Enflasyon düzeltmesiyle oluşabilecek her sorunun önceden öngörülmesi mümkün olmasa da en azından kâr elde etmemiş şirketlerin vergilendirilmesi gibi baştan bilinen ve sıkça dile getirilenler için uygulama başlamadan önce çözüm üretilmesi gerekiyor.
Enflasyon düzeltmesi sonucu bir işletmenin aktifleri pasiflerinden çok daha yüksek hale gelebiliyor ve bu da işletmeyi kâra geçirici bir etki yaratabiliyor. Böylesi bir durumda da aslen ticari faaliyetlerinden herhangi bir kâr elde etmemiş, hatta belki dönem içerisinde herhangi bir ticari faaliyet bile yürütmemiş işletmeler, bir kazanç elde etmiş gibi değerlendirilip vergiye tâbi tutulabiliyor. Böylece, bir “enflasyon vergisi” alınması söz konusu olmuş oluyor.
Enflasyon düzeltmesinin bir “enflasyon vergisi”ne dönüşmemesi için ve uygulamada herhangi bir sorun yaşanmaması için neler yapılabilir? Bu iki konuya ilişkin açıklamalara yer vermeden önce, enflasyon düzeltmesinin her koşulda bir “enflasyon vergisine” sebebiyet vermediğinin, hatta bazı durumlarda kâr eden işletmelerin vergi ödememelerine yol açabileceğinin altının çizilmesi gerekiyor.
Öz kaynakları zayıf, aktifleri kuvvetli işletmelerin, enflasyon düzeltmesi sonucunda, ticari faaliyetlerinden kâr elde etmeseler dahi, bir vergi yüküyle karşılaşmaları son derece olası. Benzer bir sorunla, aktiflerinde fazla stok, ham madde vb. kıymetler barındıran işletmeler de karşılaşabilir. Örneğin, Haziran ayında teslim edeceği bir mal veya hizmeti üretebilmek için Aralık ayında yüklü bir ham madde ve yardımcı madde alımı gerçekleştiren bir işletme, henüz üretime geçmeden veyahut üretime geçtiği halde çıktı üretip satamadan, Ocak, Şubat ve Mart’ı kapsayan ilk geçici vergi döneminde enflasyon düzeltmesi kapsamında söz konusu ham madde ve yardımcı maddelerin yeniden değerlemeye tâbi tutulması ile bir vergi borcuyla karşılaşabilir. Böylesi bir borç, ancak değerleme sonucu aktiflerin pasiflerden daha fazla değer kazanması halinde doğacaktır. Anlaşılacağı üzere, bu husus küçük ve orta ölçekli işletmelerden ziyade, büyük ölçekli işletmeler için bir sorun teşkil ediyor.
Enflasyon düzeltmesine ilişkin tartışmalarda, bu durumun tam tersinin de hayata geçebileceği sık sık göz ardı ediliyor. Stoğunda yüklü bir mal bulundurmayan ve sermayesi güçlü olan işletmeler (al-sat yapan firmalar gibi), yaptıkları ticari faaliyetten kâr elde etmiş olsalar dahi, pasifleri aktiflerinden daha fazla değer kazanacağı için, herhangi bir vergi borçları doğmayabilir. Diğer bir deyişle, enflasyon düzeltmesi sayesinde normalde ödeyecekleri kurumlar vergisi ortadan kalkabilir ve bir nevi “enflasyon indirimi” etkisi doğabilir.
“Enflasyon indiriminden” yararlanan işletme sayısının, “enflasyon vergisine” tâbi olacak işletme sayısından fazla olması halinde ise, vergi gelirlerinde düşüş yaşanması söz konusu olabilir. Türkiye’de şirketlerin sermayelerinin genel olarak zayıf olduğu sıklıkla belirtildiğinden, bu olasılık uzak bir ihtimalmiş gibi görünüyor.
Bilançolarda yer alan kalemlerin gerçek değerlerini yansıtmalarını amaçlayan enflasyon düzeltmesi, zararlı bir uygulama değil. Aksine, yüksek enflasyon dönemlerinde böylesi bir uygulamanın yapılması zaruri. Enflasyon düzeltmesi her koşulda ek bir vergi yüküne de sebebiyet vermiyor. Aktifte bulunan bir kıymet satıldığında, amortisman hesaplamalarında ve benzeri bazı hallerde, düzeltme yapılmamış duruma kıyasla bir “vergi avantajı” dahi sağlaması mümkün.
Enflasyon düzeltmesine ilişkin en temel sorun, Türkiye Serbest Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB) tarafından da belirtildiği üzere, üç ayda bir yapılacak olması. Üç ayda bir yapılacak bir değerleme, işletmelerin ticari faaliyetlerinin vergisel açıdan hatalı değerlendirilmesine sebebiyet verebilecek nitelikte. Özellikle üretim yapan işletmeler bakımından, faaliyetleri için bulundurmaları gereken ham madde ve yardımcı maddelerin üç ayda bir değerlemeye tâbi olması, elde edilmeyen kâr üzerinden vergilendirmeye yol açabilir. Üç ayda bir ödenecek böylesi bir ek verginin de işletmelerin nakit akışı üzerinde olumsuz bir etki yaratma ihtimali son derece yüksek.
Enflasyon düzeltmesine ilişkin bir diğer problem ise, uygulamada karşılaşılabilecek pek çok teknik sorunun halihazırda belirsizliğini koruması. Oluşabilecek her sorunun önceden öngörülmesi mümkün olmasa da en azından bilinen ve sıklıkla dile getirilenler için enflasyon düzeltmesi uygulanmaya başlamadan önce bir çözüm üretilmesi gerekiyor.
Enflasyon düzeltmesine ilişkin tartışmalar sürerken göz ardı edilmemesi gereken iki husus var. Bunlardan ilki, Türkiye’de bulunan işletmelerin çoğunun öz kaynaklarının zayıf kalması. Belki daha az kurumlar vergisi ödemek için, belki de başka bir amaçla işletmeler az öz kaynak- fazla borç ve aktif yapılanmasını tercih ediyor. Öz kaynakların güçlendirilmesi, sadece enflasyon düzeltmesi etkilerinden korunmak için değil, işletmelerin ve genel olarak ekonominin sağlığı için son derece önemli.
İkinci ve daha önemli nokta ise, tartışmanın vergi sisteminin enflasyona nasıl ayak uyduracağından ziyade enflasyonun nasıl düşürüleceğine odaklanması gerektiği. Vergi sistemi de dahil, hayatın her alanını olumsuz etkileyen ve artık büyük ölçekli işletmeden küçük esnafa, emekliden öğrenciye herkesin tahammül sınırlarını çoktan aşmış yüksek ve giderek de yükselen enflasyonun durdurulmasıdır asıl hedef…