Ali Cengizkan şiiri nerdeyse yarım yüzyıldır var. Ne mutlu bana, ilk kitabından başlayarak arkadaşı, tanığı, okuru ve hayranıyım. Son kitabı 'Şehrin Gölgeleri’ boşluktakilerin, yeraltı ve yerüstündekilerin, iki tarafta da kapana sıkışmışların şiiri.
Ali Cengizkan’ın son ‘Şehrin Gölgeleri’ ve bir önceki ‘Hayat Bahçesi’ adlı şiir kitaplarını okurken, başlıkta bir dizesi yer alan şarkı geldi aklıma. Şarkı gençliğimden, Ali Cengizkan’ın da gençliğinden tabii, birlikte genç olmanın, Ankara’da olmanın, ilk şiirleri yazmanın, yayımlamanın ve dahi yoldaş olmanın genç sevincinden en çok da.
Ali varsa şarkı da bahane, türkü de! Ama Ali Cengizkan şiiri nerdeyse yarım yüzyıldır var. Ne mutlu bana, ilk kitabından başlayarak arkadaşı, tanığı, okuru ve hayranıyım.
İlk kitabı ‘Senlere’ (1980) şiirimizin de dikkat çeken ilk kitapları arasındadır. Ankara’dan sayarsak Ahmet Erhan’ın ‘Alacakaranlıktaki Ülke’ (1981) ve Akif Kurtuluş’un ‘Yalan Şiirler’i (1983) gibi.
Ali Cengizkan artarda çıkardığı şiir kitaplarıyla kendi destanını yazar sanki. Bu kitaplar da ilk kitabın başarısına heveslenen, coşkusunu paylaşan arkadaşları gibidir ‘Senlere’nin: ‘Çocuk Ömrümüz’ (1982), ‘Yunan Dosyası’ (1983), ‘Yürüyüşler ve Duruşlar’ (1984), ‘Bağımlı Şiir’ (1986), ‘Ankara Ankara Güzel Ankara’ (1987)… Nefes kesici bir toplam. Yedi yılın bu verimleri aynı zamanda, Cengizkan’ın ilk dönemi de sayılabilir.
Bu toplamdaki şiirlerin heyecanı kitaptan kitaba geçmiş gibidir, hepsinde de aynı esintiyle karşılaşırız. Sanki bir rüzgar tüm kitapların ortasından geçmekte ve kitapları birbirlerine bir rüzgar ipiyle, zinciriyle, gönlüyle bağlamaktadır. ‘Yunan Dosyası’ adlı bir kitap olmasına bakmayın, o da Ankara’da sergilenen, Kemal Cengizkan’ın Yunan fotoğrafları üstüne yazılmış şiirlerdir. Şiirlerin gelip bağlandığı yer Ankara’dır, Güzel Ankara!
Ankara havası. 80 öncesinden gelen yapıların, sol kültürün, insanların, alışkanlıkların sürdüğü bu kitaplarda, Ankara’nın ve şiirin yarıaçık tarihini de izlemek mümkündür, şairin tarihiniyse yeni okuyacaklara bırakıyorum.
Ali Cengizkan’ın meşrebinin şair, mesleğinin mimar olduğunu belirtirim, nedeni şu: Sonraları ‘bilinçli bir dağınıklık’ diye deyimlenen halin şiir kısmında Cengizkan vardır ve en iyi bildiği iki şeyi, şiir ve mimariyi, en sevdiği iki yerle, ODTÜ ve Ankara, buluştururken başvurduğu şiir yöntemi de bilinçli ya da kontrollü dağınıklıktır!
Geniş çalışır Cengizkan, havadar, ferah bir ortam düşleyerek, rüzgar payını bol tutarak, çevreye öncelik vererek, yapı elemanlarının birbiriyle uyumunu gözeterek, tümüyle serbest bırakmış gibi davranarak ve her şeyin ve herkesin kendini özgür hissetmesini sağlayarak sürdürür çalışmasını.
Uzaktan belli olmaz, kendini uzaktan saklayan bir yapı/şiir kurar. Yakına, daha yakına geldikçe açar onun şiiri kapılarını. Öyle ki ilk bakışta aşk ya da ilk okuyuşta şok olmasa da, olmasanız bile, ikincisinde kendinizi fazlasıyla içinde bulacağınız, hatta havaya girip kendinizin yazdığını sanacağınız bir şiiriniz olur.
Albenili bir şiir değildir, uzaktan size gülümsemez, hatta şaşırtır, ‘Solfasol Otobüsü’, ama şiiri okuduğunuzda paha biçilmez bir his duyarsınız, tamlık hissi. Üstüne kendi kendinize gülümser ya da mutluluğunuzu dile getirirsiniz. Bu da Cengizkan şiirinin göz kırpmasıdır ya da ıslığı.
Türkçenin en sevdiğim ve ‘tam’ bir şiir örneği diye anlattığım, okuduğum şiirlerinden, ‘Haydarpaşa Burası’ da onun ve şiirimizin şahanelerindendir!
‘Sürek Avında Dünya’ (1994), ‘Öğle Suyu’ (1997) ve ‘Şairin Nergisi’ (2000) kitaplarını onun ikinci dönemi olarak görüyorum. Sözünü daha çok doğaya dönmüş ve bahçeye bakan şiirlerdir bunlar. Bir hoş anlamda, vakt-i kerahat da denilebilir. Unutmamıştır yapıyı çatarken ama fazla vakti olmamıştır ya da insanın nasılsa bahçeye, içe çekileceği günler olacaktır doğallığıyla davrandığından, sonraya kalmıştır öğle sularındaki nergisli şiirler. Belki şiirin de bir ‘peyzaj mimarisi’ vardır ve bunu da en iyi uygulayanlardan biri Ali Cengizkan’dır.
Üçüncü döneminde iki kitap var, ilki ‘Hayat Bahçesi’ (2024), 2009’da yazdığı ‘Kırmızı Gün, Beyaz Gece’ şiirlerinin genişletilmiş haline, 2002’de yazdığı ‘Struga’nın Kayıp Şiirleri’ bölümünün eklenmesiyle oluşmuş bir kitap. Ara toplam da denilebilir, Ali’nin hiç saklamadığı itirazını ve ‘güncel’ kaygısı duymadan söylediği, yazdığı güncel politik şiirleri de içeriyor. Zengin ve renkli: Güllerden ten seslerine, şarkıcılara yazdığı prelütlere, sonatlara, şiirinin yapısal sağlamlığını da taşıyan ‘görklü’ şiirler.
‘Şehrin Gölgeleri’yse (Everest, 2024) uzun sürmüş sıkı bir hasat. “Gençlik nedir bilmeyen, çocukluğu da çabucak geçmiş bir halk”ın şiirleri ve o halk için şiirler. Boşluktakilerin, yeraltı ve yerüstündekilerin, iki tarafta da kapana sıkışmışların şiiri, başkalarının, çıplakların, ötekilerin, hatırlayanların, unutanların şiiri, gölgelerin. ‘Ölü bir şehrin’ şiirleri: “ölü şehrimin insanları, ölü şairler gibidir”, değeri öldükten sonra bilinir. ‘Saray Manzumesi’ şiiri ise simitlerin saraylarda ağırlandığı bir ülkede geçiyor ve ne kadar çok sarayımız varmış hayretiyle hepimizi hayretlere sürüklüyor! Bu kitaptaki kimi şiirler, Cengizkan’ın bir anlamda ‘alayına şiir’ diyebileceğimiz tarzda coştuğu şiirler ki bir adım sonrasında “Kanımıza bir dokundunuz; pir dokundunuz” diyerek Türkiye’de her gün değişen sosyolojinin yerini bile alabilir! Bu da ‘şiiri bile çileden çıkarttınız!’ demektir. Şiir sokakta da gerek, hele ‘Şehrin Gölgeleri’nin hala hükmü varken!