İsrail, işgal altındaki Gazze'de işlediği savaş suçların her gün bir yenisini eklerken Filistinli mahkumlar sistematik işkenceye maruz bırakılıyor. İnsan hakları örgütü B'Tselem, İsrail'in işkence suçlarına yakından bakıyor: Cehenneme hoş geldiniz...
“Megiddo’da bir hapishaneye götürülüyorduk. Otobüsten indirildiğimizde İsrailli bir asker bize şöyle söyledi: Cehenneme hoş geldiniz…”
Ortadoğu’nun yakın tarihi savaştan, yıkımdan ve talandan ibaret. Son bir senedir Filistin’de süren işgal ise bu tarihin en karanlık sayfalarından biri. Filistin işgalle mücadele etmeye belki alışkın ama ekimden bu yana ardı arkası kesilmeyen İsrail saldırıları, bölgeyi tarumar etmiş durumda. Filistin’in, bugüne varan hikayesini anlatmaya bir haber yetmez elbette. Biz, bugünkü insani krizin tetiklendiği günden alalım hikayeyi. Hamas, 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırarak Aksa Tufanı Operasyonu’nu düzenledi. Bu saldırının ardından 1200 İsrailli öldü, 250’den fazlası esir alındı. Hemen ertesi gün İsrail “misilleme” diyerek Gazze’yi vurdu. İsrail’in ekimden bu yana süren saldırılarında katledilen Filistinli sayısı 40 bini aştı. 90 binden fazla yaralı, 10 binden fazla da kayıp Filistinli var. Ama daha bitmedi; yüzlerce esir, sayısı iki milyonu aşan yerinden edilmiş Filistinli, hastalık, kıtlık, susuzluk, yoksulluk… Tarih tekerrürden mi ibarettir yoksa savaş bir gün dinecek midir bilinmez ama Irak’ta Ebu Gureyb Hapishanesi’nden İsrail hapishanelerine uzanan bir kötü muameleyle yazılıyor Ortadoğu tarihi. Savaş, dünyanın her yerinde, bize her an aynı manzaraları izletiyor. İsrail, Gazze işgali sırasında işlediği savaş suçlarına her gün bir yenisini ekliyor. Belki de bunlardan en çarpıcı olanı, Filistinli tutuklu ve esirlere karşı işlenen insanlık suçu: İşkence. En son Sde Teiman Hapishanesi’nde Filistinli bir tutuklunun hapishane personeli tarafından toplu tecavüze uğramasıyla bütün gözler İsrail’e çevrilmişti.
İsrailli insan hakları örgütü B’TSelem’in raporu İsrail’in Filistinlilere uyguladığı sistematik işkence politikasına yakından bakıyor. Hapishanelerden salıverilmiş 55 eski tutuklunun ifadelerini baz alan rapor, İsrail’in insanlık dışı muamelesini gözler önüne seriyor. Tanıklar, yaşadıkları kabusun detaylarını verirken İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir’in de bir keresinde işkence anında hapishanede olduğunu anlatıyorlar.
İsrail, kurulduğu 1948’den bu yana Filistinlileri bastırmak adına zaten yoğun bir tutuklama ve alıkoyma politikası izliyor. Tanıklardan Muhammed Srur, 2003’ten bu yana 5 kez tutuklandığını söylüyor. Tutuklamalardan birinin sebebi ise Srur’un yaptığı bir Facebook paylaşımı. Srur’un kaderi aslında kendisi gibi tutuklanan binlerce Filistinliyle aynı. İşgalin öncesinde de Filistinliler “eften püften” sebeplerle tutuklanıyordu. Bu sebepler, Filistinlilerin “savaşma yaşına gelmesi” ve bağımsız bir Filistin’i desteklemeleri diye örneklendirilebilir.
Ekimde işgalin başlamasının ardından İsrail, tutuklama politikalarını da sertleştirdi. “Çalışma vizelerinin sürelerinin dolduğu” gerekçesiyle gözaltına alınmaya başlayan Filistinlilerin akıbetinden ne aileleri ne de avukatları haberdar. İsrail Yüksek Mahkemesi’ne açılan davalar “devletin bilgi paylaşma yükümlülüğü olmadığı” iddia edilerek reddediliyor. İsrail, “idari tutukluluk” adını verdiği bir uygulamayla Filistinlileri 1 aydan 6 aya kadar alıkoyabiliyor. Askeri mahkemeler, “İsrail’in güvenliği için tehlike teşkil ettiğine” karar vererek tutukluya hangi suçla itham edildiğini açıklamadan alıkoyma süresini 5 yıla kadar uzatabiliyor.
İsrail’in hukuksuz tutuklamaları hapishanelerin dolup taşmasına da sebep oldu. Aşırı kalabalık hücrelerde tetiklenen bir kötü muamele silsilesi, işkence ve cinsel şiddete kadar da uzanıyor. Nedensiz yere defalarca hapse atılan Srur, 2023’de son kez tutuklandığında karşılaştığı manzaranın daha önce gördüklerine hiç benzemediğini söylüyor. Tutuklanmasının ardından daha hapishaneye götürülürken başlayan psikolojik işkenceyi de şöyle anlatıyor: “Bizi ters kelepçe ile bir otobüse bindirdiler. Askerler bize ‘İsrail halkı çok yaşasın’ diye bilinen bir marşı söyletmek istedi. Reddedenler dayak yemeye başladı. Ben de reddedince kafamı aracın koltuklarına vurdular, sırtıma da sert darbeler aldım. Sürekli bizi Gazze’ye götürüp öldüreceklerini söylediler. …Bu sırada bizi telefon kameralarıyla kaydettiler. Bu işkence neredeyse 10 dakika sürdü.”
B’Tselem’in raporundaki ifadelere göre işgalin ardından hapishanelerde insan sayısı kapasitenin çok üzerine çıktı. Hücrelerde yeterli yatak olmadığı gerekçesiyle tutuklular, yerlerde yatmaya zorlandı. İsrail Yüksek Mahkemesi daha önce tutuklulara yatak temin edilmesi konusunda hapishane yetkililerine “ricada” bulunmuştu. Havalandırmalar çalıştırılmadı, pencerelerin açılmasına izin verilmediği için Filistinli tutuklular temiz hava ve gün ışığından mahrum şekilde aylar geçirdi. Tecrit politikasının boyutu avluya çıkmayı yasaklamaya kadar ulaştı. Avukat ve aile görüşleri konusunda açık yıldırma politikaları izlendi. Tanıklar, sağlık personeli ve avukatları dahil olmak üzere kimseyle görüştürülmediklerini aktardı. Nafha’da tutulan Thaer Halahleh “191 gün boyunca” hiç gün ışığı görmediğini söylüyor.
Negev’de bir hapishanede tutuklu bulunan Musa Asi de yaşadıklarını anlattı. Asi, gözaltı merkezinde başlayıp Negev’deki cezaevinde biten işkenceyi şöyle anlattı: “Bizi gözaltı hücrelerine koydular. Hücreler çok kalabalıktı. En fazla sekiz kişilik bir hücreye 14 kişiyi yerleştirdiler. Böyle bir hücrede üç ila beş demir yatak bulunuyordu. Diğer tutuklular ise yerde, çok ince şilteler üzerinde ve battaniyesiz uyudu. Tuvaletler hücrelerin içindeydi, tuvalet kapısı yerine de kötü kokan bir battaniye asılmıştı. Kasımda Negev Hapishanesi’ne nakledildim ve asıl sıkıntılar orada başladı. Beni yedi kişi kapasiteli bir hücreye koydular ama bu hücreye 12 kişi yerleştirildik. Kalabalıktı, önceki yerlerden daha kötüydü, tek bir adım bile atamıyordunuz.”
Filistinli tutuklular, rutin hapishane aramalarının da Ekim itibariyle zulme dönüştürüldüğünü aktardı. Bazı hapishanelerde aramalar sırasında tutuklular kelepçelendi, yere yatırıldı ve bu halde fotoğrafları çekildi. İsrail, tutukluların birçoğunu hiç yargılamadı. Hukuki süreçlerin bilinçli şekilde uzatılması, mahkeme tarihlerinin ertelenmesi de Filistinlilere karşı işlenmiş suçlar arasında.
İsrail, Müslüman tutukluların dini görevlerini yerine getirmesini de sistematik biçimde engelliyor. Raporda aramalar sırasında bulunan Kuran-ı Kerim’lere el koyulduğu da belirtiliyor. Filistinli tutuklu Eşref El-Muhteseb “Akşam namazı vaktiydi ve gardiyanlar, birinin ezan okuduğunu duydu. Bizi yerleştirdikleri hücreye bir ses bombası attılar ve hızla başka bir hücreye gittiler. Oradaki herkese saldırdılar ve mahkumların çığlıklarını duyduk. Yarım saat boyunca insanları acımasızca dövdüler” diyor.
Tutukluları aç bırakma ve hijyenden yoksun bırakma da İsrail’in işkence politikaları arasında. Bunların yanı sıra İsrail Hapishaneleri, tutuklulara tıbbi tedavi ve ilaç sağlanmamasıyla da gündemde. Tutukluların ifadeleri günlerce aç bırakıldıkları yönünde. Negev’de tutuklu bulunan Musa Asi “Hakime aç ve susuz bırakılmamız, ilaç tedavilerinin engellenmesi gibi durumları şikayet ettim. Hipoglisemim olduğunu ve kan şekerimi biraz yükseltmek için diş macunu yemek zorunda kaldığımı söyledim. Bunu duyunca şaşırdı. Gerçekten diş macunu yemedim ama ağzıma alıp içindeki şekeri emdim” diyerek maruz bırakıldıkları açlığın boyutlarını gözler önüne serdi. Tanıklar ayrıca ışık kullanılarak uykudan mahrum bırakıldıklarına dair ifadeler de veriyor.
Şiddet, bireyler gözaltına alındığı anda başlıyor ve sorgu merkezleri, askeri gözaltı merkezleri ve İsrail hapishaneleri arasında yapılan transferlerde, hapishaneye giriş yaptıkları esnada, yoklama sırasında ve hatta rutin hücre aramalarında da durmaksızın devam ediyor. Filistinliler hücreye giriş ve çıkışlarında, nadiren gittikleri revir ziyaretlerinde ya da “yargılanıyorlarsa” duruşmalarından önce veya sonra şiddete maruz kalıyorlar. Dahası, serbest bırakılmalarına ramak kala bile bu şiddetten kurtulamıyorlar ve tahliye olana kadar kabusu yaşıyorlar.
Tutukluların beyanlarına göre, tutuklulara işkence ve kötü muamelede kullanılan araçlar arasında biber gazı, ses bombaları, sopa, tahta sopalar, metal coplar, tabanca dipçikleri ve elektroşok tabancaları yer alıyor. Bunun yanı sıra tutukluların köpeklerle saldırıya uğraması, dövülmeleri, yumruklanmaları ve tekmelenmeleri gibi uygulamalar da İsrail hapishanelerinde oldukça yaygın. Bu saldırılar sıklıkla ciddi yaralanmalara, bilinç kaybına, kırık kemiklere ve aşırı durumlarda ölüme neden oluyor.
Raporda, ismi kodlanarak ifadesine yer verilen tanık N. H. 7 Ekim 2023’te kendisi ve aynı hücreyi paylaştığı beş kişinin gardiyanlar tarafından öldüresiye dövüldüğünü söylüyor. N. H. “O gün Gazze’de bir şeyler olduğunu duymuştuk. Sonra birden hücreye girip bizi dövmeye başladılar. Ellerimizi kelepçelediler ve hücreye çok fazla biber gazı sıktılar. Ardından Nablus’tan gelen bir mahkumla birlikte tecrit hücresine konuldum. Hücre çok soğuktu, yatak ya da şilte yoktu” diyor.
Filistinli tutuklulara karşı düzeyi zaman zaman değişen cinsel şiddet olaylarının İsrail hapishanelerinde bir “ek ceza” yöntemi olarak uygulandığı bir gerçek. Sde Teiman hapishanesinde gerçekleşen cinsel saldırı bütün dünyanın merceği altına girmişti. Tanıklar, İsrailli askerler tarafından çırılçıplak bırakıldıklarını, özellikle genital bölgelere metal coplarla darbe aldıklarını anlatıyor. Beden bütünlüğü ihlalleri, fiziksel ve sözlü taciz, bilerek sakat bırakma da Filistinlilerin maruz kaldığı işkence arasında. Cinsel saldırı esnasında fotoğraflandığını ya da video kaydına alındığını belirten tanıklar da var.
İsrail hapishaneleri, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun kabinesindeki aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir’in sorumluluğu altında. Filistinlilere uygulanan işkence ne münferit, ne habersiz. Bu sistematik işkence de zaten “yukarıdan” habersiz gerçekleşemezdi. Ben Gvir, göreve geldiği andan itibaren, savaştan çok önce, Filistinli tutukluları aşağılama ve temel haklarını ayaklar altına alma politikasını bizzat üretti. Bakan, daha önce yaptığı bir açıklamada, “Filistinli mahkumlar başından vurularak öldürülmeli” ifadelerini dahi kullanmıştı. Ben Gvir’in yakın çalışma arkadaşlarından Koby Yakoobi, gerginliğin arttığı günlerde hapishanelerde “devrim yaratan” yeni bir sürece başlama niyetini açıklamıştı. Tabii Yakoobi gibi aşırı sağcıların “devrim” dediği şey, yalnızca koşulların kötüleşmesinden ibaretti. Öyle de oldu.
מחבל פת”ח מספר למצלמה על השינוי בתנאי המחבלים בכלא, ומזהיר את חבריו: אל תיכנסו לגיהינום של בן גביר.
הקייטנה הסתיימה. pic.twitter.com/cwwiXV9adI
— איתמר בן גביר (@itamarbengvir) July 4, 2024
Ben Gvir’in hapishane ziyaretlerinin tanıklarından biri olan 58 yaşındaki Musa Asi, ziyaretleri esnasında hapishane personelinin Ben Gvir’e tutuklulara nasıl işkence edildiğini anlattığını söylüyor. Asi, tutukluların Ben Gvir, hücreleri gezerken kafalarının aşağı eğilerek gelen resmi heyete bakmamaya zorlandıklarını ve dolayısıyla gelenleri göremediklerini söyledi.
İfadesinin devamında “Bir keresinde bize Ben-Gvir’in orada olduğunu söylediler. Bu aşağılayıcı ziyareti en az 40 dakika sürdürdü ve ziyaretin tamamında dizlerimizin üstünde bekletildik. Heyet zaman zaman bu suçun ortağı olarak bize hakaret etti ve bağırdı” diyen tanık, İsrail’in üst düzey yetkililerin hapishanelerdeki işkencelerden tümüyle haberdar olduğunu belirtiyor. Bu iddia tamamen tanığın rapordaki ifadesine dayanmakla birlikte 10Haber bu bilgiyi bağımsız olarak teyit edemedi. Ama yine de Ben-Gvir bir ay önce attığı bir tweette “Bir El Fetihli terörist, cezaevindeki koşulların değiştiğini kameraya anlatıyor ve arkadaşlarını uyarıyor: Ben Gvir’in cehennemine girmeyin. Yaz kampı bitti” ifadelerine yer vermişti.
מחבל פת”ח מספר למצלמה על השינוי בתנאי המחבלים בכלא, ומזהיר את חבריו: אל תיכנסו לגיהינום של בן גביר.
הקייטנה הסתיימה. pic.twitter.com/cwwiXV9adI
— איתמר בן גביר (@itamarbengvir) July 4, 2024
Bir başka tanık Firas Hassan, ağır hakaret ve cinsel şiddete uğradıkları sırada cep telefonlarıyla kayıt alan gardiyanların “Şu an Ben Gvir’e canlı yayın yapıyoruz” diyerek kendi aralarında “şakalaştığını” söylüyor.
Ben Gvir daha önce de X hesabı üzerinden bir hapishane ziyaretine dair paylaşımlarda bulunmuştu. “Kendi talimatıyla en ağır şartlarda tutulan” tutukluların kaldığı hücrede tuvaletin ortada bir delik şeklinde, yatakların demir olduğunu, karanlık bir hücrede elleri bağlı 8 mahkumun kaldığını ve arkada İsrail Milli Marşı’nın aralıksız çaldığını aktarmıştı. İsrailli Bakan’ın paylaştığı görüntülerde arkada çalan İsrail Milli Marşı’nın sesi nedeniyle konuşmaların duyulamaması dikkat çekiyordu.
İsrail işgal atındaki bölgelerde sivilleri koruyan Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin imzacısı. Bu yüzden uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olan işkence ve kötü muamele yasağının ihlali, bireyler ya da devlet tarafından gerçekleştirildiğinde insanlığa karşı suç işlenmiş oluyor. Bununla birlikte İsrail, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taraf değil. Ancak UCM’nin Başsavcısı Karim Han hem İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hem de Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmak istiyor.
İsrail, daha önce Güney Afrika tarafından Birleşmiş Milletler’in yargı organı Uluslararası Adalet Divanı’na Filistinlilere soykırım uyguladığı gerekçesiyle dava edildi. Güney Afrika, 84 sayfalık bir iddianameyle İsrail’i 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal etmekle suçlamıştı. İsrail’in kurulduğu 1948 yılından bu yana Filistin halkının sistematik şiddete maruz kaldığı ve mülklerinden edildiğinin, zorunlu göçe tabi tutulduğunun ve bir sömürge haline getirildiğinin altının çizildiği davaya Türkiye de dahil olmak üzere birçok devlet imzacı olmuştu.
Bugün İsrail’deki bu insanlıkdışı durumu konuşuyoruz ama Ortadoğu’da manzara yıllardır aynı. Ebu Gureyb’i hatırlayalım örneğin. Ebu Gureyb Hapishanesi, Irak işgalinin ilk yıllarından itibaren bir işkence merkezi olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ordusuna “hizmet etti.” 2000’lerin henüz başında ABD’nin Irak’a girmesiyle Ebu Gureyb Iraklıların maruz bırakıldıkları işkencenin odak noktalarından biri haline geldi.
O dönem Beyaz Saray’da George W. Bush vardı. Bush yönetimi işkence iddialarını reddetse de çok geçmeden “işkence notları” olarak bilinen, ABD’nin bazı “ileri sorgulama tekniklerini” ifşa eden raporlar ortaya çıktı. O dönem Kızılhaç, Uluslararası Af Örgütü gibi örgütler, sadece Ebu Gureyb’de değil; Irak’ın genelinde, Afganistan’da ve Guantanamo’da ABD Ordusu’nun benzer işkence pratiklerini uyguladıklarını ileri sürdüler.
Ebu Gureyb’de işkencenin boyutlarına akıl sır ermiyordu: Tecavüzler, askılar, falakalar, aç ve susuz bırakmalar… İşkencenin bütün boyutları yine “işkence notları” denilen o belgelerde ifşa edilmişti.