Gökyüzü tutkunlarına müjde: Bu süpernova aylarca parlayabilir
Yeni doğmuş bir galaksi neye benzer? Uzun zamandır birçok astrofizikçi, bebek galaksilerin küre ve örümceğimsi disklere benzediğini varsayıyordu. Ama aslında muzlara benziyorlar.
Belki yeni doğmuş galaksilerin neye benzediği aklınızı daha önce hiç kurcalamadı. Ama gökbilimciler ve astrofizikçiler onların ya küreye ya da örümceği andıran disklere benzediğini varsayıyordu. James Webb Uzay Teleskobu bir kez daha ortaya çıkarak, bebek galaksilerin muza benzediğini bizlere gösterdi. Tabii kapak fotoğrafında gördüğünüz şeyleri muza benzetememiş olabilirsiniz. Turşu, puro, sörf tahtası… Artık neye benzetirseniz. Webb’in gözlemlediği yaklaşık 4 bin bebek galaksinin görüntülerini yeniden inceleyen gökbilimcilerin vardığı sonuç bu.
Columbia Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışan ve yakında Astrophysical Journal’da “Galaksiler çıldırıyor” başlığıyla yayınlanacak makalenin başyazarı Viraj Pand, Hubble Uzay Teleskobu’nu da anımsatarak, “Bu hem şaşırtıcı hem de beklenmedik bir sonuç. Gerçi Hubble’da bunun ipuçlarına rastlamıştık zaten” diyor.
Gökbilimciler ulaştıkları bu yeni verilerin, galaksilerin nasıl ortaya çıktığı ve büyüdüğü konusundaki anlayışlarını derinden değiştirebileceğini söylüyor. Hatta sadece galaksiler hakkında değil, evrenin büyük bir bölümünü oluşturan ama görünmez olduğu için hakkında çok az şey bildiğimiz karanlık madde hakkında da perspektifimizi genişletebilir. Çünkü karanlık madde galaksileri çevreleyerek yerçekimsel ortamı sağlar.
Galaksiler, kozmosun şehir devletlerini andıran yapılardır. Bildiğimiz evrende her biri bir trilyon kadar yıldız içeren iki trilyon galaksi olduğu tahmin ediliyor. Ancak bildiğimiz evren buzdağının yalnızca görünen kısmını oluşturuyor. Evrendeki maddenin çoğu karanlık madde formunda, evreni ayakta tutan da bu görünmez kemikler.
Gökbilimciler artık galaksilerin Büyük Patlama sırasında madde ve enerji yoğunluğundaki rastgele dalgalanmalarda oluştuğunu düşünüyor. Uzay genişledikçe daha daha yoğun alanlar geride kalırken, karanlık madde normal maddeyi de beraberinde getirerek kümelendi. Bu maddeler ya yıldız ve galaksiler olarak parladı ya da kara deliklerin içinde kayboldu. İşte Webb teleskobu bu evreni şekillendiren gizemli dönemi araştırmak için tasarlandı. Kızılötesi sensörleriyle en uzak ve dolayısıyla en eski galaksileri görebiliyor.
Pandya ve ekibi, galaksilerin iki boyutlu izdüşümlerini istatiksel olarak analiz ederek üç boyutlu şekillerini araştırdılar. Eğer bu erken dönem galaksileri gerçekten top ya da disk gibi görünüyor olsalardı teleskoplara yuvarlak ve dairesel bir görüntünün yansıması gerekirdi. Ancak gökbilimciler böyle bir şey görmediler. Aksine ya puro ya da muz görünümle galaksilerle karşılaştılar. Bu türden dikdörtgen galaksilere günümüzde nadir rastlasak da Büyük Patlama’dan yaklaşık 500 milyon yıl sonrasına kadar uzanan CEERS örneğindeki galaksilerin yüzde 80’i bu şekilde.
Pandya, “Kütleleri Samanyolu gibi galaksilerin atası olacak şekilde” diyor. Yan içinde bulunduğumuz galaksi de geçmişte benzer bir muz evresinden geçmiş olabilir.