toplum kuruluşlarına özgürlük alanı tanınmalıdır. Medya baskı altına alınmadan yolsuzluk olaylarını etkin bir şekilde gündeme taşımalıdır.
Türkiye’nin geleceği rüşvet ve yolsuzluğun normalleştiği bir düzende değil, dürüstlüğün yüceltildiği bir toplumda yatıyor. Bu yozlaşmış düzeni geri çevirmek için köklü reformlar, şeffaflık ve hesap verebilirlik anlayışının hâkim olduğu bir yönetim sistemi gereklidir. Bağımsız yargı, ahlaki değerlerin güçlendirilmesi ve toplumun bilinçlendirilmesi, bu mücadelenin temel taşlarıdır.
Yolsuzlukla mücadelede atılacak her adım daha adil, daha şeffaf ve daha yaşanabilir bir Türkiye’nin inşası için en büyük yatırım olacaktır. Bu kirli düzenin bedelini sadece bugünkü kuşaklar değil, gelecekteki nesiller de ödeyecektir. Bu yüzden harekete geçmek, gerekli yeni siyasi ve hukuki mimariyi inşa edecek güçleri iktidara taşımak artık bir tercih değil, mutlak bir zorunluluk.
* Uğur Yüce ve Cumhur Doğan’a yazıya katkılarından dolayı teşekkür ederim.
19 Kasım 2024 - Enerji ve askeri güvenlik: Geleceği şekillendiren stratejik bağlantılar
17 Kasım 2024 - Karaburun’dan bakınca zeytin jeopolitiği ve “Zeytinyağı Savaşları”
14 Kasım 2024 - Atatürk: 15 yılda derin dönüşümün mimarı ve uygulayıcısı
6 Kasım 2024 - Trump zaferi tahmininde haklı çıktığıma üzüldüm: Muhtemel gelişmeler ve Türkiye