Gökbilimciler bir kara deliğin uyanışını ilk kez canlı canlı izlemiş olabilir
Bu hafta şimdiye kadar bulunan en büyük asal sayıyı (41 milyon basamaklı) merceğimize alıyor, tespit edilen ilk üçlü kara delik sisteminin anatomisini çıkarıyoruz. OpenAI'daki yaprak dökümü ve koku alamayanların çilesi de listemizde.
Herkese merhaba. Bu haftayı, daha doğrusu son birkaç ayı özetleyebileceğimi düşünmüyorum ama en azından bizler açısından nasıl geçtiğini çok iyi tasvir eden bir videoya denk geldim. O videoyu buradan izleyebilirsiniz. Şimdi haftanın kısa bilim özetini geçip bültenimize doğru yolculuğumuza çıkalım:
3,26 milyar yıl önce Dünya’ya Everest Dağı büyüklüğünde gök taşı çarptığında ne oldu? Cevabı bu haberimizde.
Bağışıklık hücrelerine dayanan CAR-T tedavisi bazı kanserlerde onaylanıp yüz güldüren sonuçlar verdi. Şimdi de lupus ve MS gibi otoimmün hastalıklarda umut vadediyor. Özgür Gökmen Çelenk, önümüzdeki yıllarda daha sık duyacağımız bu tedaviyi Prof. Dr. Derya Unutmaz’la konuştu.
Hayatımızın yaklaşık üçte birini uykuda geçiriyoruz. Ama eğer uykuya dalmakta zorlanıyorsanız, geceleri uykunuz sık sık bölünüyorsa ve kalkmanız gerekenden daha erken uyanıyorsanız alarm zilleri çalmalı çünkü beyniniz erken yaşlanıyor.
Bilgisayarınızın kontrolünü bir yapay zeka modeline devretmenin nasıl bir şey olacağını hayal ettiyseniz fırsat ayağınıza geldi: Anthropic’in Claude 3.5 Sonnet modeli artık bilgisayarda yapılacak en temel işleri yapabiliyor.
Son olarak benim için haftanın favorisi olan yazıyı buraya bırakıyorum: 14 yaşında bir çocuk, yapay zekayla sohbet ettikten sonra kendini öldürdü; annesi şimdi yapay zekadan davacı.
Artık bültenimize başlayabiliriz.
Normalde bilim insanları kara deliklerin başka cisimlerle çift olarak görülmesine alışık. Bu ikili sistemlerde kara deliğe bir yıldız, nötron yıldızı ya da başka bir kara delik eşlik edebiliyor. Nature dergisinde yayınlanan yeni çalışmada MIT ve Caltech fizikçileri, kara deliklerin oluşma teorisine meydan okuyacak üçlü kara delik sistemini ilk kez gözlemledi.
Yeni sistemde merkezi bir kara delik, her altı buçuk günde bir yakınındaki küçük yıldızı emiyor. Bu zaten çoğu ikili sistemde görülen bir şey. Şaşırtıcı olansa ikinci bir yıldızın çok daha uzak bir mesafeden kara deliğin etrafında dönmesi. Fizikçiler bu uzaktaki eşlikçinin her 70 bin yılda bir dönüşünü tamamladığını tahmin ediyor. Bu üçlü sistem Samanyolu’nda, Dünya’dan yaklaşık sekiz bin ışık yılı uzakta bulunan C404 Cygni.
Normal şartlarda yıldızlar ömürlerinin sonuna geldiğinde çekirdekteki yakıtı biter ve kendi kütleçekimine karşı koyamaz. Bu durumda çok parlak ve güçlü bir süpernova patlaması ortaya çıkar. Süpernovaların gücü çoğu zaman galaksilerdeki yıldızların parlaklığını aşarak çevredeki yıldızlara yüksek miktarda enerji iletir. Kara delikler de süpernovadan ortaya çıkan yapılardan biri. Yeni oluşan kara deliğe yakın bir yıldız, yeterince güçlü bir kütleçekimine sahipse patlamadan sağ çıkabilir. Ancak bu bağlantı mesafe uzadıkça zayıflıyor, kara delikten daha uzak yıldızlar genelde sistem dışına itilip “serseri yıldız” haline geliyor.
Bu bağlamda üçlü kara delik sistemindeki uzak yıldız, kara deliğinden Dünya ve Güneş arasındaki mesafenin 3500 katı kadar uzakta. İnsanlar bir şehirden diğer şehre uzak mesafe ilişkileri yürütemezken bizim kara delikle bu yıldız arasındaki bağ nasıl kopmuyor? Bir simülasyon yapan fizikçiler, en olası senaryonun “doğrudan çöküş” denen bir süreç olduğunu düşünüyor. Yani süpernovanın olmadığı ve yıldızın direkt çöktüğü senaryolarda bu üçlü yapı korunabilir.
Fizikçiler bu gözlemler sırasında dış yıldızın kırmızı deve dönüşme halinde olduğunu fark etti. Bu dönüşüm, sistemin yaşını tahmin etme olanağı da tanıyor. Araştırmacılara göre dış yıldız dört milyar yıllık. Tüm sistemin de bu yaşlarda olduğunu düşünmemek için bir sebep yok.
Kendimi bildim bileli koku alamıyorum. Bunun otobüslerde kötü kokuları alamamak gibi iyi yanları olsa da, bozulmuş şeylerin ya da gaz kaçağının kokusunu alamamak çok büyük eksiklik. En önemlisi de kendimin kötü kokup kokmadığını anlayamamam. Ayıca deodorant ve parfüm seçmek tam bir işkence olabiliyor. Çevremdeki insanları koku alamadığıma inandırmak da bir hayli zor. Genelde “Nasıl koku alamıyorsun?”, “Koku alamamak nasıl bir şey?” gibi sorular geliyor. Oysa varlığını en başından beri bilmediğin için eksikliğinin de nasıl bir şey olduğunu kestirebilmek pek mümkün olmuyor.
Bu yüzden bu çalışma tam da benim gibileri anlattığı için hemen ilgimi çekti: Koku alamayan insanların koku alanlardan nefes alırken ne gibi bir farklılığı oluyor? Nature Communications dergisinde yayınlanan çalışmaya göre koku alan ve almayan insanlardaki solunum farklılığı hem fiziksel hem de zihinsel sağlık üzerinde epey etkili. 52 katılımcının olduğu çalışma, koku alanların uyanıkken koku almayanlara göre saatte ortalama 240 ek solunum pikine işaret ediyor. Bu pikler, her nefese eşlik eden koklama hareketlerinden kaynaklanıyor. Uyku sırasındaysa iki grup arasında çok büyük bir fark yokmuş.
🧐Biraz bilgilenelim: Koku alma yetisinin eksikliğine “anosmi” deniyor. Doğuştan olabileceği gibi sonradan edinilen bir sorun da olabilir. Doğuştan anosmi 10 bin kişiden birinde görünen nadir bir durumken; enfeksiyon, beyin yaralanması, uzun süreli sigara kullanımı gibi nedenlerden kaynaklanan anosmiye daha sık rastlanıyor. Sonradan edinilmiş anosminin depresyon, diyabet, obezite, bilişsel gerilik ve Parkinson ya da Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıklarla bağlantısı olabiliyor. Yapılan bir analize göre koku alma yetisini kaybeden 57 yaş ve üstü bireylerin, koklama yetisine sahip yaşıtlarına oranla beş yıl içinde ölme riski üç kat daha fazla. Gerçi koku alamamakla ölüm arasındaki bağlantı henüz netleştirilememiş.
Hepimiz okullarda matematik derslerinde asal sayıların ne olduğunu öğrendik. Basit tanım şu: Kendisinden başka hiçbir sayıya tam olarak bölünemeyen sayılara asal diyoruz. Asal sayılar serisi en basitinden 1, 3, 5, 7 diye gidiyor. Ama sanmayın ki bir kural var ve tek sayılar asal. Hayır, örneğin 9 asal sayı değil, çünkü 3’e bölünebiliyor ama 11 ve 13 asal.
Tanımı gereği sadece tek sayılar asal sayı ama gördünüz, her tek sayı da asal değil. İşte bu kuralsızlıkları asal sayıları başından beri matematikçiler için ‘büyüleyici’ yapıyor ve asal sayılar konusu matematik içinde son derece geniş ve derin bir alan. Ömrünü bu sayıları incelemeye adayan çok sayıda matematikçi var.
Bazı asal sayıların, birer tür olarak isimleri de var. Mesela ‘Mersenne asalları’ diye adlandırılan asal sayılar. Mersenne asalları adını 17’nci yüzyılda bu türden sayıları ilk kez inceleyen Fransız rahip Marin Mersenne’den alıyor. Bu sayılar 2n-1 formülüyle aranıyor. Buradaki “n” ifadesi herhangi bir tam sayı olabilir. En basitinden üç sayısını 22-1 ifadesiyle bulabiliriz. Tabii “n” değeri büyüdükçe ortaya çıkan sonuç da çok daha büyük basamaklara sahip oluyor ve hesaplanması karmaşık bir hal alıyor. Dolayısıyla zaman ilerledikçe bu sayıları bulmak da zorlaşıyor.
Tabii şunu da hatırlatalım: Asal sayıları incelemek, onları merak etmek ve olası en büyük asal sayıyı bulmaya çalışmak öyle soyut bir zevk değil. Bu sayıları dünyamız şifreleme teknolojilerinde kullanıyor uzun süreden beri. O yüzden asal sayıları merak sadece duygusal bir arayış değil.
Soru şu: Doğal sayılar kümesi sonsuz büyüklükte. Peki asal sayılar kümesi de öyle mi?
Düşündüğünüzde, ‘Evet, asal sayılar da sonsuza uzanıyor’ demesi kolay ama kanıtlaması kolay değil. O yüzden dünyada pek çok farklı girişim hergün yeni ve en büyük asal sayıyı arıyor.
İşte onlardan biri Great Internet Mersenne Prime Search (GIMPS) projesi. Bu proje, uluslararası gönüllülerin bilgisayarlarına özel bir yazılım indirerek cihazlarının kullanmadıkları işlem gücünü bu büyük asal sayıları aramaya harcamasına yarıyor.
Çünkü bir sayının asal olup olmadığını anlamanın yegane yolu, o sayıyı alıp olası sayılara bölmeyi denemek. Bütün olası bölenlerin sonuç vermediğini görene kadar bu bölme işlemini tekrar tekrar yapıyorsunuz ve en sonunda elinizdeki sayının asal olduğunu görüyorsunuz. Bu büyük zahmetin sebebi, asal sayıları üreten bir matematiksel yöntemimizin olmaması. O yüzden elde tek tek bölme işlemi yapıyorsunuz. Eh, bu da uzun sürüyor.
Matematikçilerin bilinen en büyük son asal sayıyı keşfetmesinin üstünden yaklaşık altı yıl geçti. Bunun uzun bir süre olduğunu düşünebilirsiniz ama altı yılın sonunda çıtanın 16 milyon basamak birden yükseldiğini düşününce neden bu kadar uzun sürdüğünü anlamak da mümkün.
GIMPS pazartesi günü 52’nci Mersenne asalının 2136279841-1 olduğunu teyit etti. Yani bu sayıya ulaşmak için ikiyi 136,279,841 kez çarpıp bir çıkarmamız gerekiyor. Bu işlemin sonucunda ortaya çıkan sayı 41 milyon 24 bin 320 basamaktan oluşuyor. Sayının ne kadar büyük olduğunu şöyle anlatalım: Sayının olduğu .txt dosyası 41.8Mb yer kaplıyor. Leo Tolstoy’un iki ciltlik kalın kitabı Savaş ve Barış’ın .txt dosyasının 3.4 Mb olduğunu not düşelim.
Yeni sayıyı bulan kişi 36 yaşındaki eski Nvidia çalışanı Luke Durant oldu. Aslında Durant bu buluşunu GIMPS’e 11 Ekim’de bildirmişti, ondan sonraki 10 gün boyunca dünyanın dört bir yanındaki matematik tutkunları Lucas-Lehmer asal kontrol testini yaparak sonucu teyit etmeye çalıştı.
Yeni Mersenne asalının bir diğer önemi de ilk kez grafik işleme birimleri (GPU) kullanılarak bulunması. Bugüne kadar Mersenne asalını bulabilmek için merkezi işlem birimleri (CPU) kullanılıyordu. Bunun sebebi de CPU’ların seri işlemler için optimize edilmiş olması ve en önemlisi de çoğu bilgisayarda mevcut olmasıydı. GPU’lar aynı anda çok sayıda işlem yapabilen bir çekirdeğe sahip. Bu sayede büyük veriyi ve karmaşık hesaplamaları paralel olarak işlemek mümkün oluyor. CPU’da sayıların doğrularını test etmek birkaç hafta sürebilecekken, GPU’da birkaç gün içinde teyit mümkün.
Luke Durant’ın eski bir Nvidia çalışanı olduğunu yazdık. Nvidia, biliyorsunuz olağanüstü yüksek bilgisayar işlemcisi gerektiren yapay zeka ve bulut bilişim çağının yıldız şirketi. Bu şirketi bir yıl içinde 3 trilyon dolara ulaştıran ürünü, şimdilik rakipsiz gözüken dev bir grafik işleme birimi, yani GPU. Lake-Durant da, bu olağanüstü yeni asal sayıyı bulmak için eski şirketinin yarattığı yeni bilgisayar işlem gücünü kullanmış.
Mihai Preda adında bir yazılımcı 2017 yılında GpuOwl adında açık kaynaklı bir program tasarladı. Ancak Durant bu keşfi tek bir GPU ile yapamayacağı için 17 ülkede 24 veri merkezi bölgesinden sunucu GPU’larını birleştirerek devasa bir süper bilgisayar bulut ağı kurdu. Bu proje ona iki milyon dolara mal oldu.
Eee, harcadı da bize ne faydası var şimdi bunun, diyebilirsiniz. Elimizdeki yeni Mersenne asalının şu an için pratik bir kullanım alanı yok. Böyle büyük asallar teoride ileri düzey kriptografi algoritmaları için kullanılabilir. Ama GIMPS projesine destek olanlar bunu “matematik meraklıları için bir hobi” olarak görüyor.
👩🚀Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan size haberimiz var: Sekiz aydır istasyonda görev yapan dört kişilik Crew-8, Crew Dragon Endeavour uzay aracıyla cuma günü Dünya’ya döndü. 34 saatlik yolculuğun ardında araç Meksika Körfezi’ne indi. Araçta NASA astronotları Matthew Dominick, Michael Barratt, Jeanette Epps ile Roscosmos kozmonotu Aleksandr Grebenkin vardı. Madem uzaydan astronot getirebiliyoruz, Boeing nedeniyle mahsur kalanları niye getiremiyoruz diye düşünebilirsiniz. Bu sadece dört kişiyi taşıyabilecek bir uzay aracı ve astronotlar zaten şimdiye kadarki en uzun uzay görevine imza atmış kişiler. Uzayda 235, istasyonda 232 gün. Dönüşlerinin bu kadar çok ertelenmesinin sebebi de Milton Kasırgası’nın yarattığı kötü hava şartları ve Boeing’in Starliner aracıyla zamanlamanın çakışması. Dolayısıyla bir zahmet o araca binmekte öncelik onların olsun.
🏥Astronotlar dönüşlerindensonra hastanede sağlık tetkiklerinden geçti. Üçü uzay merkezine geri dönerken biri hastanede kalmak zorunda kaldı. Ancak bu astronotun kim olduğu ya da nasıl bir sağlık sorunu yaşadığı konusunda detay verilmedi.
🥚Çin’deki bilim insanları Ganzhou kenti yakınlarındaki bir inşaat alanında şimdiye kadar bilinen en küçük dinozor yumurtasını buldu. 29 milimetre uzunluğundaki yumurta, bir çilek boyutunda. 80 milyon yıl öncesine ait olduğu düşünülen yumurta, araştırmacıların Minioolithus ganzhouensis adını verdiği bilinmeyen bir türe ait. İşte yumurta da bu:
🧠Depresyonu ev ortamında tedavi etmenin yöntemi yüzme bonesine benzeyen bir cihaz kullanarak beyni hafifçe uyarmak olabilir. Buna transkraniyal doğru akım stimülasyonu (tDCS) deniyor ve uygulamak için vücut içi bir işlem gerekmiyor. Beynin ruh halini düzenlemeyle bağlantılı bölgelerini uyarmak yeterli. Bunun için kafa derisine yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla ağrısız, hafif bir elektrik akımı vermek gerekiyor. Araştırmacılar depresif belirtiler gösteren kişilerde yaptıkları bu çalışmada özel bir kliniğe gitmeden bu tedavi yönteminin uygulandığı kişilerde depresyonun daha fazla azaldığını görmüşler.
Normalde içinde entrika olan dizilerden hiç hoşlanmam. Ama OpenAI’da yaşanan dramanın bir gün dizisi yapılırsa patlamış mısırımı kucağıma alıp keyifle izleyeceğimden o kadar eminim ki… Umarım Netflix’in aklında böyle bir iş vardır. Şimdi gelelim dedikodumuza. Artık OpenAI’ın içinde ne tür bir araştırma yapılıyorsa geleceğinden endişe eden herkes şirketi bir bir terk ediyor. Bunlardan sonuncusu yapay genel zeka yani AGI’ya hazırlıktan sorumlu yönetici Miles Brundage oldu. Kendi Substack sayfasında istifasını duyuran Brundage, altı yılını verdiği bu işi bırakmanın ne kadar zor olduğundan bahsetti. Madem bırakmak bu kadar zordu da niye ayrıldı?
Brundage, şirketin var etmeyi aklına koyduğu insan seviyesindeki yapay zeka konusunda üstünde büyük bir sorumluluk hissetmiş. Ona göre ne OpenAI ne de başka bir yapay zeka şirketi henüz böyle bir gelişmeye hazır değil. Ayrıca Brundage’a göre AGI terimi hep tek bir zirve noktası olan bir şeymiş gibi algılanıyor, oysa bunun farklı aşamalar olarak düşünmek çok daha akla uygun. Brundage bu aşamaları tanımlamak için OpenAI’ın oluşturduğu beş aşamalı ölçeğin geliştirilmesine katkıda bulunmuş.
AGI nedir, ne değildir bunun üstüne çok kez konuştuk. Eğer denk gelmediyseniz buradan okuyabilirsiniz. Brundage’ın hazırlanmasına yardım ettiği ölçek, yapay zekanın bir organizasyonun tüm işlerini yapabilecek seviyeye kadar geleceğini öngörüyor. Biz şimdilik ölçeğin ikinci aşamasına, yani yapay zekanın insan seviyesinde akıl yürütebileceği noktaya doğru ilerliyoruz. Ama biraz önce de dedik ya, Brundage bu yıl şirketten ayrılan birçok araştırmacı gibi OpenAI’ın bu türden bir gelişmeye hazırlıklı olmadığını düşünüyor. Belki Brundage’ı OpenAI’dan ayrılıp yapay zekayı güvenli hale getirme amaçlı başka bir şirket kuran baş yapay zeka bilimcisi Ilya Sutskever’in yanında görürüz, kim bilir?
Toplumsal çatışmaların, kaynaşmaların ve dönüşümlerin ardında hangi güçler var? İnsan toplumlarının krize girdiği, çözüldüğü ve yeniden şekillendiği dramatik anlar, toplumların evriminin itici gücü olabilir mi?
Victor Turner, simgesel antropolojinin kurucu eserlerinden biri hâline gelmiş bu kitabında, simgesel eylemlerin, ritüellerin ve metaforların toplumsal yaşamın merkezinde nasıl durduğunu keşfe çıkıyor. Toplumsal çatışmaların yinelenen kalıplarını ve bunları çözmek için simgesel eylemleri ve “alanları” nasıl kullandığımızı inceliyor. Afrika kabilelerinden eski Amerikan uygarlıklarına; Meksika’nın bağımsızlık mücadelesinden İngiltere’de bir döneme damgasını vurmuş II. Henry ile Becket arasındaki emsal çatışmaya; Hindistan’daki kast mücadelelerinden 1960’ların karşıkültür hareketlerine; paganlarda, Hıristiyanlarda ve İslam’da hac yolculuklarının anlamına ve önemine kadar uzanan bir çizgide örnekler üzerinden, toplumsal dramaların kolektif deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini ortaya koyarak yepyeni bir bakış açısı sunuyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Gökyüzünü kırmızı bir öfke kaplıyor, dalgalar köpürüyor, su yükseliyor, kuşlar çılgına dönüyor. Rüzgârlar, Dünya’nın ekosistemlerinin yıkımı, insan olmayanların köleleştirilmesi, savaşlar, sosyal eşitsizlik, ırk ayrımcılığı ve kadınların ezilmesi etrafında dönüyor. Türlerin altıncı kitlesel yok oluşu yolda, kimyasal kirlilik akiferlere ve göbek kordonlarına nüfuz ediyor, küresel ısınma artıyor ve dünya dengesinde adaletsizlik devam ediyor.
Şiddet mürettebata yayılıyor, zincirlenmiş cesetler denizin derinliklerine terk ediliyor ve kahverengi eller umut arıyor.
Gökler yüksek sesle ve sertçe gürlüyor, dünya gemisi modern bir fırtınanın ortasında. Bu fırtınayla nasıl yüzleşmeli? Hangi rotayı takip etmeli?
Bu kitap, Karayipleri düşünce denizi haline getirmesi özelliğiyle rota arayışına bir katkıdır. 16. yüzyılın Avrupalıları için, takımadaların ilk sakinlerinin adı olan “Karayip” kelimesi, vahşileri ve yamyamları tanımlıyordu. Shakespeare’in Fırtına kitabındaki Caliban karakteri gibi, “Karayip”, Avrupa kolonizasyonları ve bilimleri tarafından kontrolü ekonomik kârların ve nesnel bilginin ortaya çıkmasına yol açacak akıldan yoksun bir varlık anlamına geliyordu. Bu kolonyal bakış açısı, bugün Karayipler’in dünya dışındaki nüfusu azalmış bir kum parçası olarak turistik temsilinde varlığını sürdürüyor. Ekolojiyi Karayip dünyasının perspektifinden düşünmek, Karayipli erkek ve kadınların dünya hakkında konuştukları, hareket ettikleri ve düşündükleri ve Dünya’da yaşadıkları inancıyla yönlendirilen bu turistik bakış açısının tersine çevrilmesidir.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Birçok kültür eleştirmenine göre, günümüz insanının en büyük trajedilerinden biri, duyguların ve manevi yaşamın terapi ve kişisel gelişim sanayisi tarafından pazarlanabilir ürünler hâline getirilmiş olması: Modern birey, kendi duygusal derinliğini “iyileştirmek” için sürekli olarak piyasaya yönelmekte ama bu süreçte ruhsal tatminini de tüketim kültürüne teslim etmekte. Terapi seansları, özyardım kitapları ve kişisel gelişim seminerleri, manevi huzurun reçeteleri gibi sunulsa da, insanları daha derin bir tatminsizlik döngüsüne hapsetmekte, duygularımızı ve benlik algımızı metalaştırarak insan ruhunun özünü yok etmekte. Bir bakıma modern ruhun trajedisi, kendini iyileştirmeye çalışırken, giderek daha fazla yara alması.
Tanınmış kültür eleştirmeni ve sosyoloğu Eva Illouz, Modern Ruhu Kurtarmak’ta bu soruna eğiliyor ve modern psikolojinin duygusal hayatlarımızı, kişisel ilişkilerimizi ve toplumsal kurumlarımızı nasıl şekillendirdiğini derinlemesine inceliyor. Terapi kültürünün varoluşumuzun her yönüne nasıl sızdığını, kendimizi algılayışımızı, başkalarıyla etkileşimimizi ve mutluluğu arayış biçimimizi nasıl dönüştürdüğünü titizlikle ortaya koyuyor. “Şifa bulma” ve “şifa olma” girişimlerinden çok öteye geçen terapi ve duygusal yönetim kültürünün, modern dünyada insan olmanın anlamını yeniden tanımladığını savunuyor. Kendimizi ve ilişkilerimizi sürekli geliştirmemiz gerektiği fikrini ne kadar içselleştirdiğimizi sorguluyor. Modern yaşamın alametifarikası hâline gelmiş duygu ideolojilerini ve modern dünyanın kurtarıcısı muamelesi gören terapi ve kişisel gelişim sanayisini eleştirel bir bakışla yeniden düşünmeye davet ediyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.