Her yıl yeni bir yıla girerken kendime küçük ama anlamlı bir alan açıyorum. Tüm işlerime bir süre ara verip bir haftalık bir detoks programına giriyorum. Bunu kilo vermek için değil, bedenimle yeniden temas kurmak ruhumu dinlendirmek için yapıyorum.
Tartının sayılarıyla değil, sabah aynaya baktığımda yüzümdeki ifadeyi önemsiyorum. Kendime zaman ayırmak çok iyi geliyor.
Bu yılki detoksu da evde, beslenme uzmanı Ebru Çatak’ın önerileriyle, sade ve dikkatli bir çerçevede geçirdim. Onun yaklaşımını uzun zamandır önemsiyorum; çünkü “hızlı sonuç” vaadinden özellikle kaçınıyor. Detoksu bir arınma ya da cezalandırma pratiği olarak değil, bedenle yeniden ilişki kurma süreci olarak tanımlıyor. Bu bakış, yeni yıl kararlarının çoğunun neden daha Şubat gelmeden çöktüğünü de açıklıyor.

Son yıllarda beslenme bilimi ve davranış araştırmaları ortak bir noktada buluşuyor: Kilo meselesi, kalori hesabından çok daha fazlası. Yeme davranışı; stres, değerler, aidiyet, ödül ve suçluluk duygularıyla iç içe ilerliyor. Bu nedenle yalnızca “ne yediğimiz” değil, neden yediğimiz de çok belirleyici.
Bu noktada Dr. John Demartini’nin “değerler hiyerarşisi” yaklaşımı neden insanların aldığı kararları bir süre sonra neden unuttuklarına açıklayıcı bir çerçeve sunuyor.
Dr. Demartini’ye göre insan, hayatında en üstte konumlandırdığı değerlere göre davranıyor. Motive oluyor ya da motivasyonunu kaybediyor . Eğer sağlık, canlılık ve uzun vadeli iyilik hali sizin değerler zinciriniz içinde değilse ve konforun, ertelemenin ve anlık hazların altında kalıyorsa, beden de buna uygun cevap veriyor.
Benim kişisel gözlemim de bu yönde. Detoks haftalarında en büyük değişimi tartıda değil, karar anlarında yaşıyorum. Ne zaman “kendime bakmak” fikri bir zorunluluk olmaktan çıkıp bir saygı meselesine dönüşüyor, işte o zaman yeme düzeni de kalıcı biçimde değişiyor. Bu önemli; çünkü sürdürülebilir kilo kaybı, iradeden çok değerlerle ilgili.
Kendinize saygı değeriniz varsa ve kilonuz buna bir şekilde engel oluyorsa o kiloları vermeniz için motive olmanız çok da zor olmuyor.

Ebru Çatak’ın altını özellikle çizdiği bir nokta var: Detoks, metabolizmayı şaşırtmak için değil bedeni dinlemek için yapılır. Bu yüzden aşırı kısıtlayıcı listelerden, uzun açlıklardan ve “herkes için geçerli” şablonlardan uzak duruyor.
Bu yaklaşım, son yıllarda öne çıkan bilimsel eğilimlerle de örtüşüyor. Kısa süreli, farkındalık temelli beslenme molaları; uzun, sert ve sürdürülemez diyetlere kıyasla daha kalıcı davranış değişikliği yaratıyor. Çünkü beden, tehdit algıladığında değil, güvende hissettiğinde dönüşüyor. Bu neden önemli? Çünkü kilo vermek değil, kiloyu korumak asıl mesele.

Ebru Çatak’ın önerileri şunlar ;
1. Hedef değil, değer belirleyin. “Zayıflayacağım” yerine “bedenime saygı göstereceğim” demek, davranışı kökten değiştiriyor.
2. Kısa ama bilinçli süreler yeterlidir.
Bir hafta, doğru çerçeveyle çok şey öğretir.
3. Sabahları açlıkla değil, farkındalıkla başlayın.
Ilık su, hafif hareket ve acele etmeyen bir zihin.
4. Tartıyı merkeze koymayın.
Enerji, uyku ve sindirim; çok daha güvenilir göstergeler.
5. Yemeği düşman ilan etmeyin.
Yasaklanan her şey, zihinde büyür.
6.Yeni yıl kararlarını bedeninizle birlikte alın.
Sadece zihinle verilen kararlar çabuk yorulur.
7. Kendinize yüklenmeyin.
Değişim, suçlulukla değil anlayışla olur.
Yeni bir yıla girerken kendime sorduğum soru çok net; Bu bedende nasıl bir hayat yaşamak istiyorum?”
Cevap netleştiğinde, kilo meselesi çoğu zaman kendiliğinden çözülüyor. Çünkü beden, değerlerimizin bir aynası.

Yeni yıl hedefleri sadece bedenle sınırlı değil. Kariyer, ilişkiler, üretim, yaşam biçimi… Hepsi aynı temel soruya dayanıyor: Hayatımı neyin etrafında kuruyorum? Hayatında neleri daha fazla deneyimlemek istiyorum ?
Bu noktada şunu net biçimde söylemek gerekiyor: Hedefler, değerlerle hizalanmadığında kısa sürede yorucu bir yapılacaklar listesine dönüşüyor.
Davranış bilimi ve kişisel gelişim literatürü, kalıcı değişimin “daha çok istemekle” değil, “daha doğru yerden istemekle” mümkün olduğunu söylüyor. Yani bir hedef, günlük hayatın içine doğal olarak yerleşmiyorsa, büyük ihtimalle sizin gerçek önceliğiniz değildir.
Benim kendi hayatımda da bunu defalarca gözlemledim. Ne zaman hedeflerimi dış beklentilere, takvim baskısına ya da başkalarının hızına göre koydum; o hedefler ya yarım kaldı ya da beni daha da yordu. Ne zaman ki “Bu hedef beni nasıl bir insan yapıyor?” sorusunu merkeze aldım, ilerleme kendiliğinden geldi.
Yeni bir yıla girerken hedeflerinize ulaşmak için benim de işime yarayan birkaç öneriyi ekliyorum:

Büyük planlar yerine, hayatın içine yerleşebilen küçük ama tutarlı adımlar atın.
Zaman değil, enerji yönetimi yapın.
Günün hangi anlarında daha canlı, daha verimli olduğunuzu fark edin.
Hedefi kimliğe bağlayın.
“Bunu yapmalıyım” değil, “Ben böyle bir insanım” deyin.
Mükemmel başlangıçları değil, sürdürülebilir ritimleri seçin.
Hayat, istikrarı sever; ani sıçramaları değil.
Bu bakış açısıyla hedefler, yapılacaklar listesi olmaktan çıkıp bir yaşam pusulasına dönüşüyor. Tıpkı bedende olduğu gibi, hayatın tamamında da gerçek dönüşüm; baskıyla değil, hizalanmayla oluyor.