Venezüella’da demokrasi mücadelesi

14 Aralık 2024

Geçen hafta Leopoldo López’in Stanford Üniversitesi’ndeki konuşmasını dinleyebildim. Lopez Venezüella muhalif direniş lideri ve demokrasi aktivisti. 

Bir siyasi lideri tasvir için kullanılan bu terimler bile Türkiye için yabancı aslında. Bizde muhaliflik genel geçer kabul görmüştür elbette. Ama direniş liderliği ya da demokrasi aktivistliği benim hatırlayabildiğim kimseler için kullanılan bir tanım ya da paye değil. Özellikle kimselerin başını ağrıtmak istemiyorsanız bu terimlerle onları tanımlamaktan kaçınırsınız. 

Oysa demokrasi olmayan ortamlarda muhalif olup da direnmiyor olmak akla yatan bir duruş olmasa gerektir. Ya da demokrasi olamayan ortamlarda muhalif olunacak ancak demokrasi aktivistliği yapılmayacak yani daha çok ve aktif demokrasi için siyaset yapılmayacaksa, bu da pek akla yatkın olmasa gerektir. 

Demokrasi nedir ki ekmek ya da su gibi daha çoğu ya da azı olsun denebilir. Oysa sosyal bilimler için demokrasiyi ölçüp onun azını ya da çoğunu ortaya koyma geleneği oldukça eskidir. Yani sosyal bilimciler için demokrasi ekmek ve su gibi azlığı çokluğu ölçülebilir bir kavramdır. Çin’de demokrasi azdır. Danimarka ya da Yunanistan’da daha çoktur. 

Elbette denebilir ki lider tanımlarına yönelik bu yaklaşım bize uymaz çünkü biz demokrasi olmayan bir ülke değiliz. Yani muhalif direniş ve demokrasi aktivistliği için Türkiye’de herhangi bir toplumsal temel yoktur. 

Yani klasik Ege sahillerindeki Yunan şehirlerinden bu yana demokrasi geleneğinin çağdaş yaşayan temsilcilerinden biri olarak Türkiye Cumhuriyeti demokratik rejimidir. Bu iddia kulağa hoş geliyor şüphesiz. 

İran ve Suriye gibi komşuların yanı başında Türkiye bir demokrasi abidesi gibi durabilir elbette. Ama kendimize coğrafi değil de kavramsal komşular seçip onların demokratik kriterlerine baktığımızda bu iddiaya kim gönül rahatlığıyla inanabiliyor bugünün Türkiye’sinde? 

İddialara inanan kesimin büyüklüğü elbette iddianın haklılığına dair nihai karar kriterlerinden biri olamaz. Burada demokrasi nedir, neresi demokrasidir, neresi değildir tartışmasına girmeyeceğim. Okurların karşı karşıya oldukları zorluğu biraz azaltıp kendi kanaatimce Türkiye’nin kabul edilebilir bir demokrasi olmadığı noktasından başlayarak Leopold Lopez’in konuşmasının bana hissettirdiklerini aktarmaya çalışacağım. 

Leopoldo Lopez her ne kadar ayrıcalıklı bir ailevi geçmişe sahip olsa da takım elbiseyle değildi. Sıradan vatandaş gibi; kısa boylu, göbeksiz, saçları yeni aklanan genç bir adam. İngilizce ana lisanı değil ama kendini gayet akıcı şekilde ifade edebiliyor. Kendisini dinleyen sanırım 60-70 kişiden benim gibi İspanyolca konuşmayan birkaç kişiye rağmen konuşmasını baştan sona İngilizce yaptı. Genç öğrencilerin İspanyolca bir iki sorusuna bile İngilizce cevap verdi. Derdini herkese her yerde anlatabilmek için bu lisan hakimiyeti büyük bir avantaj.

Dinleyenlerin vücut diline ben ondan daha çok odaklanabildim sanıyorum. Konuşması sırasında pek çok genç başları ve vücutlarıyla söylediklerini onaylıyor, destekliyorlardı. Bir genç liderin akademik bir ortamdaki konuşmasına mırıltı ve vücut diliyle destek veren gençlerin varlığının ne kadar etkileyici olduğunu anlatmam zor. O genç zihinlerin ve vücutlarının enerjisini o lidere destek verirken hissetmek çok etkileyici. İspanyolca sorulan soruların enerjisi ve soruyu sorana da vücut dili ve onay sesleriyle verilen destek de beni duygulandırdı.

Leopoldo Lopez’in iyi bir hatip olduğunu düşünüyorum. Ancak Stanford Üniversitesi’nin bu mütevazi toplantı odası onun tüm potansiyelini kullanabileceği bir ortam da değildi aslında. Lopez kişisel olarak yaşadığı zorluklar ve vermekte olduğu mücadeleyi çok detaya girmeden özetledi. Ana amacı kendi mücadelesinden çok bu mücadelenin nihai amacını ortaya koymak ve ona destek bulmak idi. 

Bu noktada soru cevap kısmında eleştiri de aldı. Geçmişte ordu içinde değişik gruplarla işbirliği içine girmiş olması eleştirildi. Bu eleştiri gayet detaylı ve kuvvetli bir şekilde dile getirilince ben hayal kırıklığına uğrayacağımdan korktum. Ama öyle olmadı. Lopez kendinden emin bir şekilde demokratik olmayan bir rejime karşı mücadelede ordu içindeki unsurlarla iş birliğine girmesini demokrasi için gerekli bir strateji olarak savundu. Bu argümanı alkış almadı. Dinleyenler ne kadar ikna oldular bilmem zor. Ama oradaki grup içinden kimsenin de itirazını duymadım.

Lopez’in aklımda kalan en önemli argümanı Venezüella’nın muhalif mücadelesinin bölünmüş, kutuplaşmış bir mücadele olmadığı yönünde söyledikleriydi. “Biz parçalanmış bir muhalefet değiliz. Tam tersine demokrasi için tüm farklılıklarımızla birleşmiş bir muhalefetiz” diyordu. Bunu söylerken heyecanı biraz daha artmıştı. Kendini dinleyenler içinde aynı muhalif grubun farklı kanatlarından gençlerin olduğunu mutlaka biliyordu. Ama tüm heyecanıyla “biz parçalanmış değil tam aksine demokrasi için birleşmiş bir muhalefetiz!” derken sesi yükseldi.

Bu tanımadığım ve ismini de bu toplantıda duyduğum genç lider benim de vücut dilimi yanına çekiverdi. Herhangi bir ortamda kendi yolunda yürüyen bir demokrasi lideri olarak Lopez hepimizi yanına alabildi. Yıllarını hücre hapsinde geçirmiş ve sonra Maduro rejiminden İspanya’ya kaçarak muhalefetini sürdürmüş ufak tefek, tüm konuşmasını ayakta tamamlayan genç adam zayıf ve kırılgan bir yanını da itiraf etti: “Aslında hastalıklı bir yönüm var ve her zaman çok iyimserimdir… aksi takdirde her sabah yataktan dinç bir şekilde kalkıp mücadeleye devam etmek imkansız!”

Evet, ayrıcalıklı bir aile çocuğu belki Lopez. Ancak ülkesinin genç lider kadrosuna hitap edebiliyor. Bence daha önemlisi demokrasi için mücadelenin bir prensipler mücadelesi olduğunun farkında. Bu açıdan farklılıkların demokrasiye geçiş için arka planda bırakılması gerektiğini en kuvvetli şekilde dile getiriyor. Demokrasinin yeniden inşası için nasıl bir birliktelik ve liderlik ihtiyacı olduğunu da net bir şekilde ortaya koyuyor. 

Son seçimlerin açıkça ortaya koyduğu Maduro rejiminin artık popüler bir destek tabanının son derece zayıflamış olduğudur. Sonuç olarak da seçimleri kaybetmiş olan rejimin muhalifleri sindirmek için gitgide artan bir şiddet uygulamakta olduğu gözleniyor. Ekim sonu rejim tarafından kaçırılan muhalif Edwin Santos yol kenarında ölü bulundu. Daha geçen gün genç aktivistlerden Jesus Armas da Venezüella rejimi tarafından kaçırıldı. Muhalif lider María Corina Machado ise halen kamusal alanda değil ve saklanıyor. 

Venezüella’nın Maduro rejimine karşı mücadelesi tüm demokrasi mücadeleleri için örnek ve önemli bir mücadele. Bu rejimin ayakta kalması sadece şiddetle değil aynı zamanda uluslararası alanda demokratik olmayan Rusya, Küba, Çin ve İran gibi rejimlerin sağlamakta oldukları destekle mümkün olabiliyor. 

Meşruiyetini yitirmiş olan Maduro rejiminin uluslararası arenadaki tüm desteğinin kesilmesi son derece önemlidir. Türkiye’de demokrasinin geleceği için de Venezüella’daki demokrasi mücadelesi tecrübesinin iyi değerlendirilmesi gerekir.

Ali Çarkoğlu, Koç Üniversitesi öğretim üyesi.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.