Hepsi sanki bambaşka bir evrene ait… Grimm ya da Andersen masallarından fırlamış gibi görünüyorlar ama gerçekte varlar! Bu sıra dışı güzelliklerle fantastik bir dünyaya dalmanız an meselesi.
Zen-Budist tapınaklarından sürreal mimari örneklerine, masal kitaplarından kaçmış gibi duran şatolardan çim çatılı evlere kadar her biri gerçekliğin sınırlarını zorlayacak kadar güzel. Özbekistan’dan Japonya’ya fantastik bir yolculuğa çıkıyoruz.
Düzensiz oval pencereler, renkli mozaikler, sıra dışı oymalar ve taş işçiliği… UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan ve “Kemikler Evi” olarak da adlandırılan bu şaheser, düz çizgilerden tamamen kaçmayı seven İspanyol mimar Antoni Gaudi’nin baş yapıtlarından biri ve Gaudi modernizminin canlı kanıtı. Bugün gördüğünüz tasarım daha önceden yapılmış evin 1904 yılında tekrar tasarlanmasıyla oluşmuş ve Gaudi binayı bizzat restore etmiş. Casa Batllo, 1877’de ilk sahibi Lluis Sala Sanchez tarafından yaptırılmış,1900 yılında ise Josep Batllo tarafından satın alınmış. Binanın en ilgi gören bölümü ön cephenin üst kısmında bulunan ve bir sürüngenin sırtını andıran dik, dar ve renkli Ejderha Sırtı.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan ve ‘Altın Köşk’ olarak da bilinen Kinkakuji, nefis bir göletin üzerinde süzülüyormuş gibi duruyor ve bu özelliği de sanki bu dünyadan değilmiş gibi görünmesine neden oluyor. Resmi olarak Rokuonji olarak bilinen tapınak, şogun Ashikaga Yoshimitsu’nun emeklilik villasıymış ve onun vasiyeti üzerine 1408’deki ölümünden sonra Rinzai mezhebinin bir Zen tapınağı haline getirilmiş. Tarih boyunca pek çok kez yakılan bina 1955 yılında yeniden yapılmış. Kinkakuji, Yoshimitsu’nun emeklilik kompleksinden geriye kalan tek bina.
Orta Asya İslam mimarisine büyüleyici bir bakış açısı sunan Hive, Özbekistan’ın en masalsı şehirlerinden biri. Saraylar, camiler, anıt mezarlar ve medreselerle dolu İçan Kale olarak adlandırılan eski kentiyle gerçekten görülmeye değer ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nin bir parçası. Hive’nin en sembolik yapısı ise Muhammed Emin Han Medresesi’nin ön tarafında yer alan ve Hive Hanlığı Hanı Muhammed Emin Bahadur tarafından yaptırılan, tamamen sırlı çinilerle kaplı Kalta Minor minaresi. (Kısa Minare). Dünyanın en yüksek minaresi olarak tasarlanan Kalta Minor’un inşasına 1852 yılında başlanmış ancak Muhammed Emin Han’ın 1855’te ölümüyle durmuş. 80 metre olması planlanan minare bugün 47 metre.
Norveç ile İzlanda’nın ortasında yer alan 18 adadan oluşan, kasvetli, güzel ve sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi duran Faroe Adaları’nın ikonik simgeleri çim çatılı evleri kuşkusuz. Danimarka’ya bağlı olan, dünyanın en yeşil adalarından birinde çatıların da çimden olması pek de garipsenecek bir şey değil tabii. Evler binlerce yıldır bu şekilde inşa ediliyor ve hem yağmurdan korunma sağlıyor hem de ısı yalıtımı yapıyor.
Çatıları yazın yeşil, kışın toprak tonlarında olan bu sevimli evleri (Turf-roofed houses), küçük köylerden başkent Torshavn’a kadar her yerde görebilirsiniz. Vagar Adası’nda küçük köyler Gasadalur ve Bour, Leitisvatn Gölü, Streymor Adası’ndaki Tinganes ve Reyni ile Saksun bunlardan sadece birkaçı.
Loire Vadisi’nin tamamı muhteşem şatolardan oluşuyor ama Chateau de Chenonceau, güzellik ve ihtişam denince ilk anda akla gelenlerden biri. Bu güzel şatoyu çevreleyen bahçeler tüm ülkede en çok ziyaret edilen yerlerden biri. Bugünkü hali 16’ncı yüzyıldan uzanıyor. Şato olağanüstü bir mobilya, duvar halısı ve resim koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. 16’ncı, 17’nci ve 18’nci yüzyılın en büyük Avrupalı ressamlarının bu şaheserleri, şatonun tarihini ve bu tarihte kadınların oynadığı başrolü yansıtıyor.
‘Taht Oyunları’ (Games of Thrones) dizisinde de Kral Yolu olarak kullanılan Karanlık Çitler (Dark Hedges), Kuzey İrlanda’nın Antrim Kontluğu’nda, Armoy ve Stranocum arasındaki Bregagh Yolu boyunca uzanan, 18’nci yüzyılda dikilen ama bir kısmı zamana yenik düşen kayın ağaçlarından oluşan bir cadde. Kayınlar, Gracehill House arazisine geniş bir giriş sağlamak için 1775 civarında dikilmiş ve yaklaşık 250 yaşındalar. Ağaçların ilginç bir tünel oluşturduğu Karanlık Çitler, Kuzey İrlanda’nın en turistik cazibe merkezlerinden biri.
M.S 1180 ile 1250 yılları arasında inşa edilmiş, sonraları eklemeler ve restorasyonlar yapılmış ve müzeye dönüştürülmüş. Eski Norveç Anıtlarını Koruma Derneği tarafından finanse edilerek işletilen kilise, üç nefli direkli bir kilise olarak sınıflandırılıyor. Duvarları dikey ahşap tahtalar veya çıtalarla oluşturulmuş, bu nedenle “çıta kilisesi” olarak da adlandırılıyor. Kilisenin alınlık sırtlarının süsleyen, stilize edilmiş dört ejderha başı var ki yakından baktığınızda bunların İskandinav gemilerinin pruvalarında bulunan oyulmuş ejderha başlarıyla benzerliklerini görebilirsiniz.
Renkli kubbeleri ve dönen desenleriyle gerçekten fantastik bir görünüme sahip. Moskova’nın Kızıl Meydan’ında bulunan bu Ortodoks kilisesi, şüphesiz Rusya’nın en popüler kültürel sembollerinden biri. 1561 yılında Rus Çarlığı’nı kuran ‘Korkunç Ivan’ lakaplı Ivan IV Vasilyevich’in emriyle inşa edilen katedralin rengarenk sekiz kubbesi var ve her biri sekiz ayrı zaferi simgeliyor. Önceleri som altın olan kubbeler 1670’ten sonra değişik renklerde boyanmış.
Sanki elinizle buruşturup yeniden zemine oturtmuşsunuz gibi duran bir binayla karşı karşıyasınız. Dünyanın en tuhaf yapılarından biri olduğu su götürmez. 2004 yılında inşa edilen, yaklaşık 4.000 metrekare alana yayılan ve dekonstrüktivizm stilinde tasarlanan bina, Rezydent adlı bir alışveriş merkezinin bir parçası olarak hizmet veriyor. Tasarımcılar binanın ilham kaynağının masallar ile Jan Marcin Szancer ve Per Dahlberg’e ait çizimler olduğunu belirtiyor. Çarpık Ev restoranlara, kafelere ve yerel bir radyo istasyonuna ev sahipliği yapıyor.
Müzikaller döneminin efsane oyuncuları, unutulmaz dans ikilisi Fred Astaire ve Ginger Rogers’a adandığı ve dans eden iki partneri sembolize ettiği için ‘Fred and Ginger’ olarak da adlandırılan Dans Eden Ev, oldukça dikkat çekici. Hırvat ve Çek kökenli bir mimar olan Vlado Milunic’in Kanada kökenli mimar Frank Gehry ile işbirliği yaparak tasarladığı bina 1996 yılında tamamlanmış. Geleneksel mimari akımlara uygun olmayan ve dekonstrüktivizm stilinde olan bu tasarım inşaatın onaylanmasından itibaren tartışmalara neden olmuş. Çekya’nın ilk cumhurbaşkanı olan Vaclav Havel inşaatın gerçekleşmesini desteklemiş ve binanın kültür aktivitelerinin önemli bir merkezi olacağını umduğunu belirtmiş.
Ünlü Angkor Wat kompleksinin bir parçası olan tapınak, fantastik film mekanlarını aratmıyor ve ‘Lara Croft: Tomb Raider’ filminde kullanılması da tesadüf değil elbette. Khmer İmparatorluğu’nun son başkenti olan Angkor Thom, 12’nci yüzyılın sonlarında Kral VII. Jayavarman tarafından kurulmuş. Kentte daha önceki dönemlerden kalanların yanı sıra kral Jayavarman ve daha sonra gelen kralların yaptırdığı birçok anıt var. Kral VII. Jayavarman’ın annesine adanmış bir eğitim merkezi ve Budist manastırı olarak yapılan tapınak, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. 12’nci yüzyıldan günümüze uzanıyor ve Banyan ağaçlarının dev kökleriyle yoğun ilgi çekiyor.
Tropikal ve sisli doğasıyla Güneydoğu Asya’nın en masalsı yerlerinden biri. Myanmar’da, Mandalay Bölgesi’nde tapınaklarla dolu antik bir kent olan Bagan, 9’ncu yüzyıldan 13’ncü yüzyıla kadar günümüzdeki Myanmar’ın oluşumuna kaynaklık eden Pagan Krallığı’nın başkentiydi. Bagan ovalarında inşa edilen 10.000’den fazla Budist tapınağı, pagoda ve manastırdan arta kalan 2200’den fazla tapınak ve pagoda günümüzde halen ayakta duruyor. Bagan Arkeoloji Bölgesi birçok kişi tarafından Kamboçya’da bulunan Angkor Vat ile eşit cazibede kabul ediliyor.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Borobudur Tapınağı,dünyanın tek parça halinde ve en büyük Budist tapınağı. Yapımının 75 yıl sürüdüğü düşünülen tapınakta her biri 40 kilo ağırlığında olan iki milyon blok taş kullanılmış. 504 Buda heykeline, 2760 rölyefe ve 72 tane stupaya sahip olan tapınağın hangi tarihte yapıldığına dair resmi kayıt olmamakla beraber Sailendra Hanedanlığı dönemine denk gelen M.S 750 yıllarında inşa edildiği düşünülüyor. Sir Stamford Raffles tarafından 1814 yılında keşfedilen tapınak, UNESCO tarafından restore edilmiş.
Renkli sarayları ve bahçeleriyle ünlü bu güzel kentin en ikonik simgesi, geçmişi 19’ncu yüzyıla dayanan Pena Sarayı. Portekizli mimar Possidonio da Silva tarafından tasarlanan ve
Sintra Dağları’ndaki bir tepenin üzerinde duran saray hem ulusal bir anıt, hem kale, hem de UNESCO Dünya Mirası Listesi’nin bir parçası. Kral II. Ferdinand tarafından yaptırılmış ve 1854 yılında tamamlanmış. İçinde, Portekiz ve İspanya’ya has bir seramik olan azulejolalarla dekore edilmiş bir kilise, manastır ve yemekhane de bulunuyor.
‘Beyaz Tapınak’ olarak da bilinen Wat Rong Khun, Tayland’ın en ünlü tapınaklarından biri. Taylandlı sanatçı Chalermchai Kositpipat tarafından yapılan tapınak, hem Taylandlı hem de yabancı çok sayıda ziyaretçiyi kendine çekiyor ve bu da onu Chiang Rai’nin en çok ziyaret edilen turistik yerlerinden biri yapıyor. Dış yüzeyler beyaz sıva ve entegre cam parçalarla süslenmiş.