Kuvözdeki İsa Bebek Gazze’nin dramını dünyaya anlatıyor
"Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail gerçekleştirdiği saldırı ve İsrail'in buna verdiği tepki, uluslararası hukuka bağlılığımızı test eden kritik bir sınav." Ortak değerlere dayalı küresel düzeni korumaya gerçekten kararlı mıyız? Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu soruyu Project Syndicate'te ele aldı.
Gazze’nin kontrolünü elinde tutan Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e sürpriz saldırısı ve bunun tetiklediği, 40 gündür devam eden savaşa başta ABD olmak üzere Batı’nın verdiği yanıt, “Bugün Filistin’in toprak bütünlüğü savunulmazsa, yarın Ukrayna ya da başka bir ülkenin toprak bütünlüğü nasıl savunulur? Ülkeye göre farklı tepki mi gösterilecek yoksa ortak değerlere dayalı bir düzende mi yaşanılacak?” sorularını akıllara getiriyor. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Project Syndicate’te kaleme aldığı yazısında bu sorunu ele almış. 10Haber olarak yazının tam metin çevirisini sizlere sunuyoruz.
2007 yılında kendimi Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve o zamanki İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giden bir arabanın içinde buluverdim.
Ankara’ya yaptıkları ve onları ağırlama şerefine nail olduğum tarihi ziyaretleri sırasında her iki lider de parlamentoya hitap ederek, barışı ve iki devletli çözümü savundular.
Bu ziyaret, Türkiye’nin Gazze’deki Erez sanayi bölgesini canlandırmanın amaçlandığı “Barış İçin Sanayi” projesini başlatmasından sadece iki yıl sonra gerçekleşti.
Filistinli ve İsrailli mevkidaşlarımla bu girişimi desteklediğimizde, Filistin ekonomisinin canlandırılmasının bölgeyi sürdürülebilir barışa götürecek yolu açacağı konusunda hepimiz iyimserdik.
Ne yazık ki bu hayalimiz, İsrail’in aynı yıl Gazze’yi kara, deniz ve havadan ablukaya alma kararıyla suya düştü. 16 yıl sonra, 7 Ekim ve sonrasında yaşananlara tanıklık etmiş biri olarak, kalıcı barış yolunda kaçırılan bu fırsatın yarattığı hayal kırıklığı ve üzüntüyü bir kez daha hissediyorum.
7 Ekim tarihi, İsrail-Filistin ilişkilerinde yerel, bölgesel ve küresel olarak geniş çaplı etkileri olan büyük bir dönüm noktasını işaret ediyor. Bu kritik dönemeçte kendimize şu soruyu yöneltmeliyiz: Kökünü ortak değerlerden alan kurallara dayalı bir uluslararası düzeni sürdürmeye gerçekten kararlı mıyız, yoksa bu değerlerin geçerliliğini kaybettiği, parçalanmış ve kutuplaşmış bir dünyaya hazır mıyız?
Yanlış anlaşılmasın: Her iki tarafta da sivillerin öldürülmesini kesin surette kınıyorum. Hamas’ın İsrailli sivilleri öldürmesi ve kaçırması hiçbir şekilde tasvip edilmemelidir. Bununla birlikte İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun hükümetinin orantısız tepkisi de bölgede daha çok şiddet ve acıya yol açmakla kalmayıp, dünya genelinde nefret ve bölünmenin yayılmasını da körükleyecektir. Neticede zarar görenler siviller olacak.
Gazze’de yaşanan trajik olaylar şaşırtıcı gelmemeli. İsrail-Filistin çatışmasını görmezden gelmek hiçbir zaman sürdürülebilir bir eylem olmadı, hele ki Filistinlilerin durumu her geçen gün daha da kötüleşirken. İsrail’in Filistin topraklarında süregelen işgali, Batı Şeria’daki yerleşimlerin yasalara aykırı ve tehlikeli bir şekilde artmasıyla daha da ağırlaşmakta, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına ters düşmekte, uluslararası hukukun temel ilkelerini baltalamakta ve mevcut insan hakları normlarını ihlal etmektedir.
Bunun da ötesinde, Gazze’de halen var olan abluka, bölgenin 2.3 milyon sakinini temel ihtiyaçlardan mahrum bırakarak tecrit ve travmatize etmiştir. Daha da kötüsü, Batı ve hatta Arap alemi bu korkunç duruma alışmış halde. Bu tarihi hata, Filistinlilerin öfkesini körükleyerek mevcut çatışmaya zemin hazırladı.
1999 yılında, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Gazze Şeridi’ne gönderilen inceleme heyetinde yer alan bir parlamento üyesi olarak, Filistinli çocukların ve kadınların gözlerindeki çaresizliği gördüm. Raporumuz, Filistin halkının savunulacak hiçbir yanı olmayan hayat koşullarının ve artan hayal kırıklıklarının altını çiziyordu. Türkiye’nin dışişleri bakanı ve cumhurbaşkanı olarak sonraki yıllarda bölgeye yaptığım ziyaretlerde durumun daha da kötüye gittiği ve yıllardır süren bu çatışmaya neden olan siyasi ayrılıkların daha da kötüleştiği açıkça görülüyordu.
Uluslararası toplum son 50 yılda, İsrail ve Filistin’in yan yana barış içinde yaşaması için uygulanabilecek tek çözüm olan iki devletin oluşturulmasını desteklemekte başarısız oldu. Fırsatlar elden kaçtıkça bölgedeki koşullar da son sürat kötüleşti. Bugün, Filistinli çocukların İsrail bombardımanında hayatlarını kaybetme ihtimaline karşılık ailelerine veda mektupları yazdıkları bildiriliyor. Bu gidişat, daha da fazla umutsuzluk ve düşmanlık yaratmaya mahkumdur.
İsrail’in Gazze’de uyguladığı taktikler, açık açık savaş hukukunu ihlal ediyor. Gazzelileri elektrik, su ve gıdadan mahrum bırakmanın yanı sıra yerleşim bölgelerini, hastaneleri, camileri, kiliseleri, okulları ve mülteci kamplarını hedef almak, Cenevre Sözleşmeleri ve ek protokollerle bağdaşmıyor. Bu saldırılar savaş suçundan başka bir şey değil ve tarih hiç kuşkusuz bunun sorumlularından hesap soracaktır.
Başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin İsrail’i eylemlerine rağmen sarsılmaz bir şekilde desteklemeye devam etmesi şaşırtıcıdır. İsrail’in eylemlerini körü körüne destekleyenler kendilerine şunu sormalıdır: Eğer Filistin’in toprak bütünlüğünü savunmazsak, dünyayı Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmaya nasıl ikna ederiz? Uluslararası hukuka saygı göstermezseniz nasıl muteber kalacaksınız? Uygulanan çifte standart, kurallara dayalı küresel düzenin altını oymakta ve bu tür tutarsızlıkları fırsat bilerek güçlenen otoriter liderlerin ve aşırılık yanlısı hareketlerin ekmeğine yağ sürmektedir.
Bu senaryodan kaçınmak için uluslararası hukuka ve ilgili BMGK kararlarına bağlı kalmak gerekmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından onaylanan ve bilhassa İran’ın da benimsediği 2002 Arap Barış Girişimi, ileriye dönük uygulanabilir yolu gösteriyor ve Filistinlilerin haklarını ve onurunu korumak için gerçekçi bir çerçeve sunuyor.
Ancak öncelikle akan kanı durdurmalı ve derhal, koşulsuz ateşkes istemeliyiz. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in, BMGK’daki “veto savaşlarının” ortasında bile Gazze’de devam eden insani krize dikkat çekme çabaları takdire şayandır. Buna ek olarak, Ortadoğu dinamiklerini derinlemesine kavrayışıyla ünlü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın katkısı da barışçıl çözüme ulaşılmasında hayati önem taşıyacaktır.
Daha fazla şiddet ve acı yaşanmasının önüne geçmek için İsrail-Filistin ihtilafına doğru ve yapıcı bir yaklaşım şart. Kuvvetli bir bölgesel sorumluluk duygusuyla desteklenecek etkin diplomasi, ileriye dönük en iyi yolu temsil ediyor. Gazze’deki mevcut savaş, kurallara dayalı uluslararası düzene olan bağlılığımızın test edildiği bir sınav. Eylemlerimize rehberlik etmesi için uluslararası hukukun ahlaki pusulasına her zamankinden daha fazla güvenmeliyiz.