Hatay’da sıfırdan değil, gerekirse eksiden başlayacağız!
6 Şubat depreminden kurtuldu, ama yaşadığı travma nedeniyle bir daha kendine gelemedi. Adı Mehmet ama 'Ruh' diyorlar ona. Yalnızlaşmış, içine kapanmış, çaresizliği kabullenmiş. Sanki Hatay'ın bir yılda yaşadıklarının ete kemiğe bürünmüş hali...
“Ruh nerede?” diyor vıcık vıcık çamurla kaplı yolun kenarındaki çadırdan bir ses. “Gelir birazdan, arazidedir” diyor bir başkası. “Ruh” dedikleri Mehmet Abi. Ama ismini yakın akrabaları dışında pek hatırlayan yok artık.
6 Şubat’tan önce hepimiz gibi işi gücü olan, çalışıp ekmeğini kazanan ve normal bir hayat süren biri Mehmet Abi. Ama o kıyamet gecesinden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmuyor onun için. Tıpkı tüm Antakyalılar gibi.
Yeğeni Abdullah Oğuz anlatıyor “Sanayide kaporta ustasıydı. İşinin de ehliydi” diye. Deprem gecesi evde tek başınaymış. Nasıl kurtulduğu muamma. Anlattığına göre deprem olmadan biri gelip uyandırmış onu. Zorla tek katlı başka bir eve kapatmış. O ev yıkılmış ama Ruh çıkmış enkazdan. Ki yaşadığı evde olsaymış kurtulamazmış. Lakin sokaktayken artçı sarsıntılarda kafasına moloz düşüyor, bayılıyor. Öldü diye ceset torbasına koymak için saçından tutulunca ayılıyor.
Tabii bu Ruh’un yeğenine anlattığı hikaye. Gerçekte ne olduğunu kimse bilemiyor. Yeğeni Abdullah depremden sonra annesini kurtarmaya gitmiş. Abdullah “Üç gün sonra haber geldi dayın yaşıyor diye. Annemi yedinci gün çıkardım, tek başıma. Kaybetmiştik. Kendim kefenledim. Sonra gittim dayımı buldum. Ama dayım eski dayım değildi” diyor.
Kapalı bir yerde kalamıyor Ruh. Bir çadır istemiş depremin ilk günlerinde. Tabii yok! Açık arazide yatmaya başlamış. “Aylar sonra dayım için bir çadır bulabildik” diyor yeğeni. Ama karanlık çökünce Ruh çadırdan çıkıyor, açık arazide dolaşıyormuş. Çünkü uyuyamıyor. Ruh denmesinin sebebi de bu. Yeğeni Abdullah “Ruh gibi gezdiği için dayım, adı ‘Ruh’a çıktı” diyor.
Biraz sonra Mehmet Abi yani ‘Ruh’ geliyor. “Nasılsın?” diyoruz. “Rahatlayamadım” diye cevap veriyor, sonra “Boşluk iyidir” diyor. Yeğeni Abdullah bize bakıyor. “Dayım eski dayım değil demiştim” dercesine. Ama ne demek istediğini anlıyor Abdullah ve bize çeviri yapıyor: “Rahat değilim, boşluktayım.”
Mehmet Abi bir nevi kendini ifade etme güçlüğü çekiyor. Fiziksel olarak yanımızda, bizi anlıyor ama kendini ifade ederken başka bir dünyadan sesleniyor gibi. Sanki arafta kalmış. Konuşurken iki elini birbirine geçirdiğini, sıkıca kilitlediğini fark ediyoruz. Belli ki sıkılıyor. Oturduğu ve hareket etmediği için mi, yoksa yaşadıklarını tam olarak ifade edemediği için mi, anlamak güç.
“Kalpten daha değişik anlatmak istiyoruz ama kendimizi anlatamıyoruz. Kenetli kalıyoruz.” ‘Ruh’un ağzından çıkan bu cümleler aslında durumunu özetliyor. Abdullah da onun için “Depremden sonra yalnızlaştı, içine kapandı, çaresizliği kabullendi” diyor.
“Tüm Hatay böyle değil mi zaten.” Ruh’u tanıyan ve bizi dinleyen Abdullah’ın arkadaşı Nasreddin, Ruh’un Hatay’ın ne yaşadığının sembolü olduğunu böyle anlatıyor. Anlıyoruz ki Mehmet Abi ‘Hatay’ın kayıp ruhu’nun ete kemiğe bürünmüş hali.
Ruh bir şekilde her gün deprem gerçeğiyle yeniden ve yeniden yüzleşmek zorunda kalmaktan şikayetçi. Enkazlar, yıkılmak üzere olan binalar, takır tukur çalışan yıkım makinelerin sesleri… “Rahat kalmaya oturumumuz oldu” diyor da onu dilinden anlayan Nasreddin çeviriyor hemen: “Deprem korkusunu üzerimizden atamadık. Her yer depremi hatırlatıyor.”
Bir süre önce kendini işe vermiş Mehmet Abi. Sanayiye gidip çalışmaya başlamış, ama çok uzun sürmemiş. Sıkılmış, bırakmış. Pek yerinde de duramıyor zaten. Bizimle konuşurken bile gergin. Hareket halinde olmak istiyor. Bir de tabii kronik uykusuzluk hali var.
Abdullah “Doktora gitmesi gerek. Ama nasıl olacak o iş bilemiyorum. Antakya’da kime başvursak ‘tamam’ diyor. Ama sorun çözen pek yok” diyor. “Dayım depremi kaldıramadı, kayboldu gitti. Belki bir gün gelir diye bekliyoruz. Ama yaşadığını bilmek, yanımızda olması da yeter. Hepimiz kimleri kimleri kaybettik. Dayım hiç olmazsa burada.”
Derken yanımıza küçük Hasan geliyor. Hasan Suriyeli ve Arapça konuşuyor Ruh’la. İyi de anlaşıyorlar. Baş başa bırakıyoruz onları. Birlikte Abdullah’ın beslediği güvercinleri yemliyorlar.