Hayatın hızlı temposunda can sıkıntına vakit var mı? Aslında var ama onu fark etmek eskisi gibi kolay değil. Can sıkıntısıyla aranıza hiçbir şeyin girmesine izin vermezseniz bakın neler oluyor.
Birçok ailede olduğu gibi bizim evimizde de ekran vakti konusunda tartışmalar oluyor. Bir gün Ekin’e “bugün ekran yok” dediğimizde “Ekin sıkılsın mı” diye tepki gösterdi verdi. Ekin, başka konuşmalarımızda da, sıkılmanın zor bir duygu olduğuna değindi. Oradan sıkılma duygusuna dair bir merak uyandı içimde. “Ne zaman sıkılıyorum” diye izlemeye karar verdim. Bir baktım sıkılmak çıkmış hayatımdan. Hayatımdan çıkmış mı yoksa gizli bir güç olarak varlığını sürdürüyor mu, gelin beraber bakalım.
İlk olarak iş hayatıma baktım. İşte sıkılıyor muyum? Cevap, hayır. InnerMBA eğitimlerinden birinde eski usül iş hayatı ile çağımız iş dünyası karşılaştırılıyordu. Farklardan birkaçını paylaşayım sizinle.
Eskiden bireyin verili görevleri adım adım uygulaması beklenirdi, şimdi bireylerin yaratıcı çözümlerle bir sonuç ortaya koyması bekleniyor. Eskiden işi yıllarca aynı ezberlerle yapıyorduk, şimdi neredeyse her yıl işi yapma biçimimiz değişiyor. Bu tür karşılaştırmalar yapıldıktan sonra, eğitmenin şu ifadesi dikkatimi çekti: “Eskiden iş hayatının baskın duygusu sıkılmak iken, günümüzde iş hayatının baskın duygusu kaygı ve strestir.” Demek ki alan uzmanları da sıkılmadığım konusunda bana katılıyorlar.
Peki ya evde sıkılıyor muyum? Cevap yine hayır. İngilizlerin deyimiyle “Çocuk büyütmek için bir köy gerekir” (It takes a village to raise a child). Bizde böyle bir köy yok. O köyün bütün işini karım ve ben yapmaya çalışıyoruz. Bu çok güzel paylaşım anları yaratsa da, büyük oranda vakit ve enerji istiyor. Hal böyle olunca sıkılmaya vaktim olmuyor.
Yoğun bir iş hayatı, aile, arkadaşlar derken, vallahi de billahi de sıkılmaya vaktim kalmıyor. “Ah kızım keşke bizim de sıkılacak vaktimiz olsa” gibi beylik cümleler bile kurmaya başlamıştım. Derken kendime biraz daha yakından baktım ve gizli gizli iş çeviren sıkılma duygumla karşılaştım.
Sıkılma duygusunu ilk yakaladığım anlar beklemek zorunda olduğum durumlar. Örneğin bir kuyrukda beklerken, bir bakmışım telefonu açmış sosyal medyada vakit geçiriyorum. Yani sıkılmak yok diyebilirsiniz. Biraz daha baktım. Elimi cebime götürüp, telefonu açtıran ve oradan da sosyal medya uygulamasını tıklamamı sağlayan nedir? Sıkılma anı o kadar hızlı bir şekilde beni eyleme götürüyor ki sıkıldığımı anlamıyorum bile.
Sıkılmayı biraz daha yakından tanıyayım diye, telefonu açmayıp sıkılmayı daha derin yaşamaya karar verdim. Bu sefer de sıkılma duygusu hızlı bir şekilde kızgınlığa dönüştü. Görevli niye işini yavaş yapıyor, niye bir görevli daha vermiyorlar bu kuyruğu kolaylaştırmak için… Leyla Navaro’nun bir kitabında yazdığı doğru mu acaba: “Erkekler duygu kabızıdır. Bütün kötü duygular öfkeye dönüşür.” Sıkılma duygum da demek ki öfkeye dönüşebiliyormuş.
Sıkılmayı yakalamak ve de incelemek yavaş yavaş bir oyuna dönüştü. Artık bekleme anlarında bir nevi meditasyon yapar oldum. Aklımdan nelerin geçtiğini, çevremde olup bitenleri, hislerimi izliyorum.
İşyerinde de sıkılmanın gizli elini yakalar oldum. Bazen toplantılarda, bilgisayarımı açmış yakalıyorum kendimi. Bilgisayarı açmama neden olan iç olaylar zincirine bakınca, sıkılma duygusunu yakalıyorum. Böyle anlarda oturduğum sandalyeyi ya da ayaklarımı hissederek toplantıya tekrar geri dönüyorum.
Çok ilginç bir şekilde eğer ayağımı hissetmeye odaklanırsam, toplantıyı daha iyi dinleyebildiğimi fark ettim. Mantıksız geldi değil mi? Yani ayağını hissetmeye çalışırsan, toplantıyı nasıl izleyeceksin? Buna cevabım şu: Aklımın odanın dışına çıkmasını engelliyor.
İşin ilginç yanı, sıkılma duygusunu bir meditasyon malzemesine dönüştürüp ona merakla bakınca sıkılma duygusu kayboluyor. Sıkılmanın beni gizlice yönlendirdiği eylemleri de daha az yapar oldum.
Yazıyı okuyan herkese merak dolu can sıkıntıları diliyorum.