Bu nasıl bir yolculuk: Evinden 6500 kilometre uzakta bulunan kaplumbağa Tally
Savaş başlamadan önce Orta Doğu'nun en hararetli konularından biri Suudi Arabistan ve İsrail normalleşmesiydi. Bu normalleşmede başlıca şartı 'İsrail'in Filistin'e yönelik baskılarını azaltması' olan Suudi Arabistan'ın bundan sonra İsrail ile nasıl bir diplomatik yol izleyeceği merak konusu.
İsrail ve Hamas öncülüğündeki direnişçi gruplar arasında patlak veren savaşa kadar Orta Doğu’nun belki de en çok konuşulan konusu Suudi Arabistan-Filistin normalleşmesiydi. Bir yandan Suudi Arabistan Veliaht Prensi, ‘Normalleşmeye her gün daha da yaklaşıyoruz’ minvalinde açıklama yaparken, öbür yandan İsrail de olumlu işaretler vererek normalleşmeye sıcak bakıldığını gözler önüne serdi. Ancak bu iki ülkenin normalleşmesi önündeki engel Suudi Arabistan’ın şartlarından birinin ‘İsrail’in Filistin’e yönelik tavrını yumuşatması’ olmasıydı.
Biden’ın selefleri İsrail ve Filistin arasında barış görüşmelerini teşvik etmek için adımlar atsa da Biden hükümeti, önceki başarısızlıklarının da bilinciyle doğrudan bir çaba sarf etmedi. Ayrıca Suudi Arabistan’ın ABD’den nükleer programı için destek talep etmesi ve güvenliği için güvence istemesi de bu temkinli adımların bir sebebi oldu. Bu bağlamda ABD bölgedeki gerilimi düşürme ve iki devletli çözüme giden yolu açık tutmaya odaklansa da kesin adımlar atmaktan kaçındı.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan geçen ay yaptığı açıklamada ABD’nin Orta Doğu’ya yaklaşımının ‘tarihi bir sükunet getirdiğini’ söyledi. Sullivan’ın sözleri tam olarak şöyleydi: “Bugün Orta Doğu 20 yıldır hiç olmadığı kadar sakin. Bugün Orta Doğu’daki kriz ve çatışmalara harcamak zorunda olduğum süre, seleflerimin harcadığı zamana göre büyük ölçüde azalmış durumda.”
Ne var ki İsrail’e karşı son 50 yılda gerçekleştirilen en büyük saldırının ateşlediği savaş, bu sözlerin ne kadar yanlış olduğunu gözler önüne serdi. Esasında Orta Doğu Sullivan’ın söylediği kadar güllük gülistanlık değildi. Yaz aylarında Suudi Arabistan ve İsrail arasında sular durulurken İsrail ve Filistin toprakları arasında sessiz gerilim sürüyordu. İşgal altındaki Batı Şeria, 2005’teki ikinci intifadadan bu yana en kötü şiddet olaylarına şahit oldu. Özellikle temmuz ayında Cenin mülteci kampına üç gün boyunca süren baskınlar zaten küçük bir alanda bulunan yerleşim yerini yıkıp geçti.
O zaman 12 Filistinli öldürülmüştü. Şimdiyse 750’yi aşkın Filistinlinin, 900’den fazla da İsraillinin öldürülmesinden söz ediyoruz. Durumun temmuzdaki baskından çok daha kritik olduğu ortada. Peki ya Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi bundan nasıl etkilenecek?
Biden yönetimi yetkilileri pazar günü yaptıkları açıklamada normalleşme çabalarının nasıl etkileneceğini söylemek için daha çok erken olduğunu söyledi. Bununla birlikte İsrail ve Suudi Arabistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması için adım atmaya devam edeceklerini sözlerine ekleyen Biden, bunun ‘bölgedeki insanların yaşam koşullarını iyileştirmek için de en iyi yol olduğunu’ söyledi.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ise üzerinde çalışılması gereken bazı zorlu konular olduğunu belirterek, “Ancak sonuç, tabii oraya ulaşabilirsek, bölge ve geleceği için çok daha farklı bir yola girebilir. Ve bu, Hamas’ın önerdiği, Filistin halkına hiçbir faydası olmayan şiddet, ölüm, dehşet, terör yoluyla tam bir tezatlık oluşturuyor” dedi.
Bu sürpriz saldırılardan önce ABD’li yetkililer İsrail ve Suudi Arabistan ile ayrı ayrı görüştü, Suudi Arabistan Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ı ağırladı. Ancak bu müzakerelere hiçbir zaman Gazze’yi yöneten Hamas dahil edilmedi. Hamas ise İsrail’i sarsan saldırısıyla ‘Ben buradayım’ dedi. Bununla birlikte Blinken önceliğin normalleşme değil, ‘saldırının üstesinden gelmek’ ve ‘Hamas ile mücadele etmek’ olduğunun altını çiziyor.
Carnegie Endowment for International Peace’de kıdemli araştırmacı olan Aaron David Miller Financial Times’a verdiği demeçte, “Gerçekçi olmak gerekirse bu işin İsrail-Suudi kısmı artık sadece bir dipnot. ABD hükümeti, İsrailliler ve Suudiler ne kadar kararlı olursa olsun Orta Doğu’da yeni bir döneme girmek üzereyiz” dedi. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da onu doğrular bir şekilde dün yaptığı açıklamada, “Hamas’a cevabımız Orta Doğu’yu değiştirecek” dedi.
Suudi Arabistan Hamas’ın saldırılarına hızlı tepki gösterse de doğrudan kınama gibi bir işe girişmedi. Riyad’dan yapılan açıklamada, ‘iki taraf arasındaki gerilimin derhal sona erdirilmesi, sivillerin korunması ve itidal’ çağrısı yapıldı ve, ‘işgalin devam etmesi, Filistinlilerin meşru haklarından mahrum bırakılması ve kutsal mekanlarına yönelik tekrarlanan provokasyonlar nedeniyle şiddet olaylarının patlak verebileceği’ uyarısında bulunuldu.
Analistler, bu açıklamayı Riyad’ın İsrail’e karşı duyduğu hayal kırıklığını gösterdiğini söylüyor. Dış Politika Araştırma Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Michael Stephens, “Körfez ülkeleri Filistinlilere beklediğimden daha çok destek oldu. Öte yandan İsraillilerin durumun sürüncemede kalmasına izin verdiği, İsrail hükümetinin iki ülke arasında çatışmanın sistemik sorunlarını daha da kötüleştirdiği hissiyatı kesinlikle var” dedi. Stephens, Suudilerin Netanyahu hükümetine karşı hayal kırıklığı yaşadığını da sözlerine ekledi.
Uzmanlar, hem İsrail hem de Suudi Arabistan’ın Filistin meselesinde manevra alanının az olduğunu söylüyor. Özellikle her iki tarafın da ölü sayısı artmaya devam ederken ve aralarında ABD’lilerin de bulunduğu en az 100 İsraillinin rehin olması nedeniyle İsrail’in Hamas’a taviz vermeyeceğini belirtiyor. Bu konuda haksız da sayılmazlar. Daha dün Hamas, Gazze’ye yönelik her bir saldırıda bir İsrailli rehinenin öldürüleceğini söyledi ancak İsrail’in buna verdiği karşılık saldırılarına devam edeceği oldu.
Uluslararası Kriz Grubu Orta Doğu Programı Direktörü Joost Hiltermann, “Suudi hükümeti halkın normalleşmeye vereceği tepkiden endişe duyuyorduysa şimdi bir de ABD’den gelebilecek baskılardan endişelenmeli. Zira hem krallık içinde hem de Orta Doğu’nun büyük bir bölümünde halk şiddetli bir şekilde Filistin taraftarı” dedi.