Usta yazar Nedim Gürsel'in 1960'lardan 80'lere 30 yıl boyunca Paris’ten annesine gönderdiği mektuplardan oluşan 'Kavuşmak Hayal Oldu', genç bir yazarın olduğu kadar tarihsel, toplumsal koşullarıyla bir dönemin de portresini sunuyor.
YİĞİT UYSAL
‘Kavuşmak Hayal Oldu – Anneme Mektuplar’, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Nedim Gürsel’in ergenlik yıllarından itibaren annesine yazdığı mektupları bir araya getiren ve bir dönemin tarihsel, toplumsal koşullarına ışık tutan çok önemli bir kitap.
Nedim Gürsel’in, eğitimci ve çevirmen annesi Leyla Gürsel’e yazdığı mektuplar hem ‘yazarın genç bir adam olarak portresi’ni çiziyor hem de dönemin Babıâli’sini şekillendiren koşulları ortaya seriyor. Nedim Gürsel’in mektuplarında ünlü Babıâli Yokuşu’nu kimler tırmanmıyor ki? Selim İleri, Yaşar Kemal, Leyla Erbil, Memet Fuat, Füruzan, Demir Özlü… Babıâli çekişmeleri, rekabetler, dedikodular, sürgünde dayanışma, askeri darbeler, kelimelerin peşinden geçen ömürler.
Ana oğul ilişkisi, yazar oğul-çevirmen anne olunca farklılaşıyor mu, nasıl?
Elbette bir farklılık söz konusu. Çünkü paylaşılan yalnızca sevgi değil, aynı zamanda bir uğraş. Annem Leyla Gürsel, matematik öğretmeniydi. Ama edebiyata çok meraklıydı. Babam Orhan Gürsel’in genç yaşta ölümünden sonra onun yarım bıraktığı işini yani Fransızcadan çevirmenliği sürdürdü. Ve benim yazar olabilmem için büyük fedakarlıklarda bulundu. Annemle yalnızca çocukluğumun güzel anlarını değil, yazarlık hayallerimi de paylaştığım için mutluyum.
Nedim Gürsel’in yazar olarak yetişmesinde Leyla Gürsel’in payı nedir?
Çok önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Annem beni hiçbir zaman yazar olmam için zorlamadı. Ama çok küçük yaştan beri, 9 yaşından beri, yazdıklarımı da her zaman önemsedi ve beni cesaretlendirdi. Ona bu yönden çok şey borçluyum fakat şunu da belirtmek gerekiyor: Anne babanın tavsiyesi ya da zorlamasıyla yazar olunmaz. Her koyunun kendi bacağından asıldığı gibi yazar da kendi yolunu çizer ve kendi özgün üslubunu yaratmaya çalışır.
‘Kavuşmak Hayal Oldu’ adı elbette sizin sürgünlüğünüzü de getiriyor akla. Sürgün olmak nasıl bir deneyim? Ve sanki sılayla en önemli bağınız anneniz gibi?
Önce zorunlu sonra gönüllü sürgünü yaşadım. Türkiye’ye dönemediğim zamanlar oldu. Yalnızca kitap yazdığım için askeri yargıçlar da dahil kendimi dört kez yargıç karşısında buldum. Bu ne yazık ki günümüzde de devam ediyor. Yazarlar ve sanatçılar yönünden. Bu kitabımdan da anlaşılacağı gibi Türk edebiyatını ve siyasetini Paris’ten izlememde annemin çok yardımını gördüm. O her zaman bana ısrarla istediğim dergileri, gazeteleri, kitapları göndermeye hiç üşenmedi. Sürgün bana hem çok şey kattı hem de bazı şeyler aldı. Ana dilime bağlı kaldım. Yarım yüzyıla yakın süredir Paris’te yaşamama karşın akademik çalışmalarımın dışında Fransızca yazmadım. Yani romanlarımı, öykülerimi, gezi yazılarımı Türkçe yazdım. Fransızcaya ve başka dillere çevrildiler. Dolayısıyla kaybettiğim yurdumu, dilimi kök salarak bir ölçüde yeniden bulmaya, kazanmaya çaba gösterdim.
O dönemin Babıâli’sine bugünden baktığınızda ne görüyorsunuz?
O dönem görsel medyanın ve dijital ortamın böylesine gelişmiş olmadığı bir dönemdi. Bütün yayınevleri ve gazeteler birkaç istisnanın dışında Cağaloğlu’ndaydılar. İlk öykülerimi dergilerde yayımlatmak için delikanlılık yıllarımda Babıali Yokuşu’nu az tırmanmadım. İlk öyküm 1967 yılında dönemin kalburüstü dergilerinden Yeni Ufuklar’da Vedat Günyol tarafından yayımlandı. Adı: ‘Yolculuk’tu. Sonradan yolculuğun, varoluşumun bir parçası olacağını o gün bilmiyordum elbette. Babıâli deyince üzerimde büyün emeği olan Mehmet Fuat’ı ve bana her zaman destek olan sevgili Doğan Hızlan’ı anmadan geçmeyelim.
Bir yerde Gorki’nin ‘Ana’ romanındaki anne karakterine benzetiyorsunuz annenizi. Biraz açar mısınız?
‘Kavuşmak Hayal Oldu’ kitabım 30 yıl boyunca Paris’ten anneme gönderdiğim mektuplardan oluşuyor. Ama annemle ilişkimi anlattığım bir bölüm de var. O bölümde yazar anne ilişkisini ele alan birkaç kitaptan da söz ettim. Bu kitaplar arasında Gorki’nin ‘Ana’ adlı yapıtına da değindim. Ve annemi romanın kahramanı, Pelageya Nizovna ile karşılaştırdım. O da annem Leyla Gürsel gibi çocuğunun başına siyasi duruşu nedeniyle bazı belalar gelmesinden korkan bir roman karakteri. Annemse aynı korkuyu taşıyan ama gerçekten yaşamış bir insan.