Tarihin tozlu odalarından yılın ilk haftası

Günümüzde yaşanan her şeyin bir başlangıcı var. Onları tarihin tozlu raflarından indirip bugünün perspektifiyle değerlendirmeye başlıyoruz.

Dünya 1 Ocak 2024
Bu haber 11 ay önce yayınlandı

“Her şey gider, her şey geri gelir, sonrasızca döner varlık çarkı. Her şey ölür, her şey yine çiçeklenir; sonrasızca sürer varlık yılı”

Böyle diyor Nietzsche,  “sonrasızca sürer”…

Gerçekten de öyle oluyor. Zamanının en büyük tarihsel gelişmeleri, yerini bir başkasına bırakıyor, en kanlı savaşları da, insanlık psikolojik etkilerini hafızasından sildiğinde, daha kanlılarına dönüşüyor. Böyle böyle sonrasızca dönüyor çarklar, sonrasızca dökülüyor kan, birileri diğerlerine daha haklı olduğunu kanıtlamak için elindeki tüm araçları kullanırken çıkıyor savaşlar. Sonrasızca devam ederken hayat, arşivdeki hayaletler de kendilerini gösteriyor arada. Tarihin tekerrürü yalnızca takvim sayfalarında olur diyerek, yüzyıllardır koparılan o sayfaların derinlerine inmek gerek belki de.

1 Ocak

2 Ocak

3 Ocak…

Sonundaki yıl temsili sayılar değişse de sonrasızca sürüp giden günlere, aylara, arkasındaki hikayelere bir kapı aralamak gerek.

1 Ocak ile başlayalım…

1818’deki 1 Ocak ile.

Kitapta, bilim insani Frankenstein tarafından yaratılan ve “iblis”, “o”, “yaratık” gibi ifadelerle bahsedilen canavar.

Tam 208 yıl evvel Mary Shelley, Victor Frankenstein’ı yarattı… Victor Frankenstein da bir kadının zihninde tam 208 yıl önce, insanların çektiği acıları çeksin diye bir yaratık yarattı.

Sonrasızca devam eden bu yaratı günümüzde sürekli savaştığımız “canavarların” bir izdüşümünü verdi bize.

Bir kadın olduğu için 1818 yılında, tüm dünyada klasikler arasına girecek olan bu kitabı ilk olarak isimsiz yayınlamıştı Shelley. Yazdığı bu eser sonrasında, bilimkurgunun ilk örneklerinden biri olarak kabul edildi. Edebiyatta ve popüler kültürde önemli bir etkiye sahip olan Frankenstein; korku hikâyelerine, filmlere, oyunlara ve daha birçok şeye ilham kaynağı oldu.

Romanın yayımlanmasından bu yana canavarı nitelemek için “Frankenstein” ismi kullanılsa da aslında Frankenstein, bilim insanının adı. Yaratık romanda “yaratık”, “canavar”, “iblis”, “başarısızlık”, “sefil”, “arkadaş” ve “o” olarak adlandırılır. Victor Frankenstein ile konuşmasında “o” kendini “Âdem olması gerekirken haksız yere mutluluktan mahrum edilen, cennetinden kovulmuş bir meleğe” benzetir.

Düşünebilen ve konuşabilen yaratık, hayatının ilk günlerini doğada yalnız başına geçirmiş; insanlardan kendisinden korktukları için nefret etmiş ve saklanmaya başlamıştır. Ardından böylesi bir hayatı yaşamak zorunda bırakıldığı için de intikam almak adına bilim insanı Frankenstein’ın evinin yolunu tutmuştur.

Bilim kurgu öğelerinin yanı sıra bir dışlanmışlık, sevgisizlik ve nefret romanı olan Frankenstein, yazılmasının üzerinden geçen 208 yıla rağmen bize hiç de yabancısı olmadığımız bazı duyguları hissettirmeye devam ediyor. Şüphesiz üzerinden 500 yıl geçtiğinde de bu değişmeyecek.

Şimdi kurgusal canavarlardan çıkıp “insan” olan canavara eğilelim… İnsan olan canavar diyorum çünkü bu sefer 1863 1 Ocak’ına gideceğiz ve konumuz kölelik…

Özgürlük Bildirgesi (Emancipation Proclamation)

Özgürlük Bildirgesi’nin reprodüksiyonu (1864) – ABD Kongre Kütüphanesi

Özgürlük Bildirgesi’nin yürürlüğe girmesi, bundan 160 yıl önce yeni bir yıla, yeni umutlarla girerken gerçekleşti yani yine 1 Ocak’ta. Günümüzde modern köleliğin çarklarını acımasızca döndüren “insan”, bundan 160 yıl önce köleleştirmeyi sona erdiren Özgürlük Bildirgesi için harekete geçti.

ABD’nin özellikle güney bölgelerinde 19’uncu yüzyılın ortalarında ekonomi, tarıma dayalı üretimden geçiyordu. Büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğu güneyde ayaklarında prangalar ve sırtlarında patlayan kırbaçlarla bu gelişimi sağlayanlar, o zamanın yasalarında “taşınır mal statüsünde” bulunan kölelerdi. ABD’nin 16’ncı Başkanı Abraham Lincoln en büyük vaadi olan köleliği kaldırma temennisiyle göreve geldiğinde, 22 Eylül’de Özgürlük Bildirgesi’ni gündeme getirdi. Bildirge 1 Ocak 1863’te yürürlüğe girdi. Kadın, erkek ve çocuklardan oluşan 4 milyondan fazla köle için bu da kurtarıcı olmadı ama en azından özgürlüğe giden yolu açtı.

Özgürlüğe giden yolu açması, Lincoln’ün sonunu getirdi. Siyah haklarına yönelik yaptığı konuşma sonrasında suikasta uğradı.

ABD’nin kendi içerisinde yaşadığı bu değişim aslında neyi değiştirdi diye soracak olursanız “statü” diye cevap verebilirim. Çünkü günümüzde milyonların müzdarip olduğu modern kölelik ve klasik kölelik arasındaki temel farklardan biri de bu. Yani ayağında pranga sırtında patlayan kırbaçlar olmadan da aynı şeyle sınanıyoruz. Köleliğin modern soslu bu versiyonu da birçok kişinin ne yaşadığını anlamaması adına büyük bir tehlike arz ediyor. Prangalar günümüzde beyinlere vuruluyor.

Türkiye’deki modern köleliğe yönelik kısa bir istatistik de verelim. Türkiye, Walk Free adlı uluslararası insan hakları kuruluşunun mayıs ayında açıkladığı Küresel Modern Kölelik Endeksi’nde beşinciliğe yükseldi. Kuruluşun 2018’de hazırladığı son raporda Türkiye 48’inci sırada yer alıyordu.

1 Ocak’ta yaşanan diğer önemli olayları da kısaca sıralayıp takvim sayfasını 2 Ocak için çevireceğim.

  • 1 Ocak 1942’de, günümüzde sadece “kınama organı” olarak hareket eden Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna neden olan Birleşmiş Milletler Bildirisi imzalandı. Bu bildiri, II. Dünya Savaşı’nın Müttefik Devletlerini resmîleştiren ve 1942 ile 1945 arasında 47 ulusal hükûmet tarafından imzalanan ana antlaşmadır. 1 Ocak 1942’de Arkadya Konferansı sırasında ABD, Birleşik Krallık, Çin ve Sovyetler Birliği, sonraları Birleşmiş Milletler Bildirisi olarak bilinecek olan kısa bir belgeyi imzaladılar ve bir sonraki gün 22 ulusun daha temsilcileri belgeye imzalarını eklediler. Birleşmiş Milletler Bildirisi, 26 Haziran 1945’te 50 ülke tarafından imzalanan Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda resmiyet kazanan Birleşmiş Milletler’in temelini oluşturan gelişmelerin en önemlilerinden biridir.
  • Euro, 16 Aralık 1995’te resmen kabul edildi, 1 Ocak 1999’da hesap birimi olarak dünya finans piyasalarına tanıtıldı; madenî para ve banknotları 1 Ocak 2002’de dolaşıma girdi.

2 Ocak

Eğer buraya kadar sıkılmadan okuduysanız, artık sıcak çatışmalara, diplomasi oyunlarına ve günümüz bağlantılarına geçiş yapabiliriz. Zira konularımız, nükleer tehdit ve işgallerden oluşuyor. ABD ve Rusya’nın günümüzde karşı karşıya geldiği Ukrayna konusu ve nükleer anlaşmaların rafa kaldırılmasının tarihsel bir izdüşümünü okuyacaksınız.

Özneler de bir bakıma benzer;

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), ABD…

İşgal edilmesiyle ipleri geren toprak bu kez Ukrayna değil Afganistan.

Rafa kaldırılan anlaşma ise Stratejik Silahların Sınırlandırılması (SALT / İkincisi) yerine geçen Stratejik Silahların Azaltılması (START) oldu.

2 Ocak çerçevesinde işleyeceğimiz konu, dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’ın, SALT II anlaşmasını geri çekmesi.

2. Dünya Savaşı’nın sonlarında 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasının ardından 1968’de Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nın (NPT) imzalanması, silahların kontrolü yönündeki çabalar konusunda nükleer silahsız bir dünya yolunda önemli adım oldu. Bu silahların yalnızca yayılmasını önlemenin yeterli olmadığını düşünen ABD ve Sovyetler Birliği yetkilileri, 1969’da Stratejik Silahların Sınırlandırılması (SALT) görüşmelerine başladı. 17 Kasım 1969’dan Mayıs 1972 tarihine kadar süren SALT görüşmelerinin ardından 26 Mayıs 1972’de dönemin ABD Başkanı Richard Nixon ile Sovyetler Birliği Leonid Brejnev arasında SALT 1 Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre taraflar kendi başkentlerinin etrafında 150 kilometrelik bir alanda 100’den fazla füzesavar füzesi bulundurmayacak ve radar sayısını da 8 ile sınırlandıracaktı. Antlaşmadaki diğer önemli husus da başka ülkelere bu füzelerden verilmeyecek ve füze rampası kurulmayacak olmasıydı. Ayrıca, her iki taraf da 5 yıl süreyle saldırgan füzeler yapmama konusunda birbirine taahhüt vermişti.

Öte yandan bunu 21 Kasım 1972’de başlayan SALT 2 görüşmeleri izledi. İki tarafın stratejik kuvvetlerinin tüm kategorideki teslimat araç sayısını 2250’ye indiren ilk nükleer antlaşma olan SALT 2, uzun pazarlıklar ve müzakerelerin ardından 18 Haziran 1979’da Viyana’da ABD Başkanı Jimmy Carter ile Sovyetler Birliği lideri Brejnev arasında imzalandı. İlkinden daha kapsamlı olan SALT 2 Antlaşması’yla, stratejik bombardıman uçaklarının, kıtalararası füzelerin, denizden karaya atılan füzelerin ve çok başlıklı füzelerin sayılarının sınırlandırılmasına karar verildi. Ancak antlaşma yürürlüğe girmedi.

Peki neden?

Jimmy Carter ve Leonid Brejnev, 18 Haziran 1979’da Viyana’daki Hofburg Sarayı. Basın mensupları sonrasında kült haline gelecek bu kareyi “barış öpücüğü” olarak tanımlamışlardı.

Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter 1 Ocak 1980’de SSCB’nin 1979’daki Afganistan işgaline bir yanıt vermek için anlaşmadan çekildi. 1980 yılında bu gün Başkan Jimmy Carter Senato’dan SSCB ile dünyanın rakip süper güçlerinin nükleer silah konuşlandırmasını engellemeyi amaçlayan SALT II ile ilgili alınacak aksiyonları ertelemesini istedi. ABD’nin SSCB’deki büyükelçisini de geri çağırdı.

Bununla da kalınmadı, Carter Sovyetler Birliği’ne tahıl ve ileri teknoloji ihracatını durdurdu. Moskova’daki 1980 Yaz Olimpiyatları için boykot çağrılarına başladı (Bu boykotun Türkiye yansımaları da ilginç ancak bunun için bültenimizin nisan sayısını beklemeniz gerekecek).

Bu da Kremlin’e Nixon yönetimi sırasında ABD ile SSCB arasında başlayan yumuşama döneminin askıya alındığına dair bir sinyal oldu.

O günden bugüne de işler pek değişmedi. ABD’nin rafa kaldırdığı SALT II anlaşması ardından yerine geçen START da Rusya tarafından askıya alındı. Putin bunu Şubat 2023’teki, “Elbette bunu ilk yapan biz olmayacağız ancak ABD (nükleer silah) testler yaparsa, biz de yaparız. Hiç kimse küresel stratejik eşitliğin yok edilebileceği gibi tehlikeli bir yanılsamaya kapılmasın” sözleriyle duyurdu.

Tabii ki 2 Ocak’ta yaşanan tek kritik gelişme bu değil, lafı uzatmadan değinelim:

Amerika kıtasında yükselen SSCB etkisinden (kızıl korku diye adlandırılır) korkan ABD’nin sosyalistleri, anarşistleri ve komünistleri yakalayıp tutuklattığı, SSCB’ye sınırdışı etmekle tehdit ettiği olaylar silsilesi. Palmer Baskınlarının emrini dönemin Başkanı Woodrow Wilson vermişti. Baskınlar 2 Ocak’ta başlamadı ama 1919’da Yargıç Charles Cooper Nott Jr.’ın New York’daki evinde patlayan bomba iki kişiyi öldürdü. Yine aynı gün operasyona adını veren Başsavcı A. Mitchell Palmer’ın Washington DC’deki evinin önünde bir bomba patladı. Bombayı yerleştiren anarşist Carlo Valdinoci, patlamanın tek kurbanı oldu. Olayın başkentte meydana gelmesi korkuları artırdı. Adalet Bakanlığı, 2 Ocak 1920’de bir dizi operasyon başlattı ve baskınlar 6 haftaya yayıldı. En az 3 bin kişi tutuklandı. Tutuklananlar arasında Alexander Berkman ve Emma Goldman da vardı.

3 Ocak: Kaderin ‘cilvesi’

Burada “kaderin cilvesi” demekte bir beis yok sanıyorum. 3 Ocak’ta gerçekleşen olaylar arasında böylesi bir denk geliş en ilginç olanı.

3 Ocak 1521 yılında Martin Luther, 3 Ocak 1962 yılında da Fidel Castro, dinden aforoz edildi.

History Channel’a göre, 3 Ocak 1521’de Papa X. Leo, Martin Luther’i Katolik Kilisesi’nden aforoz eden papalık bildirisi Decet Romanum Pontificem’i yayınladı. Luther’in takip eden günlerde aforoz belgesini Wittenberg kentinde halkın gözü önünde yaktığı biliniyor. Katolik Kilisesi, Luther’in öncülük ettiği Reform hareketini Katolik Kilisesi’ne karşı bir isyan olarak algılamış, Protestan terimini de reform taraftarları için “isyancı” anlamında kullanmıştır.

Bundan tam 441 yıl sonra ise Küba devriminin lideri Fidel Castro, “Komünist bir ülke” kurduğu için aforoz edildi. Tarih yine 3 Ocaktı. Britannica, Papa XXIII. John’un, Küba’yı komünist bir devlete dönüştüren Fidel Castro’yu aforoz ettiğini yazıyor. O dönemde Roma Katolik Kilisesi komünizme karşı çıksa da sonrasında Castro ölmeden önce Vatikan, ABD ile Küba arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi adına “arabuluculuk” rolü üstlenmişti.

4 Ocak: ‘Kriz kadın’ Pelosi’nin doğuşu

Eski ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti ardından Çin medyası tarafından servis edilen Pelosi’nin 6 günahı isimli çalışma

4 Ocak 2007’de Tayvan krizini tırmandıran kişi olarak yakın geçmişten hatırladığımız Nancy Pelosi, Temsilciler Meclisi’nin seçilmiş ilk kadın başkanı oldu. Pelosi, göreve geldiği günden bu yana da Kriz Kadın olarak adlandırılıyor. Pelosi, 25 yıl aradan sonra 2022’de Tayvan ziyaretiyle gündeme gelmişti. Milyonların, Pelosi’nin uçağının Taipei’ye ineceği anları izlediği Flight Radar sitesi çökmüştü. Bu çöküş, aslında bir korkunun emaresiydi, kriz kadının ziyaretinin savaşa neden olacağı yönündeki endişeler milyonları ekranlara kilitlemişti. O dönem (2022) 82 yaşındaki Pelosi’nin ilkin nisan ayında yapmayı planladığı ziyaret, Covid-19’a yakalandığı gerekçesiyle iptal edilmişti. Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi, o günlerde Pelosi’nin Tayvan’ı ziyaretinin “tek Çin” ilkesinin tanımladığı “kırmızı çizginin aşılması” anlamına geleceği uyarısında bulunmuştu. Pelosi’nin uçağı Tayvan’dan ayrıldığında ise Çin adanın etrafında gerçek mermi ve mühimmat kullanılan bir tatbikata başlamıştı. O günden bu güne de Pasifik suları soğumuyor. Kriz kadın görevi bıraksa da diplomasi onun ektiklerinden nasibini almaya devam ediyor.

Çin haber ajansı Xinhua da ana karanın tepkisini yukarıdaki görselle vermişti. Karikatürde, kızgın bir ifadeyle resmedilen Pelosi’nin dağılmış saçlarında ise işlediği ima edilen “günahlar” yazıyor. Resimdeki “günahlar” şöyle sıralanıyor: “hukukun üstünlüğünün ayaklar altına alınması, geçmişte verilen sözlerden dönmek, barışı baltalamak, Çin’in içişlerine karışmak, manipülasyon ve gücün bencil amaçlar için kötüye kullanılması”

Pelosi’nin anlatılacak çok olayı var elbet ama lafı dolandırmaya pek de gerek yok, ABD tarihinde devlet kademelerinde en üst düzeye ulaşmış kadın siyasetçi olduğunu ekleyelim ve 4 Ocak’ta yaşanan önemli gelişmelere bir bakalım.

Myanmar bağımsız bir devlet oldu

Britanya Birmanyası ya da Britanya Burması 1824 yılında, Britanya Hindistanı’nın bir eyaleti olmaktan çıktı ve İngiliz Birmanyası adı altında, Britanya Hindistanı’na değil, direkt olarak Birleşik Krallık’a bağlandı. 1942’de Birmanya yarı-bağımsız bir eyalet haline geldi. Ancak 3 yıl sonra, 1945’te tekrar Birleşik Krallık’a bağlandı. Bunu takiben 4 Ocak 1948’de de Myanmar Birliği’nin kurulmasıyla bağımsızlığa kavuştu. Kavuştu kavuşmasına ama Myanmar günümüzde cunta yönetiminin vahşi politikaları, iç karışıklık ve  hak ihlalleriyle gündemden düşmüyor.

4 Ocak’ı hem bir okuma hem de bir seyir önerisiyle kapalım. Özgür, siyah bir adam olan Solomon Northup’ın kaçırılıp köle olarak satılmasıyla kabusa dönen hayatını anlattığı 12 Yıllık Esaret isimli kitabı ilk olarak 4 Ocak 1853’te yayınlandı.

Bu kitabın aynı ismiyle çekilen filminin de en iyi film Oscar’ını aldığını da söyledikten sonra 5 Ocak’a geçelim.

5 Ocak

5 Ocak’ta yaşanan önemli gelişmeleri kısaca sıralayıp, asıl uzun uzun anlatacağımız 6 Ocak’a hızlı bir geçiş yapalım:

Takvim yaprakları 5 Ocak 1957’yi gösterdiğinde Eski ABD Başkanı Dwight Eisenhower ünlü doktrinini yayınladı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarafından “Ortadoğu ülkelerini esaret altına alma amacını güden bir tedbir” olarak nitelenen bu doktrin ile Ortadoğu ülkelerine askerî ve ekonomik yardımda bulunulması planlanmaktaydı. Yardımın amacı, Ortadoğu’da komünizmin yayılmasını önlemekti.

Haliyle bu doktrin, Ortadoğu ülkelerini de ikiye böldü. Bu doktrini kabul ettiğini ilk ilan eden; 6 Ocak’ta Lübnan oldu. Lübnan, bu hareketi ile o tarihe kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terk etmiş oldu.

Lübnan’ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve bölgeye yakın Yunanistan, Eisenhower Doktrini’ni kabul ettiklerini açıkladılar. Bunlardan sonra Afganistan, Libya, Tunus ve Fas, en sonunda İsrail bu doktrini kabul ettiklerini bildirdiler.

Buna karşılık, ilk şiddetli tepki Mısır’dan geldi. Arkasından Suriye, bu tepkiye katıldı. Bu iki devleti ise Ürdün ve Suudi Arabistan takip etti ise de, birkaç hafta sonra Suudi Arabistan şaşırtmayarak tutumunu değiştirdi; Eisenhower Doktrini’ni “iyi ve müspet” bulduğunu açıkladı.

Nâsır’ın Ürdün’de monarşiyi devirmek için giriştiği teşebbüsler, Ürdün’ün tutumunu da değiştirecek ve bu ülkeyi Suriye-Mısır cephesinden ayıracaktır. Tabiatıyla Sovyetler de büyük tepki gösterdiler. 7 Ocak’ta yayınladıkları resmi bildiride girişte de belirttiğimiz gibi Eisenhower Doktrinini, “Ortadoğu ülkelerini esaret altına alma amacını güden bir tedbir”, “Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Ortadoğu işlerine kaba bir müdâhalesi” olarak tanımladılar.

Eisenhower’ın yıllar önce 5 Ocak’ta açıkladığı doktrin bugün yaşananların atılmasındaki belki de ilk adımdı.

6 Ocak: ABD’yi değiştiren gün

6 Ocak deyince artık herkesin aklına gelen malum olayı anmak gerekiyor: Kongre Baskını.

Bugün bir ABD Başkanının sabıka fotoğrafı olmasının sebebi olan gün. Kasım ayında yapılacak seçimlere Trump’ın yargılanarak giriyor olmasının da asıl sebebi.

Gelin neler olduğunu hatırlayalım:

ABD’de aşırı sağcı gruplar ve Trump destekçileri, 6 Ocak 2021’de, 3 Kasım 2020 seçiminin sonuçlarının onaylanması oturumunun yapıldığı Kongre binasını basmıştı.

Baskında 1’i polis 5 kişi hayatını kaybetmişti. Baskın nedeniyle halkı isyana teşvikten azil istemiyle yargılanan Trump, Şubat 2021’de Senatodaki oylamada aklanmıştı.

Temsilciler Meclisindeki Demokratlar, Cumhuriyetçilerin itirazına rağmen bir komite kurmuş ve olayı soruşturmaya başlamıştı.

Komite, Trump’ın “isyanı tetiklemek, isyana yardım etmek ve buna ortam hazırlamak”, “resmi bir süreci engellemeye çalışmak”, “ABD’nin düzenini bozmak için komplo kurma”, “yanlış açıklama yapmak suretiyle komplo kurma” gibi suçları işlemiş olabileceği sonucuna varmıştı.

Bugün bu nedenle Trump, federal düzeyde 2, eyalet düzeyinde de 2 olmak üzere 4 davada toplam 91 suçtan yargılanıyor.

Ve haftanın son günü: 7 Ocak Charlie Hebdo saldırısı

Fransa’nın başkenti Paris’te, 7 Ocak 2015’te, Said ve Şerif Kouachi kardeşler, mizah dergisi Charlie Hebdo’nun tartışmalı Hz. Muhammed karikatürü nedeniyle binasını basarak 8’i gazeteci, 12 kişiyi öldürmüştü. Kouachi kardeşler saldırıya gerekçe olarak derginin yayımladığı karikatürlerin “Hazreti Muhammed’e hakaret içermesini” göstermişti.

Saldırıdan iki gün sonra, polisler saldırganların etrafını bir matbaada kuşattı. Aynı gün, Amedy Coulibaly adındaki bir kişi de bir Yahudi marketini bastı ve Kouachi kardeşlerin serbest bırakılmasını istedi. Amedy Coulibaly rehin aldığı 4 kişiyi öldürdü.

Polis operasyonunda hem Kouachi kardeşler hem de Coulibaly ölü olarak ele geçirildi.

Milei'yi bir de onlardan dinleyin: Plaza de Mayo Anneleri 10Haber'e konuştuMilei’yi bir de onlardan dinleyin: Plaza de Mayo Anneleri 10Haber’e konuştu

FHKC Dış İlişkiler Sorumlusu 10Haber'e konuştu: Bu, Hamas - İsrail savaşı değilFHKC Dış İlişkiler Sorumlusu 10Haber’e konuştu: Bu, Hamas – İsrail savaşı değil

 

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.