Viyana Üniversitesi Siyasal Bilgiler Enstitüsü ve Erbil Kürdistan Üniversitesi öğretim görevlisi Schmidinger Suriye hükûmetinin SDG'ye sunduğu teklifi ve entegrasyon sürecini değerlendirdi.
Viyana Üniversitesi Siyasal Bilgiler Enstitüsü ve Erbil’deki Kürdistan Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan Avusturyalı siyaset bilimci Thomas Schmidinger, Suriye hükûmetinin Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) sunduğu teklifi ve 10 Mart’ta başlayan entegrasyon sürecini T24’e değerlendirdi.
Şam ile Kuzeydoğu Suriye arasında varılan uzlaşmayı Suriye’de entegrasyon adına önemli bir adım olarak niteleyen Schmidinger asıl sorunun ise ülkenin ne ölçüde ademimerkeziyetçi ve demokratik olacağında düğümlendiğini belirtti.
“İlk gerçek adım”
Thomas Schmidinger’in T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Suriye hükûmeti, SDG’ye bir teklif gönderdi. Reuters’in haberine göre Şam, SDG’nin yaklaşık 50 bin savaşçısını üç ana tümen ve daha küçük tugaylar halinde yeniden organize etmesine açık. Ancak buna karşılık Ahmed Şara hükûmeti komuta devri ve bölgesel kontrol şartı koyuyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Büyük bir adım; 10 Mart’ta anlaşmanın imzalanmasından bu yana atılmış ilk gerçek adım çünkü. Bunu bir yakınlaşma daha doğrusu bir uzlaşma olarak değerlendirmeliyiz. Mazlum Abdi kendi güçlerinin her zaman bir bütün olarak Suriye ordusuna dahil olmasını isterken Suriye’deki geçiş hükümeti buna engel olmaya ve SDG’yi ordu içinde eritmeye çalıştı. Üç tümenin orduya dahil olması Şam-SDG görüşmelerinde ilerleme sağlandığını ve entegrasyon yolunda başka adımlar geleceğini gösteriyor. En önemlisi bu.
“Şam, SDG’nin taleplerine karşılık vermeye hazır olduğunu ortaya koyuyor”
İkincisi ise bu adım, Şam’ın SDG’nin taleplerine karşılık vermeye ve tavizler vermeye hazır olduğunu ortaya koyuyor. Ancak idari düzlemde ya da siyasi düzlemde kısmen de olsa yeniden bütünleşmeyi sağlayan siyasi bir yapıdan halen bir hayli uzağız. Oradaki soru, geçiş hükümetinin Suriye’de herhangi bir tür ademimerkeziyetçiliği kabul etmeye hazır olup olmadığıyla bağlantılı. Federalizmden bahsetmiyorum burada. Federalizm, Ahmed Şara için de Türkiye için de bir kırmızı çizgi. Ancak bir çeşit ademimerkeziyetçilik olmadan da Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Bölgesi’nin de Suriye’ye barışçıl bir entegrasyonu mümkün olmayacak. Aynı şekilde Süveyda’daki Dürzi yönetiminin Suriye’ye barışçıl bir entegrasyonu da o durumda sağlanamayacak.
Kilit soru, Suriye’de ne ölçüde ademimerkeziyetçiliğin mümkün olduğu. Bu soru çözüme kavuşmuş değil. Ancak yeni bir silahlı çatışma raundunun kendi yararlarına olmadığı konusunda taraflar hemfikir ve müzakereyle bir çözüme kavuşma konusunda ortaklaşıyorlar.
“ABD açısından istikrar ademimerkeziyetçilikten önemli”
Amerikalılar federalizm ya da ademi merkeziyetçilik konusuna nasıl bakıyor?
Amerikalılar öncelikle istikrar istiyor. Birçok defa kendileri açısından, yeni Suriye’nin nasıl bir şekle kavuşacağının önemsiz olduğunu ifade ettiler. Suriye’nin nasıl olması gerektiğine dair bir konseptleri ya da bir planları da yok. Sadece stratejik çıkarları var. O da İran’ı ve Rusya’yı mümkün olduğunca uzak tutmak ve hangi şekilde olursa olsun olabildiğince istikrarlı bir rejimin kurulmasını sağlamak. Bu istikrarlı rejimin federalizm şeklinde olmasını muhtemelen isterler. Ancak Amerikalılar açısından istikrar, demokrasi ya da ademimerkeziyetçilikten daha önemli.
Kazanım mı taviz mi?
Suriyeli Kürtler açısından varılan bu anlaşma bir kazanım mı yoksa bir taviz mi?
Bu, biraz öne konan hedefin ne olduğuna bağlı. Eğer hedef ortak bir Suriye’yi bir arada tutmaksa Kürtlerin Arapların yanında merkezi bir rol oynadığı herhangi türden bir federal, demokratik ülkeyse bu ileriye doğru atılmış bir adımdır. Ama hedef Suriye’yi Rojava’ya olabildiğince bulaştırmamak ve günün birinde Rojava’yı Suriye’den ayırmaksa bu ileriye doğru bir adım değildir. Ben şahsen Kürt siyasi aktörlerin sözlerine güveniyorum ve hedeflerinde bir ulusal devlet kurmak olmadığına inanıyorum. Şu an kontrol ettikleri bölgede de bir Kürt devleti kurma hedefleri olmadığına inanıyorum. Zaten bunu yapmaya çalışmaları delilik olurdu zira kontrol ettikleri bölgenin çoğunluğu Kürt değil, bu bölgede birçok Arap bölgesi ve Rakka gibi Haseke gibi Kürtlerin azınlıkta olduğu birçok Arap kenti var. Bölünme siyasi olarak da anlaşılması zor bir tercih olur.
Ama hedef Suriye hükümetini mümkün olduğunca uzak tutmak ve bölgeyi ayırmak ise bu bakımından bir gerileme söz konusu. Her halükarda bu adım Suriye devletiyle barışçıl yeniden bütünleşme yönünde atılmış bir adım. Atılan adımı ben şahsen anlamlı buluyorum çünkü bu adım Suriye’deki demokrat, seküler kuvvetlerin gücünü artırıyor. Dediğim gibi kontrol edilen bölgelerde bağımsız bir devlet kurmaya çalışmanın da gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Ama elbette daha birçok soru işareti var: Geçiş hükümeti gelecekte neye evrilecek? Diğer dini azınlıklar da burada yerini alabilecek mi? Eğer gerçekten tüm Suriye demokratik bir ülke olacaksa bu gidişat anlam kazanır. Bu yönde bir adım atılmasının imkansız olduğunu düşünmüyorum ama kolay da değil.
“Suriye Kürdistanı’nda Savaş ve Devrim” (2014) adlı kitabınızda Kürtlerin devlet kurma konusunda bir “eksiklik” ya da “beceriksizliğe” sahip olmadığını, “devlet karşıtı bir siyasi kararlılığa” sahip olduklarını söylüyorsunuz. Kitapta şöyle diyorsunuz: “Eğer Kürt tarihini ortak bir iplik gibi ören bir şey varsa, bu, merkezi devlet projelerini reddetme, hatta bunlara başkaldırma ve aile, aşiret veya bölgeye dayalı mümkün olduğunca geniş bir özerklik konusunda inatçı bir ısrardır.” Bu tespitiniz hâlâ geçerli mi?
Suriye Kürdistanı’ndaki siyasi aktörler yeni bir Kürt devleti kurmak istemediklerini her zaman açıkça belirtmişlerdir. Abdullah Öcalan’ın PKK’nin siyasi dönüşümünde ulus devletten uzaklaşarak demokratik konfederalizmi benimsemesi uyarınca demokratik özerklik talebini ifade etmişlerdir. Elbette bağımsızlık düşünü kuran Kürt partileri var. Ancak bunların daha güçlü olduğu yer Irak Kürdistanı. 2017’deki bağımsızlık referandumunun başarısız olması sonrasında orada yakın zaman içinde bir Kürt devlet olmayacağı görüldü.
Rojava için ancak başka bir hususu daha ifade etmek gerek. Irak Kürdistanı’nda bir ulus devlet konsepti en azından teorik olarak tasavvur edilebilir zira ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı çok daha geniş bölgeler var. Suriye’de ise birbirinden ayrı üç Kürt yerleşim bölgesi söz konusu. Bunlardan en azından biri, o da Cizire, çok etnisiteli. Kamışlı’da Kürtler, Araplar, Aramice konuşan, Ermenice konuşan Hrıstiyanlar var. Kamışlı’nın güneyinde Arap köyleri var. Sonra yine Kürt köylerine geliyorsunuz. Tümüne baktığınızda Süleymaniye ya da Dohuk bölgeleriyle karşılaştırıldığında çok daha karışık bir bölge. Elbette Irak’ta da Kerkük gibi sınırdaki bazı bölgelerde kesin bir çizgi çekmek zor. Ancak Kürdistan’ın Suriye kesiminde, diğer etnik gruplara haksızlık etmeden veyahut egemenlik alanını yamalı bohça gibi prenslikler haline getirmeden, bir ulus devletin nasıl olabileceğini tasavvur edemiyorum.
“Türkiye çözümü veto ederse Şam buna karşı gelemez”
SDG’nin bireysel olarak değil birlik halinde Suriye ordusuna entegre olmasına ise Ankara karşı çıkıyor…
Elbette bu sorun teşkil edebilir. Türkiye’nin Suriye üzerinde asla küçümsenemeyecek büyük bir nüfuzu var. Türkiye Ahmed Şara’nın geçiş hükümetiyle SDG arasındaki müzakerelerde doğrudan rol oynuyor. Şimdi Türkiye’den bu çözüme kesin bir veto gelirse geçiş hükümetinin buna karşı gelmesi bir hayli zor olacaktır.
“Şam’ın güvenilir güvenlik gücü az”
Palmira’daki saldırı Suriye’deki hükümetin güvenlik konusunda da zayıflıklarını mı gösterdi bize?
Hükümet hiçbir zaman güçlü değildi ki. Bu da en büyük sorunlardan biri. Bu hükümet belli ölçülerde güvenilir olan oldukça az sayıda güvenlik gücüne sahip. Ahmed Şara kendi tabanında hâlâ faal olan aşırılık yanlılarıyla, seküler güçlülerle anlaşma hedefi arasında bir denge tutturmaya çalışıyor. Palmira gibi çevre bölgelerde Ahmed Şara’ya sadık güvenlik güçleri nispeten zayıf. Yani güvenlik başkent Şam’da nispeten iyi ancak merkezden uzaklaştıkça iş zorlaşıyor. Palmira değil ama Palmira’nın çevresindeki çöl bölgesinde halen IŞİD hücreleri olduğunu da unutmamalıyız. Ayrıca liderliği altında çok farklı gruplar var ve bunların birçoğu tam olarak kontrol altında değil, onları sürekli hoş tutması gerekiyor. Yani bir yanda uluslararası tanınma var, Kürtlere, Dürzilere ve Alevilere güvenceler verme zorunda diğer yanda ise kendi aşırılık yanlısı tabanını kaybetmemesi gerekiyor. Bu da onun için başarılması zor bir denge işi.
“İsrail ulusal sınırları aşan savaşta yeni oyuncu”
Suriye’deki iç savaşı haklı olarak “transnasyonal (ulusal sınırları aşan) bir savaş” olarak nitelemiştiniz. Ancak orada doğrudan ya da vekilleri aracılığıyla savaşan uluslar arasında İsrail’in adını çok anmadınız.
Evet, kitabımda İsrail’den çok fazla bahsetmedim çünkü İsrail Suriye’deki iç savaşta çok önemli bir rol oynamadı. Elbette bu değişti. İsrail işgal ettiği Golan Tepeleri’nde, askerden arındırılmış bölgede ilerledi ve hatta kısmen oranın da ilerisine geçti. Ama aynı zamanda (Dürzi cemaati lideri) Şeyh Hikmet Hicri ve Dürzi özerklik hareketine verdiği destekle İsrail bu transnasyonal savaşta kesinlikle siyasi bir oyuncuya dönüştü.
İsrail nasıl bir Suriye’nin hayalini kuruyor? İsrail’in hedeflerini pozitif mi yoksa negatif mi olarak tanımlarsınız? Gerçekten Suriye için aklında bir plan ya da model var mı yoksa sadece bazı şeylerin gelişmesine engel mi olmak istiyor?
İsrail’in Suriye için bir modeli olduğunu sanmıyorum, sadece engel olmak istiyor. Suriye’nin güçlü olmasını, İsrail’e tehdit oluşturacak güce kavuşmasını önlemek istiyor. Golan Tepeleri’ni kalıcı ve fiilen kontrol etmesine imkan sağlayacak kadar Suriye’nin zayıf kalmasını istiyor. İsrail karşıtı ülkelerin de, örneğin İran, Suriye’de varlık sahibi olmasını engelleme niyetinde. Sanırım bu (İsrail’in) ana stratejik hedefi. Dürziler ise bu momentte kısmen işine yarıyor ancak bundan ileride vazgeçecek. İsrail’deki Dürziler, Suriyeli Dürziler için lobicilik yaptıkları için bu sonuç var ama orada mesela bir Dürzi devleti kurmanın ya da buna benzer bir şeyin İsrail’in stratejik hedefi olduğunu düşünmüyorum. İsrail’in Dürziler üzerinden Irak sınırına ulaşan bir koridor açacağı yönündeki haritaları ise fantezi olarak görüyorum ve bunların İsrail için stratejik bir opsiyon olduğunu düşünmüyorum.
“PKK tarihsel olarak İsrail’in müttefiki değil”
Kamuoyunda Türkiye ile İsrail’in Suriye sahasında silahlı çatışmaya girebileceği ihtimali sık sık dile getiriliyor ancak aradaki çıkar çatışmasının nerede yattığı o kadar net değil. Sizce iki ülkenin çıkarları nerede çatışıyor? Ankara İsrail’in zayıf bir Suriye istediğini sık sık dile getiriyor…
Evet, ben de böyle düşünüyorum. İsrail, Suriye’nin zayıf olmasını istiyor ancak İsrail Suriye’nin cihatçı terör gruplarının merkezi haline gelmesini de istemiyor. İsrail’de Türkiye, Hamas gibi grupların destekçisi olarak görülüyor. Bu gözden kaçırılmamalı. Ankara, Doha, Hamas arasında bir eksen olduğu düşünülüyor.
Ancak Türkiye, İsrail için dolaylı bir güvenlik tehdidi olarak görülmezse Suriye’de vekiller üzerinden Türkiye ile bir çatışmanın İsrail’in çıkarına olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin, bir NATO ülkesi olarak İsrail ile işbirliğinin uzun bir tarihi var.
Ayrıca PKK’nin İsrail ile ilişkisine de tarihsel olarak baktığımızda buna dostane diyemeyiz. Bazen yakınlaşmalar olabilir ancak PKK savaşmayı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden öğrendi. Öcalan yakalanmasından önce de sık sık MOSSAD’ı Türkiye’ye yardım etmekle suçladı. Bunun doğru olup olmadığını halen bilmiyoruz ancak bu Kürt politik söyleminin bir parçasıydı.
Bu bakımlardan Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler bu bakımdan birçoklarının gördüğünün aksine o kadar da kötü değil. İsrail’in Dağlık Karabağ’da Azerbaycan’a verdiği desteği de düşünürsek Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiyi kanlı bıçaklı bir düşmanlık olarak niteleyemeyiz.
İlişkileri bozan son iki yılda Türkiye’nin en azından sözel olarak nispeten güçlü ve açık bir biçimde Filistinlilere destek vermesi oldu. Ben bir siyaset bilimciyim ve kahin değilim ama iki ülke arasındaki ilişkinin Suriye’de bir vekâlet savaşına dönüşmesi beni hayrete düşürürdü.
“Asıl mesele aktörlerin ve destekçilerinin uzlaşmaya açık olup olmadığı”
Bir kahin olmadığınızı söylediniz ancak ben yine de sormak istiyorum. Gelecek yıl bizi Suriye’de neler bekliyor olabilir?
Suriye’deki durum halen son derece değişken. Öncelikle birçok şey Ahmed Şara’ya bağlı. Kimse Ahmed Şara’nın kendi saflarındaki çelişkiler nedeniyle siyaseten ayakta kalıp kalamayacağını bilmiyor. Halen çok farklı senaryoların gerçekleşmesi mümkün. Suriye’nin tekrar silahlı çatışmalara sahne olması halen mümkün. Bu benim açımdan şaşırtıcı olmaz.
Ama Kürtlerle ama aynı zamanda Dürzilerle diyalog sonucunda hep birlikte kırılgan ama ortak bir devletin oluşturulması da şaşırtıcı olmaz. Suriye savaş yorgunu. Halk savaş yorgunu. Kimse yeni bir silahlı çatışma istemiyor ancak asıl mesele aktörlerin yeterince uzlaşmaya açık olup olmadığı ve bu aktörleri destekleyenlerin bu aktörlerin tavizlerde bulunmasına izin verip vermeyeceği.
Örneğin Ankara bu son varılan uzlaşmada olduğu gibi Ahmed Şara’nın taviz vermesine izin verecek mi? Veya tavizleri imkansız kılan bazı pürüzler çıkacak mı? Mesela şu anda bazı eski rejim temsilcileri Aleviler arasında isyan çıkmasını provoke etmeye çalışıyor. Ahmed Şara birçok başka nedenin yanı sıra buna engel olmak için de Rusya’yı ziyaret etmek istiyor.
Birçok soru işareti var dolayısıyla bir yıl sonra durumun nasıl görüneceğini söyleyemem.