Cem Boyner: Bildiğimiz her şeyi unutalım

Boyner Grup’un patronu Cem Boyner, birkaç gün önce bir kitap tanıtımı vesilesiyle uzun bir sohbet yaptı, bugün hayata, işe ve dünyaya nasıl baktığını anlattı. ‘Sen 10 yıllık iş geçmişin üç ay sonra çıkacak sorunu çözmeye yetmeyebilir’ diyor.

9 Kasım 2024

Cem Boyner’i dinlerken, gazetecilik hayatım da film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Ekonomi, iş dünyası ve şirketler, haber, röportaj ve köşe yazılarımın konusu olunca, daha stajyer olarak gazeteye adımımı attığım ilk günden itibaren izlemeye başladığım isimlerin başında geldi Cem Boyner.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ikinci sınıfa yeni başlamıştım, aynı anda Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu ikilisinin medya dünyasında taşları yerinden oynattığı Sabah Gazetesi’ne staj için gelmiştim. Can Ataklı Yayın Koordinatörü, Şule Talu ekonomi bölümünün şefiydi. Ekonomi sayfasında Cem Boyner’in toplantıdan çıkışı sanıyorum yürürken çekilmiş bir fotoğrafı vardı, ’TÜSİAD Kanarya Sevenler Derneği Değildir’ cümlesi manşete çekilmişti. Açıkçası bu haberi mesleğe yeni adım atmış bir gazeteci adayından ziyade bir okur olarak hayranlıkla okuduğumu hatırlıyorum.

Boyner Holding’in kurucusu Osman Boyner’in aktif olduğu zamanlardı ama Cem Boyner artık öne çıkmaya başlamıştı. Farklı bir TÜSİAD Başkanı olacağını daha ilk günden göstermiş, demokrasinin bir gereği olan eleştiri hakkını sonuna kadar kullanacaklarını, kürsüden Ankara’ya yüksek sesle dile getirmişti.

Siyasete atılmak yakışmıştı

Cem Boyner, nezaket kuralları çerçevesinde her zaman düşündüğünü çekinmeden söylemekten yana oldu, bu da bir gazeteci olarak beni gerçekten çok etkiledi. İş dünyasında, bir bu cesareti gösterenler bir de sessiz kalmayı tercih edenler vardı çünkü. Ez cümle, o günlerdeki heyecanını da siyasete atılmasını da Cem Boyner’e çok yakıştırmıştım. 

Farklıydı, daha güzel, daha refah, daha adil bir Türkiye’yi inşa etmek istiyordu ve bunun için de sahaya inmişti. Anadolu’yu karış karış geziyordu. Çok çaba gösterdiğini biliyorum ama işte Türkiye’de öylesine zor ki siyasette ilerlemek… Hele de hali vakti yerinde bir iş insanı için gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal adeta. 

Cem Boyner’in siyaset yolculuğu sandıkta son bulduğunda 41 yaşındaymış. Ben siyasete 37 yaşında atıldığını da hatırlamadım, ta ki geçen gün Boyner Yayınları’ndan çıkan Steven Bartlett imzalı ‘Bir CEO’nun Günlüğü’ isimli kitabın lansmanında yazar ve araştırmacı Akan Abdula ile yaptığı güzel sohbeti dinleyene kadar…

Steven Bartlett’i ilgiyle takip ediyorum. Podcast yayınlarının ve mikrofon tuttuğu isimlerle yaptığı röportajlarının sıkı takipçisiyim. Müthiş başarılı bir seri girişimci. Kitapta kendi cümleleriyle de okuyabilirsiniz. Milyar doları aşan sektör lideri dört şirketin CEO’su, kurucu ortağı ya da yönetim kurulu üyesi olarak görev yapmış, şirketlerine 100 milyon dolara yakın yatırım toplamayı başarmış, kırktan fazla şirkete yatırım yapmış, aralarında Apple, Coca-Cola, Nike, Amazon, TikTok, Logitech gibi pek çok önemli markaya pazarlama konusunda danışmanlık yapmış üstelik henüz 30 yaşında, gerçekten çok başarılı bir isim.

Uzun bir aradan sonra yeniden Cem Boyner’i dinlemek

Cem Boyner’i de bu ilginç kitaba ve yazarına atıfla bir sohbette dinlemek, yine düşündürücü, ufuk açıcı ve sorgulayıcı oldu benim için. Boyner Grubu’nun öncelikle Beymen markasını nerden nereye getirdiğini herhalde en iyi bilen gazeteciler arasında yer almışımdır, sayısız röportaj, sayısız toplantı, her yenilikleriyle ilgili sayısız haber… Sonra Boyner mağazaları, Advantage Kart ile hayatımıza giren taksitli alışverişler, koşulsuz müşteri mutluluğu ile müşteri ve marka arasındaki ilişkiyi en üst seviyeye taşıyan atılımlar…

Cem Boyner ve daha siyasete atıldığı günlerden beri yanında olan eşi ve başarılı bir iş insanı Ümit Boyner ve Boyner’de kurduğu ekip gerçekten perakende dünyasında sıkı rüzgarlar estirmeyi başardı. Türkiye ne krizlerden başını kaldırabildi ne de siyasi bir istikrara kavuşabildi uzun bir süre ama kimi iş insanları hem umut pompalayarak Türkiye’ye yatırım yapmayı hem de pahasına olursa olsun ayakta kalmayı seçti. İşte Boyner Grubu ve Cem Boyner bu gruba dahildi.

Uzun bir aradan sonra Cem Boyner’i dinlerken aldığım notları size aktarmak istiyorum bugün… Bence her zaman Cem Boyner hem iyi bir hatip – cümlelerini şahane kuruyor hem de bunca yılın tecrübesiyle biriktirdiklerini çok güzel aktarıyor… Kim bilir bu yazıyı okuyan özellikle gençlere de umut olur…

Cem Boyner bugün hayata, işe, dünyaya nasıl bakıyor?

Neyi öğretmek istiyorsun diye soruyorsanız, önce herkesin bildiklerini unutmalarını öğretmek istiyorum: Ne hayat ne de üç beş yıllık üniversite, senin bundan sonra yaşayacakların için hiçbir şey, gerçekten hiçbir şey. Bugün konuştuğumuz konuların yüzde 70’i üç yıl önce konuşulmuyordu. Üç yıl sonra konuşulacak mı bilmiyorum. Bildiğim dünün formülüyle bugünün problemi çözülmeyecek. Çok ezbere takıldık. Bilgi her yerde var. Aç Google’ı sorduğun sorunun cevabını buluyorsun ama çözüm becerisi, hani insanlar muma bakarak ampulü bulmadılar ya, itiraz kültürünü geliştirerek buldular. Bizim de itiraz kültürünü geliştirmemiz lazım. CV’lerde hep şuna bakıyorum, acaba ben bu CV’de karakter ile ilgili bir şey öğrenebilir miyim, yoksa üniversite bitirmiş, bir yerde master yapmış, falanca şirkette 10 yıl çalışmış olmanın bir önemi yok artık. Üç ay sonra karşına çıkacak olan problem, senin on yıl yaptığın iş ile hiç ilgili olmayacak çünkü. Orada gerçekten terk edebiliyor mu bildiklerini, işte bunu arıyorum ben.

Bildiklerimizi unutalım: Su 99 derecede kaynıyor bir halt olmuyor ama bir derece daha fazla kaynadığında, buharlı gemiyi kaldırıyor. Yani senin 99 dereceye kadar harcadığın her şey boş, çoğu insan 95’te, 97’de, 98’de yoruluyor. Bu kadar koyduk olmadı diyor. Oysa fark o bir derecede…Bildiklerimizi unutalım…

Absürd bir şey deniyoruz, devrim olacak: Makul insan dünyaya ayak uydurur. Makul olmayan insan dünyanın kendisine ayak uydurmasını bekler. Hiçbir buluş makul insanlar tarafından ortaya çıkmadı. İlle de bir direnç, itiraz, meydan okuma var. Bu absürt gelebilir. Şu anda şirkette çok absürt bir olay ile deniyoruz. Bakalım nasıl olacak? Tüm dünyada müşterilerin elini en çok titreten ‘ya haftaya indirime girerse ya yarın indirime girerse’ Biz diyoruz ki satın aldığınız ürün bir ay içinde indirime girerse, aradaki farkı hesabınıza yatırıyoruz. Amazon sadece Prime üyelerine yapıyor istediği zaman, biz bunu herkese yapacağız. Bu doğru. Doğru olan şeyin hesabı yapılmaz. Koşulsuz müşteri mutluluğu kadar bence perakendede yapılan en büyük devrimlerden biri olacak.

Gireceğin savaşları kendin seçmelisin: Burası Türkiye bunu unutmamak lazım. Gireceğin savaşları senin seçmen lazım. En önemli kurallardan biri bu. Bu yaşta böyle düşünüyorum. Müşteriler artık sizden devletin yapması gerekenleri yapmanızı bekliyor, pozisyon almanızı bekliyor. Kadın hakları konusunda pozisyon almanızı, çocuk hakları, sokak hayvanları, ağaçlar konusunda öne çıkmanızı bekliyor… Bu konuda devletin başka kurumlarının göstermediği sahipliği senin yapmanı bekliyor. Bunları yapıp hiç suya sabuna dokunmaman mümkün değil. İstanbul Sözleşmesi geri gelsin diye bangır bangır konuşuyoruz. Bunlar nötr olaylar değil.

Nike kalbimi nasıl kazandı: Nike’ın kadın konusunu işleyen bir reklamını gösterdiler bana geçen gün, ben bir anda Nike’cı oldum. Bakın ayakkabı demiyorum. Benim kalbimi kazandı. Boyner ‘de satılan ürünlerin yüzde 50’si başka yerlerde de satılıyor. Sadece bana gelmesi için müşterinin kalbinden geçmek gerekiyor, yoksa o ürün başka yerlerde de var, gider istediği yerden satın alır.

Kimleri kızdırmayı seviyorum? Ben galiba sadece renksizleri kızdırmak istiyorum. Steven Bartlett’in güzel bir ifadesi vardı. Hani diyor ya 15 saniyen var bir şey anlatıyorsun, nasıl kazanacaksın seni dinleyenleri? Ben önce kaybedeceklerimizi hesap ediyorum. Çok açık. 100 kişiye konuşacağım zaman bir kere 25 kişiyi hemen silmek istiyorum. Niye? Çünkü zaten yumuşak yumuşak herkesi kazanayım diye gidersem 15 dakika sonra oradakilerin yüzde 100’ünü kaybedeceğim. Herkesin dikkat alanı çok kısa. İlk başta çok sert gidip, 25’i dökülsün, geri kalanı beni anlayacak ya da anlayıp da karşımda olacak olanlar. Onlar gerçek insanlar. Gerçekten kazanmam gerekenler. Ortada konuşarak hiç bir yere gidemiyorsun aslında.

Hayat uzun ve sert bir yolculuk: Hayatım boyunca iyi arkadaşlarım oldu, seçtiklerimi çok iyi seçtim. Devam edemediklerim benim kabahatimdir. Bizim ülkemizde yaşadığınız zaman hafta sonlarım şuna benzer diyemiyorsun, burası senden çok şey bekliyor. Hollanda olsaydık başka olurdu. Ahmet Hamdi Tampınar’ın bir cümlesi vardı, çok ağır bir söz. Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkanını vermiyor.  O kadar çok borcumuz var ki düne, bugüne, yarına….Çok uzun ve sert bir yolculuktan bahsediyorum.

YDH’dan sonra üç ay evden çıkmadım: İradenin zorlandığını hissettiğim anlar oldu mu? O kası sonradan nasıl geri çalıştırıyorum? Ben daralınca önce Ümit’e (Boyner) danışıyorum. Hiçbir kimse sonsuz dimdik değil. Kırıldığın, yıkıldığın anlar var. Geçen gün Ümit söyledi. Yeni Demokrasi Hareketi’yle seçimlere katıldıktan sonraki üç ay evden çıkmamışım. Ümit, ‘Utandım. Söz verdin, ümit verdin ama sen üç ay boyunca yok oldun’ dedi. Darmadağın oluyorsun. O zaman çok gençtim. 37’de siyasete girdim, 41’de bıraktım.

Dağ sana gelmiyorsa… Şimdi biraz daha insan sakin düşünüyor. Şimdi çözüm üretemezsem yeni formül deniyorum, onu üretemezsem paradigmayı değiştirmeye çalışıyorum. Ben dağa gidemezsem, gülme, dağın bana gelmesine uğraşıyorum. Trakya’da bıldırcına gideriz arkadaşlarla. Orada hep rastladığım bir çoban var, koyunlarıyla gelir ve ne zaman hâl hatır sorsam, koyunlarını dereye götürmesine rağmen bir türlü su içiremediğini ve bu nedenle de süt alamadığından şikâyet ederdi. Aradan zaman geçti. Bir iki yıl sonra köpeğimle çıktım arazide dolaşıyorum, yine bu çobana rastladım. Gülümsüyor, keyfi yerinde, bir şey olmuş. ‘Ne oldu? Nasıl gidiyor’ dedim, ‘Çok iyi abi’ dedi. ‘Ne oldu? Senin koyunlar su içmeye mi başladı’ dedim. ‘Abi ben o işi hallettim’ dedi. ‘Nasıl hallettin’ diye sordum. ‘Ne fark ettim biliyor musun abi’ dedi. ‘Az ileride bir tuz kayası olduğunu keşfettim. Önce koyunları buraya götürüyorum, tuzu yalıyorlar, yalıyorlar ve çok susuyorlar, koşa koşa dereye gidiyoruz ve litrelerce su içiyorlar. Akşam da güzel süt yapıyorlar.’ Şimdi ben de bunu söylüyorum. Dağ sana gelemiyorsa sen dağa gitmek için uğraş. Steven Bartlett’i örneklerine bu nedenle bayıldım… Aykırı gitmeyi, çözümü oralarda aramayı söylüyor. Çok hoşuma gitti.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.