Bir yıl sonra hâlâ kayıp: Hatay
19 yaşındaydı. Ömrünün üç dört yılı mutlu mesut geçti. Öncesi hep bir mücadele. "Belki 20 yaşımı görmem" diye söylermiş, göremedi 6 Şubat'ta iki kardeşiyle yaşamını yitirdi. Fenomen Taha Duymaz Suriye sınırındaki köyünde şimdi kardeşleriyle yatıyor.
Türkiye’nin yaşadığı en büyük depremdi 6 Şubat. İki ayrı deprem toplam 90 saniye sürdü ama 0 saniyeler yüzbinlerce insanın hayatını etkiledi. Resmi rakamlara göre 53 bin 537 kişi öldü. 11 il etkilendi. Ama en çok da Hatay.
Ben Olkan Özyurt, Hazar Dost ile birlikte geçen hafta Hatay’daydık. Yıldönümü öncesinde bu kadim şehirde neler yaşıyordu insanlar? Depremde çöken binaların enkazı temizlenmiş belki ama hala ağır hasarlı binalar yıkılıyor. Gerisini siz düşünün. Çadır kentler yok belki ama her taraf çadır. Konteyner’lara hayatlar sığmıyor. Bir zamanlar evlerin olduğu alanlar, arabaların geçtiği caddeler, sokaklar… Şimdilerde çölü andıran düm düz arazi.
Yetkililer bir yıl içinde hayatın asgari düzeyde de olsa normale döneceğini söylüyorlardı ama anladığımız daha çok zaman geçmesi gerekiyor bunun için. Deprem hasarlı binalarıyla, travmasıyla, çadırıyla, yokluğuyla, çamuruyla, çaresizliğiyle, uykusuzluğu ile her gün her an kendini hatırlatıyor Hataylılara.
Hataylılar büyük bir belirsizliğin içerisine hapsolmuş gibi. Kimse ne olacağını bilemiyor. Dertleri çok, seslerini duyan var mı emin değiller. Kimle konuşsak “Anlattıklarımızı yayımlayacaksınız değil mi?” diye sorma gereği duyuyorlar. Anlıyoruz ki belirsizlik, güvensizlikle iç içe geçmiş.
Kayıplarının verdiği ağırlık altında yaşamak onlar için büyük bir suçluluk duygusuna dönüşmüş. Kaç kişiden duyduk “En huzurlu yer mezarlıklar” diye. Sevdiklerinin mezarlarına sığınıyorlar. Ağlıyorlar, ağıt yakıyorlar.
‘Kıyameti yaşadık’ diyen Hataylılar, depremden sonra geçen 365 günün öyküsünü anlattı. 50’sinden sonra enkazlardan demir toplayarak geçinmeye çalışanlar, sağ çıkan ama deprem karmaşasında kaybolan oğlunu arayanlar, hala çadırda yaşamak zorunda kalanlar, adı ‘Ruh’a çıkan arafta kalanlar, sevdiklerinin arkasından ağıt yakan analar… İlk sözü 6 Şubat’ta Taha Duymaz ile birlikte iki evladı, Melek ve Umut’u kaybeden Meryem Ana’ya bırakıyoruz…
Türkiye’nin Suriye sınırındaki köylerden birinde, Güveççi’de başlayan bir hayattı Taha Duymaz’ınki. O sınırdaki köyde büyüdü, o sınırdaki köyden çektiği yemek videolarıyla Türkiye onu tanındı. 6 Şubat depreminde hayatını kaybeden binlerce insanımızdan biriydi Taha. Şimdi o sınırdaki köyde yatıyor…
19’unun sonundaydı yaşamını yitirdiğinde. Mezarına yazılmış doğum tarihi 1 Eylül 2003. 2019’da sosyal medyadan paylaştığı yemek videoları sayesinde kısacık ömrünün son üç dört yılı mutlu geçse de öncesi yoksulluk, mücadele, 12 kardeşli bir evde hayata tutunma çabası.
Hazar ile Hatay’a yaklaşık 40 km uzaklıktaki Güveççi Köyü’ne gittimizde Taha’nın babası Mehmet Duymaz karşılıyor bizi. Yüzü gölgeli, “Hoş geldiniz” deyip sobalı evin salonuna bizi buyur ettiğinde annesi Meryem Duymaz’ı görüyoruz, ağlamaklı hala, “Ben yaşamıyorum artık. Üç çocuğum gitti. Her gün gidiyorum mezarına evlatlarımın” diyor.
Meryem Ana’nın 11. evladı Taha. Son çocuk ise Melek. Umut ikisinin de büyüğü. Üç evladını da 6 Şubat’ta yitirmenin acısı Meryem Ana için tarifsiz: “Allah kimseyi, düşmanımı bile evlat acısıyla sınamasın oğlum. Dayanılır gibi değil” derken ellerini istemsizce sıkıp duruyor.
Bir yandan da kendine kızıyor Meryem Ana: “Hissettim ben depremin olacağını. Hatay’dalardı. Israr ettim köye gelmeleri için. 5 Şubat’ta gelecekti Melek’le. Hatta babası onları almak için yola bile çıktı. Ama Umut’un doğum günü kutlaması vardı, kaldılar. Melek istemiş gece kalmayı. Taha aradı ‘Yarın geleceğiz’ dedi. Babası yoldan döndü. O yarın olmadı. Gecesi deprem oldu.”
Halasının evinde yakalanmış Taha Duymaz kardeşleriyle birlikte depreme. Mehmet Bey “Hemen gittim. Sekiz katlı bir apartman. Her katta dört daire var. Binayı görünce anladım ‘Buradan sağ çıkmazlar’ dedim kendi kendime. 12. gün çıkarabildik Tahaları” diyor. Taha ve kardeşleriyle birlikte Mehmet Bey’in ablası ve eniştesi de enkaz altında kalıp hayatlarını yitirmişler.
Taha enkazdan elinde telefonuyla çıkarılmış. Onu milyonlara ulaştıran telefonuna sıkı sıkı sarılmış. Ekranı hasar görmüş telefonun sadece. Şimdi askerde olan abisi yaptırmış ekranını. Annesi o telefonu seviyor, öpüyor Taha’nın hatırası için. (Aşağıdaki videoda o anları izleyebilirsiniz)
“Ama” diyor Meryem Ana “Üç evladımın da yüzleri tertemiz çıktı enkazdan. Bana göstermediler. Melek’in kafasında ufak bir yara varmış, Taha da Umut da yara almamış. Ablası gördü onları. Yemin verdirdim, ‘Bir şey olduysa söyle’ diye. ‘Yok’ dedi ‘Uyur gibiymiş üçü de”. Meryem Ana’nın yüreğini her gün sıkıştıran ve geçmeyen o acıdan çıkardığı tek tesellisi bu işte.
O acılı ve panik günlerde bir de Dilan Polat, Taha’yı kaçırdılar, sakladılar diye yaygara koparmış sosyal medyadan. En çok da buna üzülüyorlar. Meryem Ana “O Dilan Polat’ı Allah’a havale ediyorum” diyor.
Taha’nın milyonlara ulaştığı mutfak salonun hemen yanında. Mutfakta bir yatak serili. Meryem Ana “Burada yatıyorum” diyor. Mutfak soğuk, küçük bir ısıtıcı koymuşlar Meryem Ana üşümesin diye. Mehmet Bey “Buranın dışında uyuyamıyor” diyor. Meryem Ana ise “Sanki onu hissediyorum” diye anlatıyor mutfakta yatmasının gerekçesini.
Depremden bir hafta önce annesine “Belki de 20 yaşımı göremeyeceğim. Mezarıma Taha Duymaz” yazın demiş. Annesi kızmış “Öyle söyleme” diye. Annesini Hatay’a götürmüş: “Çekim yaptı, beni de gezdirdi. Herkes tanıyordu onu. ‘Sana burada ev tutacağım’ diyordu. Ben duramıyorum şehirde, köye geri döndüm. O da gelecekti, gelemedi.”
Meryem Ana evin direği aslında. Yıllarca Mehmet Bey çalışmış, Meryem Ana da çocuklara bakmış ama Mehmet Bey akciğerlerinde rahatsızlık yaşamaya başlayınca Meryem Ana’ya iş düşmüş. Dağdan kekik toplayıp satarak ailenin geçimlerini sağlıyorlarmış. Taha işte böylesi bir yoksulluktan kurtulmak için yemek videoları çekmek istemiş.
İlk başladığında mutfak çok küçükmüş. Taha biraz tanınınca belediye başkanı mutfağı yaptırmış. Taha orada yemek yapar, Melek de videoları çekermiş. Sonra o yemekleri köyün çocuklarına dağıtırlarmış. En çok da pasta yaptığında çocuklar sevinirmiş, Öyle anlatıyor Meryem Ana.
Mehmet Bey “Okuyordu ama köydeki okulu kapattılar, taşımalı eğitime geçildi. Her gün servise biniyordu. Ama ne zaman servise binse başı dönüyor, midesi bulanıyordu. Bıraktı okulu bunun için” diyerek Taha’nın eğitim macerasını anlatıyor. Taha okuyamayınca yemek yapma sevgisini kullanarak bir çıkış yolu aramış hem kendi hem de ailesi için. Sınırdaki bir köyden dünyaya bir telefonla açılmış. Meryem Ana da desteklemiş bu çabasını…
Aileye düşkün bir çocuk Taha. Ama en çok da annesine. “Seni sıkıntıdan kurtaracağım anne” diyormuş sık sık. Meryem Ana da “Siz iyi olun bana yeter’ diyordum. Onları mutlu görmek yetiyordu bana’ diye anlatıyor. Zaten Taha kazandığı ilk parayla anne ve babasının işlemeli bir resmini yaptırmış. Salonun duvarında asılı o işlemeli resim. YouTube’un gönderdiği saat ve takipçilerinden birinin Taha’yı annesi birlikte çizdiği kara kalem resmiyle birlikte.
Üç evladını kaybetmek… Meryem Ana’nın sağlığı hepten bozulmuş. “Doktora gidiyor musunuz” diyecek oluyoruz, Mehmet Bey “Hastane mi var oğlum, Mersin’e gitmek zorundayız” diye cevap veriyor.
Mehmet Bey çalışamıyor ya artık Meryem Ana da çalışamıyor. Öylece kalakalmışlar. “Zaten Taha bakıyordu bize” diyor Mehmet Bey. Arada arkadaşı Sergen ve takipçilerinden bazıları arayıp durumlarını soruyormuş. “Allah razı olsun onlardan” diyor Meryem Ana…
“Dün gidemedim hastaydım Tahamın yanına, birlikte gidelim” diyor Meryem Ana… Evden çıkıp Meryem Ana’nın pencereden gördüğü mezarlığa yürüyoruz. Yolda bir ceviz ağacı var. Galiba telefonun köyde en iyi çektiği yer orası. Uzun uzun orada konuşurmuş Taha telefonla. Kış günü bir yaprak bile yok ağaçta. Ama Meryem Ana o ağacı çok seviyor. El sürüyor ağaca. “Ne zaman buraya gelsem Taha’nın burada beni beklemesini hatırlıyorum” diyor.
Sonra Taha’nın köyün yamacındaki mezarına gidiyoruz. Taha kardeşi Melek ile birlikte yatıyor. Annesi ellerini mezardaki çiçeklere sürüyor. Onları seviyor çocuklarına dokunurcasına. “Bir yıl oldu hala acısı geçmedi. Aynı acıyı her gün hissediyorum” diyor.
Sınırda başlayan bir hayattı dedik ya Taha için. Artık o sınırdaki köyde, üç evladının acısıyla yaşamaya çalışan bir ananın her gün yaktığı ağıtlar yankılanıyor.