Öyle görünüyor ki at dolu dizgin gidiyor. Bu aşamadan sonra geriye dönüş mümkün mü? Hayır, artık yeniden kamulaştırma düşünülemez ama en azından özel sektöre devredilen stratejik kamu hizmetlerini kötüye kullanılanlarının tasfiyesi, işinin ehli yeni sahiplere devri, belki özel-kamu ortaklıkları olarak yeniden yapılandırılması, tamamen özel ellerde kalacak olanların da etkin kamu düzenleme ve denetimi altına alınması düşünülmelidir.
Tabii ki böyle bir girişimin devletin “vur deyince öldür” şeklinde ağır müdahalesine dönüşmesi, ekonominin çarklarını yavaşlatması, yatırımcıyı ürkütmesi ya da yeni oyuncuların rant tuzağına düşmesi riski de azımsanmayacak kadar yüksek bu ülkede.
Küreselleşme döneminde, hantal devlet yapısının işlevsel olmayan hizmetlerinin özelleştirilmesi için büyük bir hevesle harekete geçtik. Ancak zamanla, kamu hizmetlerinin sadece kâr odaklı özel sektöre devredilmesi, devletin denetiminden uzak “bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar” tarzında kamu yararını hesaba katmayan ciddi sosyal ve ekonomik adaletsizliklere yol açtı.
Ne hedeflenen üretim arttı, ne yeni teknolojiler getirildi, ne altyapı iyileştirildi, ne de maliyetler düşürüldü, hizmet kalitesi yükseltildi, ne de insanlar bu işten memnun kaldılar. Özelleştirme tam bir yağma zihniyeti ile yürütüldü, bu anlamda amacına ulaştı kim nasıl kurguladıysa.
Dün gibi hatırlıyorum, özelleştirmenin zirveye ulaştığı dönemde, girişimlerimizde OECD’nin en iyi uygulamalarından yararlanmak üzere başarılı ülke uzamanlarından oluşan bir ekip göndermeyi önerdiğimizde, Ankara sessiz kaldı; muhtemelen böyle bir heyetin yerinde gözlem yaparak eksik ve usulsüzlükleri ortaya çıkarması istenmedi. “Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz” denildi.
En zor dönemlerde hayata geçirilmiş cumhuriyetin varlık ve birikimlerinin mafyavarı rant gruplarına peşkeş çekildiğini gördük. Sadece bizde değil Rusya’da da yaşandı bu süreç, Çin’de, Hindistan’da ve Orta ve Doğu Avrupa’daki, Orta Asya’daki eski komünist ülkelerde de. Tam bir yağma düzeni ortaya çıktı, beklenen iyileşmeler, üretim artışları, teknoloji yenilenmesi olmadı.
Şirketler, fabrikalar, limanlar, oteller, enerji tesisleri bir bir satılırken, sıra daha sonra tekrar yerine konulamaz cennet koylara, yeşil alanlara ve tarım arazilerine geldi. İyileştirme yerine tahribat yaratılıyor.
Önceden Cumhuriyetin kuruluş yıllarında büyük emek ve fedakarlıklarla oluşturulan kamu iktisadi teşebbüsleri, zamanla devletin elinden kayıp gitti; çoğu zarar ettirilerek yok pahasına yandaşlara devredildi. Daha sonra, kamu işletmelerinin yanı sıra devletin sağlık, eğitim ve altyapı inşası aslı görevleri de özel sektöre aktarılmaya başlandı.
Kamu açıklarını finanse etmek için kullanılacağı belirtilen özelleştirme gelirleri Hazine’nin dişinin kovuğunu bile dolduramadı, boşa harcandı, hala yüksek kamu açıkları ile yaşıyoruz.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda, telekomünikasyon alanındaki özelleştirme, telefon faturalarımızı hafifletti mi? Tam tersine, arttı astronomik ölçülerde. Yatırım cimriliği, gelirlerin cebe atılması nedeniyle baz istasyonları ve fiber kablolara yeterince kaynak ayrılmadığı için her yerde çekim sorunları yaşıyoruz; internet hızları da yavaş. Özellikle Türk Telekom özelleştirmesi Harvard’ta bir ülke herkesin gözleri önünde nasıl soyulur konusunda özel ders konusu olabilir.
Hastaneler özelleşince, ilk başta sevindik; modern binalar, gelişmiş tibbi cihazlar ve iyi ücretli doktorlar karşımıza çıkacaktı. Ancak zamanla, maliyetleri çok yüksek şehir hastaneleri geldi, ilaç faturaları katlanılmaz oldu, zor bela yetiştirdiğimiz tatminsiz kaliteli doktorlarımız yurtdışına göçmeye başladı.
Gereksiz tetkik ve muayene ile ücretler şişiriliyor. Sağlık hizmetlerinin yalnızca kâr odaklı özel sektör tarafından yürütülmesi, dar gelirli kesimlerin bu hizmetlere erişimini zorlaştırarak sınıfsal farklılıkları derinleştiriyor. Hastaneler artık bir “müşteri” perspektifiyle yönetiliyor, sağlık kalitesi dibe doğru dalış yapıyor.
Enerji ve altyapı küresel ekonominin stratejik bir öneme sahip lokomotiflerinden birisi; piyasa dinamikleri, tek başına bu sektörü düzenleyemez. Uzun vadeli stratejik planlama gerektiren bu alanlarda, kamunun etkin denetimi ve yönlendirmesi olmadan başarı mümkün değil. Özellikle dağıtımda özelleştirme sonrası enerji fiyatlarının artması, yeni altyapı yatırımlarının yapılmaması, bu süreçlerin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Madencilik de farklı bir durumda değil. Evet yeraltı kaynaklarımızı değerlendirelim ama altın madenlerinin talan edilmesinde olduğu gibi değil. İkmal güvenliği, sürdürülebilirlik ve toplumsal erişim gibi meseleler, özel sektörün tek başına çözebileceği sorunlar değil; kamunun burada doğru dozda yönlendirici, düzenleyici ve denetleyici bir rol üstlenmesi şart. Ya da etkin bir özel-kamu ortaklık düzenlemesi gerekiyor.
Eğitimdeki özelleştirme ise fırsat eşitliğini tamamen ortadan kaldırdı. Özel okullar kamudakine benzer bir çöküş yaşadı; okulların fiziki görünümü iyileşti, yani “zarf iyi ama mazruf felaket” birçok yerde. Eğitim kalitesi düşerken, okul ücretleri hep enflasyon üzerinde arttığı için aileler finans yükünü karşılayamaz duruma düştü, çocukların geleceği risk altına girdi. Geleceğin nesilleri iyi yetişmiyor.
Güvenlik, birçok noktada özel şirketlere devredilince, toplumda güven hissi azaldı. Bankalar önce özelleştirildi, sonra yabancı yatırımcılara satıldı. Kamu bankaları arpalık oldu. Tekel elden çıktı, uluslararası sermaye üretiyor milli içkimizi. Ve daha neler neler…
Tabii ki değil ama çok az iyi örnek var gösterebileceğimiz. Amacım, herşey yanlıştı diyerek karamsar bir tablo çizmek değil.
Lakin, ne yazık ki çoğu zaman özelleştirme rant için peşkeş çekilen binlerce dönüm arazi, içi boşaltılmış fabrikalarla sonuçlandı. Tam bir yağma zihniyetiyle yürütüldü, değerinin altında satıldı kamu varlıkları. Elde kalanlar da 2016’da kurulan, başkanlığını Cumhurbaşkanı’nın yaptığı Türkiye Varlık Fonu’na devredildi, nasıl işletildiğine dair şeffaf ve hesap verilebilir bir mekanizma yok.
Bunu fark ettiğimizde, dogmatik düşüncelere kapılmadan kararlarımızı değiştirmekte tereddüt etmemeliyiz. Hiçbir şey kalıcı değildir; koşullar değiştiyse yaklaşım da değişmeli.Bu yaklaşım, aslında pragmatizmin ta kendisidir. Deng Xiaoping’in o meşhur sözüne atıfta bulunursak, “benim için kedinin rengi değil, fareyi yakalayıp yakalamadığı önemlidir.”
Hayatının 12 yılını dünyanın dört bir tarafında OECD’nin uluslararası yatırım ve özelleştirme politika reformlarını uygulatma çabalarına vakfetmiş birisi olarak tabii ki serbest piyasanın ve rekabetin ekonomik büyüme üzerindeki olumlu etkilerini göz ardı etmiyorum.
Ancak son çeyrek yüzyılda gördük ki sağlık, eğitim, güvenlik ve altyapı gibi temel kamu hizmetlerinin fanatik şekilde özelleştirilmesi, ciddi sorunlar doğuruyor.
Piyasa dinamiklerinin hâkim olduğu hizmetlerde, kâr maksimizasyonu çoğunlukla kamu yararını göz ardı ediyor. Oysa sağlık ve eğitim gibi hizmetler, toplumun refahını doğrudan etkileyen temel unsurlar. Bu alanlarda kamunun etkin rol oynaması kaçınılmaz. Herkesin eşit erişim sağladığı, hizmet kalitesinin sürekli yükseltildiği ve hesap verebilirliğin ön planda tutulduğu bir yapı oluşturulması gerektiğini düşünüyorum.
Kamu ve özel sektör arasındaki doğru dengeyi doğru kurmak, etkin hizmet sunumunu ve toplumsal faydayı garanti altına almak için şart.
Bu nedenle, sağlık, güvenlik, adalet, altyapı ve eğitimde kamunun başat sorumluluğunun hizmet kalitesini iyileştirecek yeni bir anlayışla devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sağlık sektöründe özel ve kamu hastanelerinin birlikte çalışması, eğitimde de özel okullar ile kamu okulları dengeli bir şekilde varlığını sürdürmesi elzem. Bu alanlarda, herkesin eşit erişim sağladığı ve hizmet kalitesinin sürekli yükseltildiği (ve de bunun düzenleme ve denetim ile kalite kontrolünün gerçekleştirildiği) bir yapı oluşturulmalı.
Sonuç olarak, kamu hizmetlerinde her aşamada vatandaşlara karşı bir sorumluluk bilinci olmalı, maliyetlerin ve kararların şeffaflığı sağlanmalıdır. Özelleştirme ve kamulaştırma arasında optimum dengeyi bulmak için deneyim ve zekaya sahibiz; bunu doğru şekilde kullanmak için çaba göstermeliyiz. Geleceğin nesillerinin iyi yetişmesi ve toplumun refahı için bu dengeyi sağlamak hepimizin gorevi.