Onlar sıradan bir turistik cazibe merkezinden çok daha fazlası. Paris’in gösterişli restoranlarından Avrupa’nın diğer ikonik adreslerine kadar dünyanın en şık restoranlarına davetlisiniz.
Şık iç mekanlar, ahşap mobilyalar, kristal avizeler, bronz heykeller, yüksek tavanlar ve art nouveau detaylar… Avrupa’nın en şık restoranları bir sonraki seyahatiniz için ilham kaynağı olsun.
Tverskoy Bulvarı’ndaki bu şık restoran, saray kültürünün gölgelerini günümüzün modern yaşamıyla buluşturuyor.
Altı yıl boyunca yüzlerce sanatçı ve zanaatkar ahşap paneller, bronz dekorlar, kalıplar, dekoratif resimler, kristal avizeler, mobilyalar ve sofra takımları üretmiş ve restoran 2005 yılında açılmış.
Salonlar Rönesans’tan Neoklasizme kadar geniş bir saray stili yelpazesine sahip olsa da, adında da vurgulandığı gibi geç barok ve Çin stili hakim.
Napoli’nin tarihine tanıklık eden Gran Cafe Gambrinus, anti-faşist duruşu nedeniyle hep göz önünde olmuş.
70’li yılların başında Napolili girişimci Michele Sergio, iki oğlu Arturo ve Antonio ve damadı Giuseppe Rosati ile birlikte burayı eski ihtişamına geri döndürme hayaliyle kafeyi devralmış ve zamanla Gambrinus’u eski ihtişamına getirmeyi başarmış. Bugün 1816 yılından kalan Foresteria binasının zemin katında yer alıyor.
Antik orijinal sıvaların titizlikle restorasyonu ve değerli fresklerin kurtarılması sayesinde Napoli’nin en prestijli kafesi olarak kabul edilen Gambrinus, misafirlerini Art Nouveau tarzı zarif odalarında ağırlıyor.
Alain Ducasse ve yönetici şefi Amaury Bouhours tarafından yönetilen Restaurant le Meurice Alain Ducasse, Paris’te lezzet tutkunlarının müdavimi olduğu adreslerden.
Versailles Sarayı’ndaki Salon de la Paix’den ilham alan restoran ihtişamıyla öne çıkıyor: Antika aynalar, kristal avizeler, bronzlar, mermerler ve freskler. Klasik zarafet, çağdaş mobilya ve objelerle bir araya getirilmiş.
Michelin yıldızlı restoran elbette yüksek fiyatıyla da adından söz ettiriyor.
Dünyanın en şık ve en güzel kafelerinden biri ve sıradan bir turistik cazibe merkezinden çok daha fazlası.
19. yüzyılda Budapeşte’de New York sigorta şirketi adına yaptırılan New York Sarayı’nın zemin katında yer alıyor bu kafe.
İtalyan Barok tarzının göze çarptığı New York Cafe, avizeleri, freskleri ve tavan resimleriyle bir Fransız Sarayı’nın salonunu andırıyor ve anlayacağınız gibi son derece ihtişamlı.
Binanın kendisi 120 yıllık olmasına rağmen, II. Dünya Savaşı’nın tahribatından etkilenmemiş, bu nedenle 2006 yılında yeniden hayata döndürülmüş.
Lüks hizmete geleneksel bir yaklaşım…
Four Seasons Hotel Frenze’deki michelin yıldızlı Il Palagio, Executive Şef Paolo Lavezzini ve ekibinin Floransa’daki İtalyan mutfağına dair vizyonunu yansıtıyor ve Toskana’nın mirasını onurlandırıyor.
Ve tabii romantizm… Floransa’nın kalbinde yer alan Four Seasons Hotel Frenze’deki restoran, şehrin cazibesi ve tarihi güzelliğinin ortasında mükemmel bir romantik deneyim sunuyor.
Roma’nın en seçkin restoranlarından biri. Bu güzel şehrin en köklü otellerinden Hotel de Russie’nin içindeki restoran şıklığıyla göz kamaştırıyor.
Executive Chef Alessandro Buffolino’nun ünlü Fulvio Pierangelini ile işbirliği içinde hazırladığı yemekler Roma mutfak kültürüne bir saygı niteliğinde. İtalyan mutfağının en ünlü lezzetleri Şef Fulvio Pierangelini tarafından denetleniyor.
Profesyonel hizmet, nefis tadım menüsü ve çok daha fazlası…
Terasa U Zlate Studne, Prag’ın çatılarına bakan göz kamaştırıcı terası ve şef Lukas Hlavacek’in başyapıtlarıyla övgüyü hak ediyor. Restoranın bulunduğu binanın tarihi ise 1528’e kadar uzanıyor.
Sizi öğle yemeğine, akşam yemeğine veya bir kadeh şarap eşliğinde oturmaya davet eden bu şık restoran, pek çok benzersiz gastronomi ödülünün de sahibi.
Covent Garden’daki bu çok şık restoran şehrin en romantik mekanlarından.
Kusursuz hizmeti, açık şöminesi, ışıklı süslemeleri ve tepesindeki çiçeklerle süslü kış bahçesiyle ünlü. Bu bahçe kış aylarında mum ışığında rahat bir vahaya dönüşen olağanüstü bir açık hava yemek deneyimi vadediyor.
Restoranda düzenli olarak tadım etkinlikleri düzenleniyor. Bu etkinlikler şarap tutkunları ve dünyanın en iyi şarap üreticileriyle buluşmak için harika bir fırsat.
San Marco Meydanı’ndaki kafe, 300 yılı aşkın bir geçmişe sahip.
Chinese Room’un duvarlarında Doğu’dan ilham alan, altın varaklı süslemeler, çerçeveli ve kırmızı kadife kanepeler dikkat çekiyor. Oriental Room ile Chinese Room arasındaki küçük geçitlerin duvarlarındaki aynalar labirent etkisi uyandırıyor.
Room of the Illustrious Men, Venedik’in 10 ünlü adamına adanmış. Senate Room, tarihi ve sanatsal değeri nedeniyle Venedikliler tarafından kafenin en önemli odası kabul ediliyor. Room of Seasons çiçek süslemeleriyle çevrelenmiş. Liberty Room ise 1920 yılında kafenin iki yüz yılını kutlamak için oluşturulmuş.
Saint- Germain’deki Cafe Le Procope, Paris’in en eski kafesi. 1686 yılında Sicilyalı şef Francesco Procopio dei Coltelli tarafından açılmış.
Napoleon sık sık gelirmiş, hatta şapkası bile var. Voltaire, Rousseau, Diderot, Robespierre gibi Fransız Devrimi’nin önemli isimlerini ve Aydınlanma filozoflarını, Paul Verlaine gibi Fransız şiirinin önde gelen isimlerini ağırlamış.
İçeride Fransız yazar ve filozof Voltaire’in çalışma masasıyla, Benjamin Franklin’in XVI. Louis ile Yeni Cumhuriyet arasında 1778’de imzalanan Dostluk ve Ticaret Anlaşması’nın taslağının hazırlandığını gösteren bir plaket de görülebilir.
La Sirenuse Hotel’in ana restoranı La Sponda, katıksız bir romantizm vadediyor. Muhteşem manzarasıyla konuklarını kendine hayran bırakan, Michelin yıldızlı restoran, Napoli ile Amalfi Sahili’nin muhteşem mutfak geleneklerinden ilham alıyor.
Akşamları 400 mumla aydınlatılan restoranda her şey taze, yerel ve mevsimlik. Şef Gennaro Russo, işin püf noktasının toprağı, ürünlerini dinlemek ve öğrendiklerinizi en saf özüne kadar damıtmak olduğunu söylüyor.
Tarihi 1900’e kadar uzanan bir restoran var karşımızda.
Ahşap üzerine Pompei tarzı tablolar ve zemindeki mozaikler salona ayrı bir şıklık katıyor.
Jack Nicholson ve Diane Keaton’ın başrollerini paylaştığı ‘Something’s Gotta Give’ filminde de kullanılan bu restoran, özellikle soğan çorbası ve deniz ürünleriyle hayli gözde.
Nefis yemekler ve çok şık bir ambiyans…
Belle Epoque’un tüm ihtişamına tanık olacağınız, gösterişin hem mutfakta hem de salonda sergilendiği bir restoran burası.
Gar de Lyon’daki buram buram tarih kokan Le Train Bleu’ye “gar restoranı” demek haksızlık olur, çünkü o kadar şık ki restorandan çok bir Paris sarayının salonunu andırıyor.
1901 yılında açılan restorana 1963 yılında aynı adlı trenin adı verilmiş.