Meslekte yarım yüzyılı çoktan geride bırakan duayen gazeteci Hasan Cemal'ın yaklaşık altı yıl yayıncı aradığı kitabı 'Zamane Diktatörleri' nihayet SRC Kitap'tan çıktı. Hasan Cemal'in iç hesaplaşmalarını da yazdığı, içini döktüğü bir kitap bu.
Hasan Cemal, benim ‘Hasan Abim.’
Tam olarak 1980 yılının yaz aylarından beri tanıyorum.
12 Eylül döneminin Cumhuriyet gazetesinde burun buruna çalıştım.
Yazıişleri masasında iki sefer kafama kocam kristal kül tablasını fırlatmışlığı var. İkisinde de isabet ettiremedi.
Az küfrünü işitmedim, az kavga etmedim.
Ama o hep benim ‘Hasan Abim’ oldu. Acımasız şakalarımıza güldü, rakı masalarında hüzünlendik, yurt dışı seyahatlerde yerlerde sürünecek kadar sarhoş olduk. Yazı işleri salonunda onunla güreş tutmuşluğum bile var.
Yardım istediğimde, bir şey danışacak olduğumda hep yakınımda oldu. Hüzünlendiği, sinirlendiği, büyük hayal kırıklıkları yaşadığında ben etrafta oldum.
Zor yazmasıyla meşhurdur Hasan Cemal. Eskiden daktiloyla yazar, yazdığı kağıtları sonra elinde makasla ameliyat eder, içinden çıkılması imkansız seloteyple yapıştırılmış satırlar, sayfalar haline getirir, araya el yazısıyla bir şeyler ekler, çıkarır, sonra yeniden ekler ve çıkarırdı.
Biz de, daktiloyu önüne çekip tek seferde herhangi bir şeyi yazanlar olarak onunla alay ederdik. Bu alaylarımızın cezası, onun oturup yazısını yüksek sesle bize okuması olurdu.
İlk kitabını (Tank Sesiyle Uyanmak) yazmasının bire bir tanığıyız Cumhuriyet’te. 12 Eylül anıları.
Köşe yazısını zor yazardı ama ardı ardına kitaplar yayınladı. Hep çok önemsedi kitap yayınlamayı.
Hasan Abi ile aramda tam 20 yaş var. Birbirinden çok farklı iki kuşağa mensubuz. Evet benim kuşağımda da bir görev duygusu, vatana millete memlekete faydalı insan olma duygusu vardır ama bu duygu Hasan Abinin kuşağında sadece bir duygu değil aynı zamanda ağır bir sorumluluk olarak kendini gösterir. Sanki doğarlarken birileri onlara görev vermiştir: Memleketi siz kurtaracaksınız.
O kuşaktan çok insan tanıyorum; hepsi de işte 1960’lardaki gençlik zamanlarından beri bu görev ve sorumluluk hissiyle, hep siyasetle, düşünceyle, fikirle, eylemle yoğrulmuş, haşır neşir olmuş insanlar.
Hasan Cemal, ‘Türk usulü Baas’çılık’ adı verilebilecek olan, sosyalizmi bir askeri darbe yoluyla kurmaya çalışan siyasi akımın neferliğinden yılmaz bir demokrasi ve özgürlük savaşçısına evrilmiş, o Yön hareketi içinde ne kadar ciddi bir ülkesine karşı sorumluluk duygusuyla hareket etmişse sonra demokrasi ve özgürlükler konusunda da o kadar sorumluluk duygusuyla, sanki biri ona görev vermiş gibi hareket etmiş bir insan.
Bazen dalga geçmek için ona ‘Sen radikal liberalsin’ diyorum.
Altı yıldan fazla zaman oldu. 2018 yılıydı. Bir gün Hasan Abiyle buluştuğumuzda yüzünde her zamankinden fazla bir hüzün vardı, canı sıkılıyordu bir şeye.
Başlangıçta söylemek istemedi ama en sonunda anlattı: Bir yeni kitap yazmıştı ama yayınlayacak yayınevi bulamıyordu.
Ben dondum kaldım. Hasan Cemal’in kitabı yayınlanamıyordu. Nasıl olurdu?
Aslına bakacak olursanız sansür son derece sevimsiz bir şey olmasına rağmen hiç değilse bir düzendir. Neyin yayınlanabilir neyin yayınlanamaz olduğunun biz beğenmesek de bazı ölçütleri vardır.
Sansür düzeninden daha fecisi, adı sansür olmayan, sanki müthiş bir özgürlük düzeni varmış gibi rol yapan bir halin varlığıdır. Neyin yayınlanabilir neyin yayınlanamaz olduğuna dair ortada hiçbir ölçü yoktur. Yayınlanan her şey bir maceradır.
Bir şey yazarsınız hiçbir şey olmaz, sonra başka bir şey yazarsınız ve kendinizi hapiste bulursunuz. Bakın en taze örnek 10Haber muhabiri Furkan.
Hasan Cemal’in kitabı yayınlanamıyordu, çünkü adı ‘Zamane Diktatörleri’ydi. Sırf bu isim yüzünden kimse kitaba elini sürmek istemiyordu.
Hasan Cemal, üzüntüsüyle baş başa öylece durdu, altı yıl bekledi. Beklerken kendisiyle hesaplaştı. Yaşı gelmişti 74’e. (Şimdi 80) 1969’dan beri gazeteciydi, yani neredeyse 50 yıldır.
Acaba bırakmalı mıydı bu işleri, yazı yazmayı, kitap yayınlamayı. Acaba kendini bildi bileli ‘hayat’ dediği şeyi bırakıp emekliye mi ayırmalıydı kendini?
Kaç kere konuştuk bunları onunla, kaç kere kendi içinde git geller yaşadı.
Eşi dostu arkadaşı pek çok kişi hapisteydi. Hasan Abi sanki hiçbir şey olmamış gibi yapamazdı ki, dostlarının haksız yere hapiste tutulmasını eleştirmeden duramazdı ki…
Acaba kendi kendini sürgün mü etmeli, yurt dışında mı yaşamalıydı? Pek çok eşi dostu arkadaşı ya mecburiyetten ya kendi istekleriyle sürgünde yaşamaya başlamışlardı.
Yolu her Berlin’e düştüğünde mutlaka Can Dündar’la buluşuyordu.
Can, hakkındaki hapis kararı yüzünden zorunlu sürgündü. Türkiye’de medya ondan ‘Vatan haini’ diye söz ediyordu.
Oysa Can’ın tek yaptığı, Türkiye’yi basın özgürlüğü olan demokratik bir ülke zannetmek, Suriye’ye silah gönderildiğini haber olarak yayınlamaktı.
Bu haber onun adliye kapısında silahlı saldırıdan canını kıl payı kurtarmasına, nihayetinde de ‘Vatan haini’ olarak damgalanmasına neden olmuştu.
Veya Cengiz Çandar, Hadi Uluengin, Cengiz Aktar gibi dostlar. Onlar kendi kendilerini sürgüne yollamışlardı. Türkiye’de boğulacak gibi hissediyorlardı, her an gerçek anlamda boğulabileceklerini de düşünüyorlardı.
Hasan Abi de onlar gibi hissediyordu, kitabı basılamıyor, yazılarını yumuşatması için telkin üstüne telkin alıyordu.
Ne yapmalıydı? 2018’de bir başına Avrupa’ya gitti, birkaç ay boyunca yollara düştü, kendi kendisiyle hesaplaştı. Anladı ki, Türkiye dışında bir yerde yaşayamaz.
Sıkıntısını içine attı. O sıkıntı sağlık sorunlarına dönüştü, onlarla savaştı ve bugüne geldi.
Birkaç ay önce sesi çocuk gibi çıkıyordu, haberi verdi: Kitabı nihayet basılıyordu.
‘Bu kitabın bunca yıl yayınlanamadığını ben yazacağım’ dedim. Her zamanki kahkahasını attı.
Bu kitap Hasan Abinin bütün o iç hesaplaşmalarını da yazdığı, bir anlamda içini döktüğü bir kitap.
Kitaba yayıncı bulmak bir mesele, kitabı yayınlamaya karar vermek başka bir mesele.
Hasan Abi kitabını ‘İnceldiği yerden kopsun’ düşüncesiyle yayınlamış durumda.
Şimdi bilinmeyene yolculuk başladı.
Acaba birileri sinirlenecek, ‘Alın şunu içeri’ mi diyecek, yoksa kitabı görmezden mi gelinecek?
Hasan Abi bugün 80 yaşında. Ocak ayında doğum gününü birlikte kutladık.
Daha birkaç hafta önce sevgili kızı Defne’yi evlendirdi.
Birkaç ay sonra 81 olacak. Umarım o gün de hep birlikte oluruz.