Behçet Çelik’in yeni romanı 'Turuncunun Kıvamı', genç bir kadının kendi rengini bulma ve özgürleşme hikayesi. Olay değil karakter üzerine kurulu olduğu için okuması ciddiyet gerektiren ama kendinden taşan, derin etki bırakan romanlardan.
Behçet Çelik’in son romanı ‘Turuncunun Kıvamı’ çocukluğunu, ailesini ve şimdi bir kadın olarak kendisini, duygularını anlamlandırmaya çabalayan Arzu’nun arayışı üzerine odaklanmış. ‘Turuncunun Kıvamı’ olay üzerine değil karakter üzerine kurulmuş bir roman. Bu nedenle okuması zor, ciddiyet gerektiren romanlardan. Hem karakterin kendine özgü iç dünyasıyla hem romanın yarattığı edebi dille hem de kurgu şekliyle takip etmesi zor ama kendinden taşan romanlardan. Zira roman okuyucu üzerinde derin bir etki bırakıyor ve kişinin kendi arayışı üzerine düşünmesine olanak yaratıyor.
Romanda oldukça dişil bir dünya kurguluyor; bir kadın anlatıcının duygu dünyasından dökülen kelimeler kadının, kadın ruhunun inceliklerini oldukça etkili biçimde yansıtıyor. Yarım bırakılan- hevesle kalmış cümlelerle, yarattığı alışılmadık bağdaştırmalarla çağrışım gücünün sınırlarını zorluyor. Romanda da uzun uzun tartışılan şiir sanatı gibi; anlam okuyucunun sezgisine bırakılıyor. Özellikle yaz ve sonbahar mevsimlerinin renkleri; sarı ve turuncu Arzu’nun duygularını somutlaştırmada oldukça etkili bir metafora dönüşüyor.
Roman, Arzu’nun bir arkadaşının ağzından anlatılsa da kimi zaman Arzu’nun iç sesleri, monologları devreye giriyor. Parantez içlerinde Arzu’nun iç konuşmaları, kendi kendine söylenmeleriyle sesler birbirine karışıyor ve bu çoğulcu anlatıyla iki kadın, iki ses, iki farklı duyuş birbirini tamamlıyor. Belki de konuşan, Arzu’yu anlatan onun diğer yanı; tartıştığı, dertleştiği, ağlaştığı ve kopamadığı diğer yanı.
Roman, bir durum öyküsü ya da denemeyi andıran bir anlatım şekliyle kurgulanmış. Bu anlatı karakterin yaşamı, ilişkileri ve değişimi üzerine kesik kesik bilgiler barındırıyor. Bu bilgilerden Arzu’nun çocukluğundan bu yana yaşadığı zorlukların, çatışmaların, sorgulamaların içinden çıkarak kendisine yeni bir benlik yaratma mücadelesi– arayışı içerisinde olduğunu görüyoruz. Kendi kıvamını bulan, kendini yaratan ve kendi sınırlarını çizen bir kadınla tanışıyoruz. Bu noktada annesinin arkadaşı Yelda oldukça önemli bir figür olarak karşımıza çıkıyor.
Yelda’nın kocasının karşısında nasıl dik durduğu ve Arzu’nun bu durumdan nasıl etkilendiği yer yer konu ediliyor romanda. Hatta “Senin kanındanım ben” (s.68) diyerek Yelda’yla özdeşim kurması anlatılıyor. Güçlü bir kadın yaratmak istiyor Arzu; boyun eğmeden kimseye, olduğu gibi, öylece yaşamak istiyor. Çocukluğundan kalan bu figür Arzu’nun iş yaşamındaki duruşunun ve ilişkilerinin etkili belirleyicilerinden oluyor.
“Senin kanındanım ben” diyen Arzu, toplumda yok sayılan, hor görülen ya da hiç görünmeyen kadınların karşıtını yaratıyor. Kendini açıkça ifade eden, istemediğini yapmayan, istemediği yerde durmayan bir kadın olarak karşımıza çıkıyor ve bu yüzden belki de (tek kişilik evinin) direği oluyor. Mağdur değil kendi galibiyetlerini yaratan bir kadın olarak kendini tanımlıyor.
Romanda karşımıza çıkan bir başka figür ise Arzu’nun şiirden söz ettikleri toplantılarda tanıştığı ya da aslında hiç tanışmadığı, kendi kurguladığı Kenan. Kimi zaman kendisine çok yakın bulduğu kimi zaman da sinirini bozan bir figür. Şiir üzerine yaptıkları tartışmalar, Arzu’nun kendi varlığını ortaya koyma mücadelesini belirginleştiriyor. Arzu, çekinmeden varlığını ortaya koyan, sözünü sakınmayan, başaklarından ve dahi kendinden korkmayan bir kadın yaratıyor böylece.
Yelda’yla başlayan arayış yolculuğu Kenan üzerinden devam ediyor denilebilir. Arzu, Kenan’la kurduğu ya da kuramadığı ilişki üzerinden geçmişte yaşadığı başka ilişkilerin kapılarını aralıyor. Böylece onun için başka bir sorgulama, yeni bir damıtma süreci başlıyor.
Arzu’nun bir başka kapısı da aile! “Hikayenin hep evden ayrılmakla başladığını okumuştu bir yerde” (s.70) sözleriyle giriyor bu kapıdan. Evden ayrılmak mı yoksa hiç gidememiş olmak mı? Arzu hiç gidemeyenlerden belki de! Aşmakta en çok zorlandığı eşik bu olsa gerek. Ancak kendi yarattığı dünyayla sıkışmışlıktan kurtuluyor, kendiyle özgürleşiyor Arzu.
Tüm bu sorgulamaları yaparken durup bunların içinde öylece kalmayı değil; hareket etmeyi yeğliyor. Hareket onun için mücadeleyi, hazzı, yenilenmeyi temsil ediyor diyebiliriz.
‘Kıvam’ kelimesi ise rengini arayan bir kadının olgunlaşma evresinde bulduğu dinginliği, derinliği, demlenmeyi çağrıştırıyor. Kendini bulmanın, kendine varmanın yarattığı bir kıvam bu: turuncunun kıvamı.