Artık bankaların değil özel ve dev varlık yönetim şirketleri ile onların fonlarının yönettiği bir dünyada yaşıyoruz. Daha ilginci bu fonların çıkardığı bazı finansal ürünleri biz bireysel yatırımcılar da alıp satabiliyoruz.
Avrupa, düzenleyici kurumların yoğun baskısı altında “A la Franga” bir şekilde anemik büyümeye 2. viteste devam ederken biz güzel ve yalnız ülkemiz Türkiye’de büyümenin kozmetik ve enflasyonun enerjik olduğu nevi-şahsına-münhasır “A la Turca” dengemizde durmaya çalışıyoruz.
Okyanusun öbür tarafında ise Amerikan piyasaları “a la Amerika“ tarzda derin bir rol değişimi içinde. Bunun global sermaye piyasaları ve Türkiye için de ilginç yansımaları var.
90’ların sonu 2000’lerin başında Londra’da bankacılığa başladığım sırada Amerikan sermaye piyasalarının ağır abileri çoğu Wall Street kökenli yatırım bankaları idi. Bu şirketler büyük finansal holding modeli altında küresel sermaye dinamikleri içerisinde hem aracı (yatırım bankacılığı), hem borç verme, hem yatırımcı hem de varlık yöneticisi kanalları ile çok ayaklı dev ahtapotlar seklinde hareket ediyor; bazen birbiriyle çelişkili bu rolleri aynı anda idare ediyor, aynı zamanda düşük sermaye yeterlilikleri altında büyük ve verimli kazançlar elde ediyorlardı. Bunlar hepimizin bildiğimiz isimler; Goldman Sachs, Morgan Stanley, Merrill Lynch, Credit Suisse, Citibank vs…
Bu global ve kazançlı model ilk depremini, LTCM fonunun batması ile ilk sinyallerini verip sonra 2008’de Bear Stearns ve Lehman Brothers gibi bankaların iflası ile devam eden bir regulatif dönemece girilmesiyle yaşadı. Ardından onu takip eden uzun soluklu düşük faiz döneminde (2010’dan itibaren) kurumsal yatırımcılar (özellikle dev emeklilik/varlık fonları, devlet varlık fonları ve üniversite fonları) daha yüksek getiri sunan ‘alternatif ve özel getiri enstrümanlarını’ keşfetti ve sevdi. Bunların en başında özel sermaye ve hisse, borç ve indeks fonları geliyordu ki bu enstrümanlar bankalardan farklı, Varlık Yönetim Şirketleri (VYŞ) tarafından yönetiliyordu.
Faiz getirisinin düşüklüğü ardından, 2022’den itibaren enflasyonun global olarak yukarı yönlü hareketi, Silicon Valley Bank’ın batması ile başlayan küçük-orta çaplı Amerikan bankalarına ait risk göstergesinin artması vs. derken birden büyük bankaların özellikle borç verme tarafında sıkılaşmaya gitmeleri ile VYŞ’ler devreye daha agresif şekilde girdi ve bir anlamda alışık olduğumuz bankaların yerine geçti.
Geçmişte VYŞ’ler iki kategoriye ayrılıyordu. Birincisi Tradisyonel Varlık Yönetim Şirketleri (TVYŞ) ve öbürü ise Alternatif Varlık Yönetim Şirketleri (AVYŞ). İlki daha çok hisse ve tahvil gibi işlem gören halka açık ürünlere odaklı, diğeri ise özel (yani işlem görmeyen) ürünlere odaklı – hem sermaye hem de borç spektrumunda. Bu ayrım artık biraz kalktı, çünkü iki şirket tipi de artık birbirlerinin alanlarına girmiş, hatta birbirleriyle kaynaşmış durumda.
Bugün bu VYS’ler hem kredi veriyor, hem sektörel bazda en önemli özel sermaye yatırımcı konumuna geldiler, hem de ana işleri olan küresel hisse/tahvil varlık yönetiminde büyümeye devam ettiler. Bugün gelinen resim şu: 2008’de USD 12 trilyon varlık havuzu içinde olan VYS’ler bugün itibariyle yaklaşık 4 kat büyüyerek USD 45 trilyonluk bir varlık havuzuna (Kaynak: Wall Street Journal, Financial Times ve Prequin) eriştiler. Bugün Amerikan bankalarının toplam varlık büyüklüğü ise bunun yarısı olan USD 23 trilyon. Bu VYŞ fonlarından en büyükleri olan State Street’in varlık havuz büyüklüğü USD 4 trilyon’un üzerinde- Alman ekonomisinin GSMH büyüklüğünden daha büyük (Türkiye’mizin GSMH büyüklüğü yaklaşık USD 900 milyar civarı olduğunu hatırlayalım). İlginç ve önemli bir manzara değişikliği…
Peki bu bizler için ne anlama geliyor?
1- JP Morgan CEO’su Jamie Dimon Washington koridorlarında hava atmaya devam etsin, artık küresel sermayenin gerçek efendileri Blackstone CEO’su Larry Fink ve Apollo CEO’su Marc Rowan gibi abilerimiz. Bu işin biraz daha magazinsel tarafı ve belki bir gün bu ilginç ve özel hayatları ile de çok gündeme gelen bu karakterler hakkında da söyleşiriz.
2- Daha teknik taraftan bakarsak klasik kredi ve sermaye kaynakları artık regülasyonlar anlamında daha rahat hareket eden ve yönetimsel olarak daha esnek hareket eden AVYS’ler olacak gibi duruyor. Bu bir anlamda likiditenin dünya ve bölgesel çapta devam edeceğinin göstergesi.
3- Biz bireysel yatırımcılar da yakın geçmişe kadar sadece büyük kurumsal yatırımcılara açık olan VYŞ’ler tarafında sunulan bu ürünlerden artık yararlanıyor olacağız.
Bizler artık, mesela Blackrock’un İ-shares hisse indeks fonlarından zaten alabiliyorduk da şimdi ayni grubun özel sermaye, kredi, borç veya altyapı yatırım fonlarından da hisse alır gibi alabiliyoruz. Yani bu halka kapalı ürünlere erişimimiz arttı. Maliyet ve likidite parametreleri hisse alim satımına göre bir ölçek daha zor ama yine de artık yapılıyor. Ve bu VYŞ’ler büyüdükçe özellikle bireysel yatırımcılara daha farklı “hisse-vari” alınıp satılabilen ama temelindeki ürün bambaşka olan yatırım araçları sunmaya devam edecek.
Büyümeleri ile paralel olarak son bir senelik donemde özellikle AVYS’ler birçok büyük alıma imza attı. Bunlardan en büyüğü Ocak’ta, Credit Suisse’deyken beraber çalıştığım arkadaşlarımın kurduğu altyapı fonu olan Global Infrastructure Partners’ın Blackrock tarafından USD 12,5 milyara satın alınması oldu. Yine aynı dönemlerde dünyanın en büyük AVYS’lerinden olan CVC ve General Atlantic de birer altyapı fonu aldıklarını açıkladı (DIF Capital Partners ve Actis). Çok kısa bir süre içinde bu alt yapı sermaye fonları kendilerini biz bireysel yatırımcılara kolay alınıp satılabilen ürünler şeklinde pazarlamaya başlayacak.
Türkiye’de ise bu global gelişmelere karşı resim pek değişmedi. Bankalarımız, dünyadaki gelişmelerin aksine, piyasalardaki ürünleri domine etmeye devam ediyor. Zaten bizim gibi orta ölçekli gelişen bir piyasa için daha farklısını beklemek saflık olurdu. Ama tabii âtıl durmuyoruz. Son dönemde enflasyona koruma aracı olarak, hisse piyasalarını yeniden keşfettik (bunu bir önceki yazımda ele almıştım- https://10haber.net/ekonomi/oryantal-ist-halka-arz-dalgasi-a-la-turcadan-a-la-frangaya-242060/). Buna ek olarak, BES’lerin yatırımcı bazında domine ettiği ve portföy yönetim şirketleri tarafından sunulan GSYF özelinde olduğu gibi ataklar oldukça ilginç ve yukarda bahsettiğim gelişmeler ışığında ümit verici. Ancak ülkemizde bankalardan bağımsız olan VYŞ piyasamız gelişmedikçe bizler daha sığ olan ürün havuzumuzdan beslenmeye devam ederiz. Bu noktada emeklilik fonlarına ve bağımsız portföy yönetim şirketlerine daha çok iş düşüyor.
Bu konuyu da bir ileriki yazılarımda detaylı kaleme alacağım. Ama şu anda önceliğim, bu “A-LA” serimin üçüncü ve son yazısı, Körfez ve Riyad seyahatim sonrası kaleme alıp sizlerle paylaşmak istediğim ve körfezdeki ilginç sermaye hareketlerini detaylandıracak olan ‘A LA ARABICA’ yazım olacak… Tekrar buluşana kadar, sağlıcakla kalın…
Emre K Mimaroğlu- Yirmi yıllık yatırım bankacılığı kariyerinde, büyük küresel bankalarda üst düzey mevkilerde bulunmuş ve Gelişen Ülkeler (ve Türkiye) de birçok büyük halka arz, finansman, devir/birleşme işlemleri gerçekleştirmiştir. Şu anda kendi yatırım ve danışmanlık şirketini yönetmektedir. https://www.linkedin.com/in/emre-k-mimaroglu-7772797b