Yunanistan’ın dağlık antik kenti Delphi’de, bu yılın ekonomik forumunda Çin-ABD ticaret savaşları, enerji güvenliği ve küresel bağlantılar üzerine konuşurken, Amerikalı bir gazeteci mikrofonu uzatıp sordu:
“Sayın Öğütçü, Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik sımsıcak övgülerini nasıl okumalıyız?”
Soru yerindeydi.
Çünkü bu övgüler beni düşündürüyor. Hatta açık konuşayım: Kaygılandırıyor.
Trump’ın, Erdoğan’a duyduğu “karşılıklı büyük sevgi”den, “güçlü lider” ve “iş bitirici” gibi ifadelerle süslediği methiyeleri, ilk bakışta iki ülke arasındaki buzları çözen bir jest gibi görünebilir. Keşke öyle olsaydı. Keşke bu sözler, stratejik ortaklığın yeniden dirilmesinin ve eşitlikçi bir işbirliğinin habercisi olsaydı.
Ama ne yazık ki, bu övgülerin geçmişteki bağlamını hatırladığınızda, insan ister istemez “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” diye sormadan edemiyor.
Hatırlayın… Trump, ilk dönem başkanlığı döneminde Türkiye ekonomisini “mahvetmekle” tehdit etmiş, Erdoğan’a gönderdiği diplomatik teamülleri yerle bir eden mektupla dünya siyasetinde nadir görülen bir diplomatik kabalığa imza atmıştı. “Aptallık etme” gibi küçültücü ifadeler, bir NATO müttefikine değil, bir düşmana yazılır türdendi.
Şimdi aynı Trump’ın, Erdoğan’a övgüler dizmesi, tabiri caizse bir “U dönüşü” gibi görünüyor. Ama belki de bu sadece yön değil, yöntem değişikliği.
Çünkü övgü de bazen bir tür kuşatmadır.
Bu durum sadece diplomasiyle sınırlı değil. Türkiye iç siyasetinde de benzer bir tabloya rastlıyoruz. Bir dönem sistem karşıtı pozisyonlarda olan isimlerin, sistemle uzlaştıktan sonra methiyelerle anılması tesadüf değildir. Toplumun hafızasında yer eden bir refleks vardır:
“Kim övülüyorsa, neden övüldüğüne dikkat et.”
Çünkü bizim topraklarımızda övgü, çoğu zaman bağımsızlığın değil, uyumun ödülüdür.
Gerçekten ilkeli ve cesur duranlar, sistemin ya dışında bırakılır ya da sessizlikle geçiştirilir. Ama sistemle barışanlar, hızlıca “makbul” ilan edilir. Aynı olgu iş dünyasında da geçerlidir. Zamanında devletle mesafeli duran, yenilikçi ve aykırı duran girişimciler, sisteme entegre olduklarında alkışlanmaya başlar. Ama bu alkış, onların bağımsız ruhuna değil, “terbiye edilmiş” olmalarına yöneliktir.
Trump’ın Erdoğan’a yönelttiği “çok güçlü lider” tanımı, aslında bir övgüden çok daha fazlası olabilir. Belki de Trump, Türkiye’yi artık “yönetilebilir”, “öngörülebilir” bir ortak olarak görmek istiyor. Bir zamanlar tehdit olarak algılanan pozisyonumuz, şimdi kontrollü bir bölgesel güç rolüne indirgenmiş olabilir, Trump ve arkasındaki güçlü koalisyonun yeni dünya düzeni tasarımında.
Unutmayalım: Uluslararası ilişkilerde her övgünün bir faturası, her tebessümün gizli bir gündemi vardır.
Trump’ın bu “şekerli” dili, bir strateji olabilir. Çünkü onun diplomasisi, geleneksel müttefikliğe değil, pazarlık gücüne dayanır. Ve Erdoğan’ın güçlü lider imajı, Trump’ın pazarlık masasında sevdiği bir figürdür: Sözünü esirgemeyen, karizmatik ama nihai analizde anlaşmaya açık bir muhatap.
Fidel Castro’ya atfedilen veciz (ama afedersiniz kaba) bir söz tam burada anlam kazanıyor:
“Düşmanın seni övüyorsa, ortada bir puştluk vardır.”
Bu sadece devrimci bir uyarı değil, siyasal psikolojinin altın kuralıdır.
Bir zamanlar sizi tehdit eden biri, bir sabah övgü dolu sözlerle karşınıza çıkıyorsa, ya artık sizinle işi bitmiştir ya da sizin üzerinizden yeni bir oyun kuruyordur.
Uluslararası ilişkilerde de bu kuralın geçerliliği tartışılmaz. Ama aynı şey şahsi ilişkilerde de geçerli değil mi? Size yıllarca mesafeli duran biri, birden size methiyeler düzüyorsa, dikkatli olun. O artık sizi rakip görmüyor olabilir.
Türkiye, son yıllarda Batı için ne tam bir müttefik ne de açık bir rakip konumunda. Daha çok, “sisteme entegre ama bağımlı”, “güçlü ama yönlendirilebilir” bir figür gibi.
Trump’ın övgüsü de bunu simgeliyor olabilir.
“Türkiye bizim kurallarımızla oynamaya başladı, artık takdir edebiliriz” deme biçimi…
Zelenski’ye baskı, Macron’un aşağılanması, AB’nin devre dışı bırakılması gibi örneklerle birlikte düşünüldüğünde, Erdoğan’a yönelen övgülerin de bir bağlamı var. Bu bağlam, Türkiye’nin bölgesel etkisinin Washington’un dizaynına uygun bir şekilde “ayarlı” hale getirilmesi.
Sonuç olarak, alkışlar geçici, ilkeler ve menfaatler kalıcıdır.
Bir lideri, bir girişimciyi, bir düşünce insanını güçlü kılan; aldığı övgüler değil, vazgeçmedikleridir.
Trump ve Erdoğan arasındaki bu sıcak mesaj trafiği, belki yeni bir dönemin işaretidir. Ama bu dönemin niteliğini belirleyecek olan, övgülerin niceliği değil, satır aralarındaki niyettir.
Türkiye’nin geleceği, methiyelerle değil, kendi değerlerine ve Avrupa Birliği, Çin, Rusya ve Israil’inde hesaba katacak stratejik ulusal menfaatlerine sadık kalarak çizilir.
23 Nisan 2025 - Çin: Artık Bir “Köylüler Toplumu” Değil, Küresel Bir Süper Güç – Stratejik Dersler
22 Nisan 2025 - Lider Dediğin Saksıda Yetişmiyor
21 Nisan 2025 - Kölelik Bitti mi, Yoksa Sadece Adını mı Değiştirdi?
20 Nisan 2025 - ABD Yalnızlığa İtilecek Bu Gidişle
19 Nisan 2025 - Kendini Memnun Etmeden Başkalarını Memnun Etmek Mümkün Mü?