Post-modern sanatı öğrenmeye başladığımda onun tek merkezli büyük anlatılara nasıl karşı çıktığını öğrenince bir sanat eserinde tek bir anlam olmayabileceğini, birçok anlamı barındırabileceğini savunduğunu görünce, gelenekleri reddeden modernizme karşı postmodernin nasıl hiçbir şeyi reddetmediğini, insanın sorunlarına her şeyi kapsayan tek bir çözüm bulma uğraşlarını aptalca ve vesveseli bulmasını ve eğer bir çözüm varsa bunun da geçmişteki fikirlerin şurasından burasından hareketlerden yapılacak bir ‘en iyi seçkisinde’ (veya bunların kolajında) bulunacağını söylediğini öğrenince, başka sanatsal hareketlerin yöntemlerini uyarlamaya çalışan postmodern sanatta belirsizliklerin kucaklandığını da anlayınca buna uygun cazın sandığım gibi Miles Davis değil, Jackson Pollock sevmese de serbest caz olacağına karar verdim.
Ornette Coleman 1959 yılında New York’a geldi, Ekim ayında cazın geleceğini anlattığı ‘The Shape of Jazz to come’ albümünü çıkardı. Albümde grubunun her bir üyesi özgür doğaçlamayla başlıyorlar ve bu birbirine paralel doğaçlamalar bir süre sonra aralarında bir şekilde uyumu sağlıyordu (çağdaş sanatçının başkalarının ne yaptığına aldırmadan özgür ama toplum içinden dışlanmadan yaratmayı gözeten tavrını çağrıştırdı bana bu albümün stili). Coleman’ın daha sonra 1960’ta çıkardığı ‘Free Jazz a collective improvisation’ albümünün kapağında Jackson Pollock’un ‘White Light adlı eserinin baskısı bulunuyordu. John Coltrane jazz dergisine 1966’da verdiği bir mülakatta kendini Coleman’a çok borçlu hissettiğini söylemişti.
Gerçi Coleman bu plak kapağıyla sanki soyut dışavurumculuğun müzisyeni gibiydi ama yeni dönemin de habercisiydi. Onun müziği denemekten, bir süre farklı algılanmaktan korkmayan, geleneklerden de öğrenip sürekli yenilikler deneyen çağdaş sanatçının da haberci sesiydi bana göre. Miles Davis otobiyografisinde ‘Coleman just came and fucked up everybody’ diye yazmıştı. John Coltrane ise daha ılımlı yaklaşıyordu serbest caza. Davis de daha sonra ilk tepkisini yumuşattı ve serbest caz ögelerini kendi müziğinde kullanmaya başladı (bu bölüm için ‘free form jazz and a relation to modern art’ internet kaynağı ve ‘two steps Ahead of Century: jazz’ yazarı sharon jordan, makalelerini de tavsiye ediyorum).
Yazılarıyla ve teorik müdahaleleriyle postmodern sanata çerçeve çizen Jacques Derrida Fransa’da vereceği bir konser öncesinde Ornette Colemann ile sahnede bir mülakat yaptı.
Coleman’ın aksine Derrida doğaçlama yapmanın mümkün olmadığını düşünüyordu. Postmodern sanatçılar gibi geçmişi ret etmeden geçmişteki yapılardan alıntılar yapılarak yüründüğü düşünüyor, bu metinler arası bağlantılara benzeyen yapısal etkilenmelerin önemli olduğunun görülmesini istiyordu. Doğaçlama mümkün olmasa da caz sanatçısının mümkün olmayanla çalışarak içinden mümkün olanı çıkarabildiğini de söyledi Derrida.
Coleman da geçmişten gelen yapıların etkilerini kabul ederek ve bu etkilerden öğrenerek yapılan müziğin yepyeni olanı bulabileceğini düşünüyordu. Bunun da çağdaş sanatçının geçmişe yönelik tavrına ne kadar benzediği de bariz bence.
Derrida’nın konuşması doğaçlamanın dünyası ve metinler arası bağlantılar içinde yeniyi aramanın koşulları üzerine yapılan çok önemli bir konuşmaydı, ama seyirci Coleman konseri için sabırsızlandığından konuşma yeterince süremedi.
(bu yazıyı yazarken Critical studies on improvisation dergisinde ‘Derrida Interviews Coleman: A Deconstructive take on relationships between jazz and writing’ çalışmasından çok yararlandım. Ayrıca bu konuda ‘Derrida, Coleman, Improvisation’ yazar Reagan Mİtchell, journal of Curriculum Theorising vol.32 no.3.2018, ve Pro-session. Prime Time for harmolodics’ Downbeat 54-55 de mutlaka dikkatle okunmalı. Jackson Pollock’un cazla ilişkisini daha iyi anlamak için ünlü caz eleştirmeni Nat Hentoff’un Wall Street Journal Feb.19 , 1999’da yayınlanan ‘jacson Pallock’s Jazz’ başlıklı makalesine de bakılabilir).