Meksika’nın ilk kadın başkanının iktidardaki 100 gününde hedefi: Kartelleri bitirmek, uyuşturucu ortadan kaldırmak
2023, Avrupa ve Ortadoğu'da savaşın hakim olduğu bir yıl oldu. Pasifik ise patlamaya hazır bomba misali: Bir yanda Güney Çin Denizi üzerinde anlaşmazlıklar, diğer yanda Kuzey Kore'nin nükleer silahlanma tehditleri bu yıl da bölgeyi hareketlendirecek.
Masmavi gökyüzünün altında, denizin ortasındayız. Hava şartları yolculuk yapmamız önünde engel teşkil etmiyor, ne fırtına ne de şiddetli dalga var. Ama hemen yan tarafımızdan yaklaşan sahil güvenlik korveti üzerimize tazyikli suyu basıyor. Burası Güney Çin Denizi, okuduğunuz senaryo ise geçen yıl boyunca haftada bir, hadi abartmayalım üç haftada bir okuduğumuz haberlerin kısa özeti.
2023 yılının ilk yarısında bozulan Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması’nın yaratacağı gıda krizini konuşurken ikinci yarısında Ortadoğu’da İsrail’in Gazze işgali ve bunun bölgesel bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğini tartıştık. Ama Pasifik’te bambaşka bir kriz usul usul kaynıyor. Bir yanda ABD Çin’i çevreleyen ülkelerle birer birer ittifakını sağlamlaştırırken diğer yanda Çin ve Filipinler Güney Çin Denizi’nde karşılaşıp durdu, ABD’nin eski Temsilciler Meclisi Nancy Pelosi’nin tetiklediği Çin-Tayvan gerilimi Beijing’in hava ve deniz üzerinden Ada çevresindeki devriyelerini artırmasıyla bir ilhak hamlesi de buradan mı gelecek sorularını doğurdu. Vietnam gibi küçük bir ülkenin ABD ve Çin için jeopolitik açıdan ne kadar önemli olduğunu da yine 2023 yılında gördük. Kuzey Kore ve Çin endişesinin Güney Kore ve Japonya arasındaki sömürge yıllarına dayanan husumeti nasıl da rafa kaldırarak ittifaka ittiğine şahit olduk. Pasifik’teki en ufak terslik bile daha büyük bir krizi tetikleyebilir. Geçen yıldan yola çıkarak 2024’te Pasifik’te bizi neler bekliyor mercek altına alalım.
Biraz önce de bahsettiğimiz üzere Pasifik krizi birkaç koldan oluşuyor. Bunlardan biri her ikisi de Güney Çin Denizi üzerinde hak iddia eden Çin-Filipinler’in ihtilaflı denizdeki karşılaşmaları, bir diğeri Çin-Tayvan-ABD krizi ve Güney Kore- Japonya- ABD ittifakının Kuzey Kore’yi harekete geçirmesi. Bu üç krizde de ortak olan şey ABD’nin müdahalesi ve Çin’in çevre ülkeler tarafından tehdit olarak kabul edilmesi.
Kısa cevabımız Güney Çin Denizi’ni. Biz Güney “Çin” Denizi diyoruz ama özellikle Vietnam ya da Filipinler’de böyle demek çok büyük sorun oluşturabilir. Zira iki ülke de bu denize Çin Denizi denmesini kabul etmiyor. Hatta Vietnam bu yıl gişe rekorları kıran Barbie filminin ülkede vizyona girmesine izin vermedi, çünkü filmdeki bir sahnede kullanılan haritada ihtilaflı sulardan Güney Çin Denizi olarak bahsediliyordu. Filipinler filmin beyaz perdede oynamasına izin verdi, ama o da haritanın gösterildiği sahneye sansür uygulanması şartıyla.
Son Amerikan askerlerinin de Filipinler’den ayrıldığı tarihten iki yıl sonra 2 Şubat 1995’te, Filipin donanmasına ait devriye botu kendilerine ait Palawav Adası’nın 240 kilometre kadar açıklarında batık Mischief Reef üzerinde Çin bayrağının dalgalandırıldığı yeni bir yapı buldu. Bu resif Çin’in Hainan Adası’ndan 1000 km uzakta. O zamanlar Beijing resif üzerinde kurduğu yapının sadece Çinli balıkçılara sığınak olması için inşa edildiğini söylemişti. Bugüne geldiğimizde Mischief Reef’te 3000 metrelik havaalanı pisti, radar ve füze sistemleriyle donatılmış Çin’e ait tam teşekküllü askeri karakolun yükseldiğini görüyoruz. Bugün Çin donanması ve sahil güvenlik gemileri bölgede devriye gezerek özellikle Filipinli gemilere ya lazer tutuyor ya da tazyikli su püskürtüyor. Tabii bir de balıkçı teknelerine çarpılması örnekleri var.
Peki ya yıllardır bilinen bir olgu neden son bir yıl içinde iki ülke arasındaki tartışmaları bu kadar büyüttü? Yönetim değişikliğinin bundaki etkisi çok büyük. Bir önceki Filipinler lideri Rodrigo Duterte’nin Güney Çin Denizi politikası çok daha farklıydı. Duterte tam olarak Lahey’in Çin’in Güney Çin Denizi’yle ilgili hak iddialarının yasal dayanağı olmadığına hükmettiği sene göreve geldi. Lahey’in kararı Filipinler’in çıkarlarıyla uyuşsa da Duterte ABD ile “yollarını ayırarak Çin’e yöneldiğini” duyurdu ve bu konuyu rafa kaldırdı. Yolları ayırmanın bir sonucu olarak Washington’un Filipinler ile askeri işbirliğinin yasal dayanağını oluşturan ABD-Filipinler Misafir Kuvvetler Anlaşması’nı feshetme tehditleri savurdu, iki ülke arasındaki askeri tatbikatları askıya aldı ve ABD’nin 1951’de imzalanan Karşılıklı Savunma ve Geliştirilmiş Savunma İşbirliği Anlaşması (EDCA) kapsamında Filipinler’deki üslere erişimini dondurdu. Duterte’nin böyle bir politika izlemesinde Çin’in Filipinler’e 6 milyar dolarlık kalkınma yardımı, üç milyar dolarlık kredi ve 24 milyar dolarlık yatırım sözü vermesinin etkisi oldu. Ne var ki bu sözlerin çok küçük bir kısmı tutuldu.
Mischief Çin’in silahlandırdığı tek resif sayılmaz. ABD’li yetkililere göre şimdiye kadar Spratly Adaları’ndaki üç adayı silahlandırmış durumda, üstelik bölgede yedi askeri karakol da var. Filipinler’deki bir kesimin düşüncesi ABD bölgedeki askerlerini çekmeseydi Çin’in söz konusu adaları silahlandıramayacağı yönünde. Geçen yıl göreve gelen Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos Jr da aynı düşüncede olduğunu göstererek, selefinin tam tersi bir politika izleyerek EDCA’nın ölçeğini genişleterek Washington’un ülkedeki askeri varlığını artırdı. Pentagon artık Filipinler’deki dokuz bölgeye teçhizat yerleştirme ve kuvvetleri rotasyona tabi tutma yetkisine sahip. Bu teçhizatlarla kuvvetlerin bir kısmı Palawan’a, bazıları kuzeye, bazıları da Tayvan’a bakıyor.
Beijing’in EDCA’nın genişletilmesine tepkisi olumlu olmadı tabii ki. Bu hamleyle Filipinlerin ulusal çıkarlarının ciddi zarara uğrayacağını söyleyen Çinli yetkililer, bölgesel barış ve istikrarın da tehlikeye gireceğini vurguladı. Çin’in Manila Büyükelçisi Huang Xilian nisan ayında Filipinli yetkililere “ABD’nin Tayvan Boğazı yakınlarındaki askeri üslere erişimini kolaylaştırıp yangına körükle gitmek yerine Tayvan’ın bağımsızlığına kati bir dille karşı çıkmasını” tavsiye etti.
ABD yakında Tayvan’ın güney kıyısına 200 km uzaktaki Luzon Adası’ndaki terk edilmiş uçak pisti Lal-lo Havaalanı’nı geliştirmeyi planlıyor. Filipin hükümeti uçak pistini onarmak, askerler için konaklama yerleri inşa etmek, yeni bir jeneratör satın almak ve elektrik sistemlerini iyileştirmek için ABD’den fon istemiş. Her ne kadar bu desteklerin Çin Tayvan’a saldırırsa bölgedeki insanların Filipinler’e gelebilmesi ya da Filipinler’den Tayvan’a insani yardımın ulaştırılabilmesi amacıyla yapıldığı söylense de Beijing’in bu çalışmaları o kadar masumane görmediği aşikâr.
Başlıkta da belirttiğimiz üzere Vietnam küçük bir ülke. Ama Vietnam Savaşı’nda ABD’ye kafa tutabilmesiyle tarihteki yerini aldı. ABD’nin savaş sonrası yıllar boyunca ambargo uyguladığı, ancak 2013 yılında kapsamlı bir ortaklık kurduğu Vietnam bu süreçte Çin’i kendine müttefik bellemişse de son yıllarda Filipinler’in yanı sıra Vietnamlı balıkçılar da Çin’in ihtilaflı denizlerdeki hedefleri arasında yer alıyor.
Mesela mayıs ayında Hanoi’nin bölgedeki petrol sondaj faaliyetlerini genişletme girişimi sonucunda Çin ve Vietnam’ın deniz kuvvetleri arasında çatışma yaşandı. Olay her iki ülkenin sosyal medyasında da geniş yankı bulurken ne Hanoi’den ne de Beijing’den açıklama geldi. Bu da tarafların gerilimi daha da tırmandırmaya niyetli olmadığını gösteriyor. Ama Vietnam bölgedeki tehlikenin boyutunun bilinciyle bu sene ilginç bir adım attı. Önce ABD Başkanı Joe Biden’ı ağırladı ve bu görüşmeden stratejik ortaklık kararı çıktı. Vietnam’ın stratejik ortaklık kararı alması önemli çünkü bu şimdiye kadar sadece Çin, Rusya, Hindistan ve Güney Kore’ye tanınmış bir ayrıcalık.
Bu hamleye bir süre eylemsiz kalan Çin iki hafta önce harekete geçti ve bu sefer Çin Devlet Başkanı Şi Cinping Vietnam’a gitti. Bu ziyaretten ise Vietnam’ın Çin’in diplomaside hem ikili hem çok taraflı işbirliklerini hem de küresel ideali tanımlamak için kullandığı “ortak geleceği paylaşan topluluk” içine girmesi çıktı.
Yani burada gördüğümüz şey Vietnam’ın ince ip üzerindeki dengesini sağlayabilirse her iki taraftan da kazanımlar elde edebileceği. Çünkü bir yandan Çin’e alternatif arayan şirketler için hem daha ucuz işgücü hem de tedarik zincirlerinin çeşitlenebileceği bir yer olarak görülürken, diğer yandan da Çinli şirketler için globale açılan kapı niteliğinde. Zira Vietnam, 2019 yılından bu yana Avrupa Birliği ile ticaret serbestisine sahip.
Peki Güney Çin Denizi’ndeki karşılaşmalar savaş tehlikesi oluşturuyor mu? Analistler Çin’in stratejisinin çatışmayı savaş boyutuna getirmeden ihtilaflı sular üzerindeki toprak iddialarını güçlendirmek şeklinde olduğunu söylüyor. Yıllardır bu bölgede devam eden anlaşmazlıklara rağmen olayın savaş boyutuna taşınmaması da çoğu analist tarafından “savaş ve barış arasında gri alan” olarak değerlendiriliyor. Asya-Pasifik’te İlerlemenin Yolları Vakfı’nda araştırma görevlisi olarak çalışan Lucio Blanco Pitlo, South China Morning Post’a verdiği demeçte “Gri alan yaklaşımının Çin’e kazandırdıkları çok fazla, ihtilaflı denizlerdeki konumunu bu sayede herhangi bir savaşı tetiklemeden ilerletebildi” diyor.
Ama yine analistlere göre Çin’in bu politikası savaştan tamamen kaçınması şeklinde de yorumlanmamalı. Çünkü Beijing’in taktiği tazyikli su püskürtmeler ve teknelere çarpmalar gibi yöntemlerle karşı tarafı kışkırtarak ilk adımın onlardan gelmesini sağlamak, Çin’in vereceği karşılığın böylece meşru müdafaa olarak gözükmesi şeklinde olabilir.
Bu yıl gerilim “endişe verici boyutlara” çıkabileceği gibi Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN)-Çin Davranış Kuralları (COC) ya da Filipinler-Çin İkili Danışma Mekanizması gibi diyaloglar görme ihtimalimiz var. ASEAN ve Çin 20 yılı aşkın bir süredir COC’a son şeklini vermeye çabalıyor. Ne var ki henüz büyük ilerleme kaydedilemedi. Tabii burada Filipinler’in tavrı ön plana çıkıyor. Kısa süre önce Vietnam ve Malezya gibi komşu ülkeleriyle ayrı görüşmeler gerçekleştiren Filipinler Devlet Başkanı Marcos Jr. geleneksel diplomatik çabalarla “pek ilerleme kaydedilemediğini” söyleyerek Filipinler’in komşu ülkelerle askeri paktlar yapması gibi bir değişikliğe gitmesi gerektiğini belirtiyor.
ABD ve Çin geçen yıla casus balon kriziyle başladı. Yılın yarısına gelene kadar “ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Çin’e gidecek mi?” diye tartışırken sonunda önce Blinken, sonra ABD Hazine Bakanı Janet Yellen ve diğer bakanların izlediği bir ziyaret silsilesi başladı. Hatta bir noktada Çin’in dost olarak gördüğü 100 yaşındaki ABD’li diplomat Henry Kissinger devreye girmek zorunda kaldı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ABD’li bakanlara göstermediği sıcaklığı Kissinger’a gösterdi. Bu noktadan sonra sıradaki soru şuydu: Şi ve Biden ABD’deki APEC zirvesinde bir araya gelecek mi? Aslında iki liderin yıl ortasında Hindistan’da düzenlenen G20 zirvesinde görüşmesi bekleniyordu ama Şi zirveye gelmeme kararı alınca beklenen gerçekleşmemişti.
İki lider yıl sonuna doğru APEC vesilesiyle bir araya geldiğinde uyuşturucuya karşı savaştan iklim krizine bazı konularda anlaşmaya vardı. Hatta ABD’lilerin gideceğine çok üzüldüğü pandanın yerine yenisinin gönderileceği bile açıklandı. Ama Tayvan konusunda her iki taraf da ortak bir dil kuramadı. Biden bölgede barışı sağlamaya kararlı olduğu türküsünü tuttururken Şi Çin ve Tayvan’ın ayrılmaz bir bütün olduğunu savunmaya devam etti. Hatta ben bu satırları yazarken Şi, daha birkaç gün önce vurguladığı “Çin ve Tayvan ayrılamaz bir bütünün parçasıdır” söylemini yineledi. Yeni yıl konuşmasında halkına seslenen Şi, “Çin ve Tayvan mutlaka yeniden birleşecek. Tayvan Boğazı’nın her iki yakasında da Çinliler ortak gayelerle birbirine bağlı olmalıdır” sözlerini dile getirdi.
13 Ocak’ta bizi Tayvan’daki seçimler bekliyor ve bu seçim sonuçları Çin’in nasıl bir politika izleyeceğini etkileyebilir. İktidardaki Tayvan bağımsızlığını savunan Demokratik İlerici Partisi (DPP) ile Çin kimliğini savunduğu için Çin yanlısı olmakla suçlanan Kuomintang (KMT) karşı karşıya gelecek. İlginçtir, bir zamanlar Çin Komünist Partisi (ÇKP) lideri Mao Zedong’a karşı savaşan Çan Kay Şek’in partisi KMT’nin başa gelmesi Beijing’in bölgedeki Çin kimliğinin daha ağır bastığını daha gür söylemesinin önünü açabilir.
Çin ve ABD ilişkilerinin önündeki en büyük engellerden biri eski Savunma Bakanı Li Şangfu’ydu. Li Çin’in Rus silahları satın alması nedeniyle 2018 yılında ABD tarafından yaptırım listesine alınmış, Beijing yaptırım kalkmadığı sürece ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in Li ile görüşemeyeceğini söylemişti. Bu bağlamda haziranda yapılan Shangri La diyaloguna her iki savunma bakanı da katılmış olsa da Austin ve Li görüşmedi.
Sonra Li Şangfu bir gün aniden ortadan kayboldu. En son 29 Ağustos’ta halkın karşısına çıkan Li’den bir daha haber alınamadığı gibi ekim ayında da görevinden alındı. ABD’li yetkililer Li’nin görevden alınmasının arkasında Çin’in askeri teknolojisini geliştirmekten sorumlu birimin başında bulunduğu beş yıl boyunca “ihaleye fesat karıştırma” ve “denetim eksikliği”yle ilgili olarak soruşturmaya takılmış olabileceğini söylüyor. Çünkü Çin’in nükleer cephaneliğinin kontrolünü elinde tutan üst düzey yetkililer de ağustos ayında hiçbir uyarı yapılmadan değiştirilmişti.
Yeni savunma bakanı ise 29 Aralık günü belirlendi: Çin donanmasının 62 yaşındaki eski komutanı Amiral Dong Jun. Savunma bakanı olarak deniz subayının seçilmesi alışılmadık bir durum ama bize çok şey anlatıyor. Çin’in Pasifik’te askeri üstünlük elde etmek ve Tayvan’ üzerindeki egemenlik iddialarını daha da bastırmak için gerek duyduğu deniz gücüne öncelik verme hedefine gayet de uyan bir hareket. Tüm kariyerini donanmada geçirmiş Dong, Çin’in esas hareket alanı olan Güney ve Doğu Çin denizlerindeki filolarını komuta etme deneyimine sahip. Ayrıca Çin’in önemli bir müttefik olarak gördüğü Rusya ile zamanında pek çok ortak tatbikatta da yer aldı.
Peki Dong’un ABD ile ilişkilerde rolü nasıl olabilir? Malum Şi ve Biden’ın görüşmesinde ordular arası iletişim kanallarının yeniden açılması kararlaştırılmıştı. Bu konu ABD’nin özellikle önem verdiği bir konuydu. İletişimsizliğin yanlış anlaşılmalara, yanlış anlaşılmaların çok daha büyük bir felakete yol açacağını düşünüyordu çünkü. Li ile açılması pek mümkün olmayan iletişim kanalları Dong ile yeniden açılabilir. Tabii burada ABD’nin söylemlerine dikkat etmesi de çok önemli. Biden’ın Şi ile görüşmeden hemen sonra düzenlediği basın toplantısında Çinli lidere “diktatör” yakıştırması yapması gibi durumların tekrarlanması iki ülke arasında kızışmalara neden olabilir.
Güney Kore ve Japonya sömürge döneminden kalma şiddetli bir anlaşmazlık yaşıyor. Sorunun kaynağı geçmişte Japon askerlerin cinsel ihtiyaçlarının zorla Koreli kadınlar tarafından karşılanması gibi kara lekeleri Japonya’nın kabul etmemesi. Japonya özür dilemediği gibi sömürge dönemindeki insan hakkı ihlalleri için tazminat ödemeye de yanaşmıyor. Moon Jae In’in Güney Kore’de iktidar olduğu dönemde Japonya ile ilişkiler bu sebepten dolayı kopma noktasına gelmişti. Aynı dönemde Moon, Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile Kore sınırında bir araya gelerek, barış umutlarının artmasını sağlamıştı. Yoon Suk Yeol döneminde ilişkiler bir kez daha tersine döndü. Yoon, Japonya’dan tazminat beklemeyi rafa kaldırdığı gibi güvenlik anlaşmalarını sıkılaştırdı ve ABD ile ortak askeri tatbikatlar düzenledi.
Kuzey Kore ise Güney’in hem ABD hem de Japonya ile yakınlaşmasından hoşlanmadığını 2023’te 100’den fazla füze fırlatarak gösterdi. Ayrıca Moon döneminde Kim ile imzalanan sınır güvenliği anlaşması da Kuzey Kore’nin yörüngeye oturttuğu ilk casus uydu ile feshedildi. Şimdi Kim bu sene yörüngeye üç casus uydu daha fırlatmayı planladığını söylüyor. Ayrıca nükleer silahlanmayı da hızlandıracağı anlaşılıyor. Analistler Kuzey Kore’nin saldırgan tutumunun ABD seçimlerine kadar devam edeceğini söylüyor. Trump bir kez daha Beyaz Saray’a dönerse Kuzey Kore ve ABD arasında iletişim kanalının yeniden açılacağı düşünülüyor. Zaten Seul ile Pyongyang’ın birbirine en fazla yakınlaştığı dönemde Beyaz Saray’da Trump vardı.
Biden’ın görevde kalmaya devam ettiği bir senaryoda karşılıklı kışkırtmalar muhtemelen devam edecek. Kuzey Kore, Rusya ve Çin blokuna yakınlaşmaya devam ettikçe Güney Kore ve Japonya’nın ABD etrafında toplanarak kenetlenmeye devam etmesi beklenen bir şey.