Duyguların polisiyesi Acının Sessiz Çığlığı: Melankolik dedektif Ricciardi

13 Ocak 2025

Komiser Ricciardi serisinin ilk kitabı 'Acının Sessiz Çığlığı'nda İtalyan yazar Maurizio De Giovanni, 1930'lar İtalya'sında tenor Arnaldo Vezzi cinayeti üzerinden zamanın, mekanın ve duyguların polisiye için ne denli önemli olduğunu kanıtlıyor.

İtalyan yazar Maurizio De Giovanni, Komiser Ricciardi serisinin ilk kitabı ‘Acının Sessiz Çığlığı’nda, ölülerin acılarına duyarlı bir dedektifin yürüttüğü bir soruşturmayı anlatıyor. Suç örgüsü kadar roman kişileri ve tarihsel/toplumsal atmosferiyle de ilgi çekici bir polisiye.

Maurizio De Giovanni, 1958 yılında Napoli’de dünyaya gelmişti. Edebiyat hayatına 2005 yılında polisiye/gerilim türündeki bir yarışmaya katılarak adım attı. Hikayesinin kahramanı Komiser Ricciardi’ydi ve aynı yıl yayımlanan ‘Le lacrime del pagliaccio / Palyaço’nun Gözyaşları’ romanına da esin kaynağı olmuştu. Kitap De Giovanni’ye görünürlük sağlayacakı. Kitabın yayın haklarını satın alan İtalya’nın en büyük yayınevlerinden Einaudi yeniden basımını ‘Acının Sessiz Çığlığı – Komiser Ricciardi’nin Kışı’ adıyla yaptığında roman ve kahramanı okuyucular tarafından ciddi bir ilgiyle karşılandı. Maurizio De Giovanni’nin izleyeceği yol belli olmuştu. Art arda yazdığı Komiser Ricciardi maceralarına farklı polisiye seriler de ekledi. Kitapları başta İngilizce, İspanyolca, Katalanca, Fransızca ve Almanca olmak üzere pek çok dile çevrildi. Komiser Ricciardi ve bir diğer polisiye serisi olan ‘Pizzofalcone Piçleri’ televizyona uyarlandı. Maurizio De Giovanni, polisiye yazarlığındaki başarısını tiyatro alanında da sürdürdü.

Operada cinayet

‘Acının Sessiz Çığlığı’, Napoli’de, kış soğuğunun etkisini sürdürdüğü mart ayında başlıyor. Yıl 1931. Napoli’nin dünyaca ünlü tiyatro binası San Carlo’da işlenen cinayet nedeniyle karşılaşıyoruz Komiser Ricciadri ile:

“Luigi Alfredo Ricciardi, Napoli il emniyetinde komiserdi. Otuz bir yaşındaydı, içinde bulunduğu yüzyılla aynı yaştaydı; faşist dönem başlayalı dokuz yıl olmuştu (…) Orta boylu, zayıf biriydi. Teni esmer, yeşil gözleri dikkat çekiciydi; arkaya doğru taranmış ve briyantinle düzeltilmiş siyah saçlarının bir tutamı kimi zaman alnına dökülürdü (…) Burnu düz ve inceydi, tıpkı dudakları gibi. Elleri küçük, neredeyse kadınsıydı; gergin ve sürekli hareket halindeydi.”

Aslında üst orta sınıfa mensup. Hiç hatırlamadığı babası Malomonteli Baron Ricciardi’den kalan miras sayesinde çalışmadan da hayatını sürdürebilecek durumda ama yaptığı iş acılarla dolu ruhunu bir nebze olsun dinlendiriyor. Her daim barış ve adaleti arayan kişiliği ile hukuk fakültesini bitiren Ricciardi, yükünü hafifletmenin tek yolu olarak seçmiş dedektiflik mesleğini; “Yaşayanların dünyasında ölüleri defnetmek için”.

Ne var ki kendi hayaletleri ile boğuşmayı sürdürüyor. Hiç arkadaşı yok, sevgilisi yok, sosyal yaşantısı yok. Annesini genç yaşta kaybetmenin acısını üzerinden hala atamayan Komiser, aileden kalma evinde yaşlı dadısı Rosa ile yaşıyor.

Ricciardi olay mahalline vardığında olayın boyutlarının beklediğinden çok daha büyük olduğunu farkedecektir. Zira maktül faşist diktatör Duçe’nin hem en beğendiği sanatçı hem de yakın dostu da olan büyük tenor Arnaldo Vezzi’dir. Sahne sırasını beklediği soyunma odasında, boğazı kırık bir ayna parçası ile kesilerek öldürülmüştür. Rolü gereği giydiği palyaço kostümü ve makyajıyla tuhaf bir görünüm arzeden adamın hayaleti Komiser Ricciardi’ye bir şeyler söyler gibidir:

“Ricciardi, yumuşak bir sesle şarkı söylediğini duydu (…) döndü ve kırık aynanın pervazıvla duvar arasındaki köşede Arnaldo Vezzi’nin dizlerinin hafifçe eğilmiş ama yine de ayakta duran görüntüsünü gördü. Yüzü makyajla kaplı, ağzı gülen palyaçonunki gibiydi. Gözlerde sahte yaşlar, yanaklarından süzülen gerçek gözyaları. Avuç içi görünen sağ eli sanki birini itmek istercesine öne doğru uzanıyor; kalbin durmak üzereyken pompaladığı yoğun kan, boynunun sağ tarafındaki yarıktan dışarı doğru fışkırıyordu.”

Soruşturmaya girişen Ricciardi, tanıkların ifadelerine başvurarak önce kurbanın kişiliğini anlamaya çalışır. Huysuz, narsist, bilhassa evli kadınlara düşkün, bencil ve öfke dolu bir insandır Vezzi. Opera dünyasında hemen herkesle kavgalı bu adamı öldürmek isteyeceklerin sayısı hiç de az değildir. Araştırmasını sürdüren Ricciardi, birbiriyle örtüşen fotoğraflar ve anılar arasında Vezzi’nin hayatına nüfuz edecek, her dinamiğinin ardındaki duyguyu deşifre etmeye çalışacak, tenorun ve yakın çevresinin hikayesini yeniden yazacak, aklın ve sezgilerin onu götürdüğü yerde sonuca ulaşacaktır.

Duygu insanı

Komiser Ricciardi’den aynı adı taşıyan TV dizisi sayesinde haberim olmuştu. İlk sezonunu beğenmiştim. Şimdi romanla karşılaştırdığımda -her ne kadar Ricciardi’nin hayatına giren kadınlara ve romantizme çok daha fazla yer verse bile- Napoli kentinin mimarisinin güzelliğini iyi değerlendiren TV dizisinin başarılı bir uyarlama olduğunu söyleyebilirim. Ancak iş polisiye yanına geldiğinde kitabın diziye bariz bir üstünlüğü var. Özellikle 2. sezonda polisiyeden ziyade dizide rol alan kahramanların bireysel hayatlarının öne çıkması polisiye tadını biraz yavanlaştırmış.

10Haber sitesinde yayımlanan Andrea Camilleri ile ilgili yazımda İtalyan polisiyelerinin tarihi gelişiminden söz etmiş ve İtalya’da polisiyelerin siyasi ve toplumsal açısından önemli bir rol yüklendiklerini belirtmiştim. Kısacası güçlü bir geleneğe sahiptir İtalyan polisiye edebiyatı.  Maurizio De Giovanni’nin de bu mirası sahiplendiğini görüyoruz. Ricciardi serisinin tarihsel arka planının 1930’ların başına yani faşizmin yükselişe geçtiği döneme yerleştirilmesi rastgele bir tercih değil. Tarihsel bir hesaplaşması, İtalya’nın bugünü ile geçmiş arasında bir köprü kurma arzusu var.

Ama elbette tarihsel bir roman olarak nitelemiyoruz ‘Acının Sessiz Çığlığı’nı. Romana doyurucu bir önsözle katkıda bulunan Bülent Akyıldız’ın da belirttiği üzere Maurizio De Giovanni polisiye kurguyu tarihle oldukça iyi harmanlıyor: “Napolili yazar, tarihsel yapıyı polisiye kurgunun bir parçası olarak kullanır. Bir yandan polisiye bir macerayı işlerken, diğer yandan söz konusu operaları derinlemesine anlatır, okurlarına toplum-tarih ve polisiyenin iç içe geçtiği oldukça ilginç bir bulmaca sunar.”

Polisiyenin kalıplarını titizlikle izliyor

Cinayetin kilitli bir odada işlenmesi, yani imkansız gibi görünmesi, katilin kimliğinin son ana dek ortaya çıkmayışı, muammanın operaların konularıyla paralelliği, adli tabip ve yardımcı komiser gibi yan karakterleri ve en nihayetinde karizmatik -ve elbette yalnız- dedektif tiplemesiyle ‘Acının Sessiz Çığlığı’, polisiye kalıplarını titizlikle izliyor.

Bir seri halinde yazılan polisiyeler sayesinde -ünleri yazarlarını bile gölgede bırakan-pek çok unutulmaz dedektif tipine tanıklık ettik; Sherlock Holmes, Hercule Poirot, Philip Marlow, Maigret, Martin Beck, daha yakınlarda Montalbano, Brunetti, Kurt Wallander ve niceleri ilginç kişilikleri ve muammayı çözme becerileriyle hayatımıza renk kattılar. Pek çok ortak noktaları bulunabilir ama hepsinin ayırt edici bir özelliği mutlaka vardı. Komiser Ricciardi’nin kendine haz özelliği melankolisi.  O, yaşayanların ve ölülerin dünyası arasında parçalanmış bir adam – hem bir tanık, hem de dünyanın acılarını yüklenmiş bir kurban. Ona verilmiş hediye aynı zamanda lanetti; şiddete maruz kalmış ölülerin ruhlarını görüyor Ricciardi. Ancak bu hikayeye mistik bir boyut katmıyor, psikolojik bir motif, gelişmiş bir empati duygusu gibi yerleşiyor Ricciardi’nin kişiliğine. Acıyı hissediyor ve adaleti arıyor. Şöyle diyecektir bir repliğinde; “Kadere inanmam. İnsanlara ve onların duygularına inanırım. Aşka, nefrete, açlığa inanırım. Bilhassa da acıya.”

Kısacası, tepeden tırnağa rasyonel aklın temsilcileri olan Holmes ya da Poirot gibi meslektaşlarının aksine tepeden tırnağa duyguların insanıdır Ricciardi. Olayların muhtemel akışı olayların detaylarından ziyade duygularda netlik kazanır. Karşılaştığı duyguları bir şemaya, bir duygular haritasına dönüştürür; “Gerçekler sayesinde  anlayabildiklerinden, sorgulanan kişilerin duygularından, etraftakilerin insanların şaşkınlığından ve korkusundan. Daha sonra kurbanın ruhunu anlamaya çalışır: Hem aydınlık hem de karanlık yönlerini; onu tanıyanların sözlerinden ve ifadelerinden”. Tanıkları ise dinlemekten çok hissetmeye çalışır; “Konuşan kişinin tutumunu, ifadesini, tutkusunu. ortaya çıkan duyguyu, bilhassa derinlerde yer alan duyguları belleğine kaydeder”. Sözcükler ile duygular arasındaki uyumsuzluk ve ahenksizlikten bulup çıkaracaktır onu çözüme götürecek ipuçlarını…

Maurizio De Giovanni, ‘Acının Sessiz Çığlığı’nda zamanın, mekanın ve duyguların bir polisiye için ne denli önemli olduğunu  kanıtlıyor. Okumanızı, mümkünse izleyip karşılaştırma yapmanızı önereceğim bir dizi…

Acının Sessiz Çığlığı –
Komiser Ricciardi’nin Kışı
Maurizio De Giovanni
Çeviren: Nilay Kanarya
İletişim yayınları, 2024
polisiye, 239 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.